Kör gecelerim (7 bölümden oluşuyor)

Yayınlama: 29.03.2021
A+
A-

Değerli gönül dostlarım;

Kalemimiz bir kez daha, içerisinde acı ve tatlı yaşanmışlıkların mevcut olduğu bir öyküye uzandı. Öykümüzün kahramını bu sefer Pınar isimli, dünya tatlısı, güzeller güzeli bir kızımız. Öykümüzü Pınar kızımızın günlüğünden, ailesinin de müsadesi ile aldım ve sizlere aktarmak istedim. Umarım Ufuk Meida’da bu satırları okurken gereken tavsiye ve ibretlerik kısımları de hafızalarımıza nakşederiz.







Buyrun başlayalım;







***

Dert ortağım, sırdaşım, tatlı hayallerimin, gönlümün sırdaşı günlük. Seninle yüreğimi paylaşma nedenim belki bir gün birine rastladığında, elden ele, dilden dile öykümü birilerine anlatman içindir. Anlat ki benim hasbel kader istemeden yaşadığım, kader diye adlandırdığım yaşamımda,  yürüdüğüm yol, ibret olsun başka Pınarlar’a, Ayşeler’e ve Fatmalar’a.

Evet, ben Pınar. 1978 yılına kadar Türkiye’nin en güzel bölgesi Ege’nin şirin denizi ile kucaklaşan, yeşil cenneti olan küçük sevimli bir köyünde doğdum ve büyüdüm. Denizle kucak kucağa olan bu güzelim yeşil cennette balıkçılık ile zeytin ve incir üretimi vardı. Ailemin biricik kıymetlisi tek kız çocuğu idim. Babam da balıkçılıkla rızkımızı kazanıyordu zaten. Dedemden kalma teknemizle babam balığa çıkar, bazen iki üç gün dönmezdi. Annem küçük zeytin bahçemizin yanı sıra sebze bahçemizle uğraşır babama destek olurdu. Evimizin işlerinin yanısıra benimle ve abilerim ile meşgul olurdu. Abilerim Turgut ve Turhan ikizlerdi.  Ben abilerimden 3 yaş küçüktüm. Okula beraber giderdik. Fazla yaş farkımız olmadığı için isimleri ile sesleniyordum. Turgut 5 dakika önce doğduğu için hep söyleniyordu, “ayıp size ben abinizim’’ diyerek takışıyorduk. Mutlu, mütevazı orta halli bir aileydik.

Köyümüze yakın yazlık siteler vardı. Yurt içinden, yurt dışından gelen site sakinleri ile köyümüz rengârenk oluyordu. Sitelere 10/15 dakika  arası yürüyerek ulaşmak mümkündü. Birçok aile yazdan yaza gelip, yaz sonu geriye dönüyorlardı. Onların yaşam tarzları bize uzaktan çok renkli ve çok farklı geliyordu. Yaz ortasında sitelerden taze balık isteyenlere babam götürüyordu. Site sakinlerinin çocukları ile ben ve abilerim zaman zaman arkadaşlar ediniyorduk. Onlarla aramızdaki fark her hâlükârda belliydi. Turgut bazen kızar, “bir gün bende Avrupa’ya gideceğim, şunların havasına bak’’ diye söylenirdi. İşte böylece yıllar geçti.

***

Kendimi aynada beğendiğimde 17 yaşıma girmiştim. Turgut askere gitmişti. Tuğra Ankara’da yatılı askeri okuldaydı. Ben lise sonda üniversite düşünüyordum. Babam bizim okuyup güzel mevkilere gelmemizi istiyordu. Bana sık-sık, ’’aman kızım siteye gitme, onların hayatı bize çok uzak, ben sizleri gurbete yollamam zaten. Turgut’un Tuğra’nın hasreti beni çok yordu.” diyerek efkârlı efkârlı nasihatler veriyordu. Annemse,  “her işin hayırlısı olsun Ömer Bey. Nasibimizde olan neyse, onu yasacağız’’ diyerek babamın efkârını yatıştırmaya çalışıyordu.

Doğrusu benim de Avrupa falan hiç hayallerimde yoktu. Onca yıl çocukluk yıllarımızda, yazdan yaza görüştüğüm bir tek arkadaşım vardı. Adı Neslihan. Neslihan ailesi ile birlikte Hollanda’da yaşıyordu. Oraya bebek iken götürmüştü babası. Neslihan ile yazları güzel vakit geçiriyorduk. Denize birlikte giriyor, havuzda yüzüyor, oynuyor hopluyorduk. Kışları yazışıyorduk. İzine geldiklerinde, bana ufak tefek hediyeler getiriyordu. Bunların içinde en sevdiğim, bana getirdiği karda dans eden kız idi. Saat gibi kuruyordum, ayakları çıplak, sarışın bir kız, kar yağarken; mavi elbisesi, sarı saçları ile karda dans ederken yavaş yavaş savruluyordu. Bu efsaneyi vazonun içinde yıllarca izledim. Çünkü Neslihan bana bu hediyeyi getirdiğinde 12 yaşındaydım. Böylece yıllar akıp geçiyordu.

***

Turgut abim askerden döner dönmez babama destek olmak için birlikte balığa çıkarken, “denizcinin oğlu denizci olur, bir gün dünyaya yelken açacağım.” diyordu. Tuğrul subay olmuştu. Türkiye’nin her tarafına gidiyordu. Tayini kâh Doğu’ya kâh Batı’ya çıkıyordu. Ancak bizlere her zaman maddi yardımda bulunuyordu.  Aynı zamanda elini çabuk tutarak, Ankara’da kendi mesleğinde bir kızla da evlendi. Düğünü Ankara ordu evinde oldu. Harika bir düğündü. Turgut ise 1 yıl sonra köyümüzden bir kızla evlendi. Mücella tatlı mütevazı dost bir kızdı. Evleri bize bir mahalle ilerde idi.

Evde bir ben kalmıştım. Üniversiteye hazırlanıyordum. Yaz başlamıştı. Haziran’ın güzel bir sabahı, bahçemizin asması altında kahvaltı ediyorduk. Dışarıdaki kapı açılıp, ’’ Hallo ben geldim’’ diyerek Neslihan’ın sesini duydum. Sarıldık, öpüştük. Ailemle hoş beş etti. Annem, ’’nasılda güzelleşmişsin Neslihan kızım, daha dün şuralarda oynaşıyordunuz.’’ Dedi. Babam, “E, be hanım kızlar çiçektir, çabucak büyürler ve bir gün gelir dalından koparırlar.’’ dedi. Neslihan, “aman amcacığım benim evlenmeye hiç niyetim yok, ben avukat olmak için okuyorum.” dedi. Babam ise, ’’aferin kızım okuyun, okuyun. Okuyanın ufku geniş olur.’’ diyerek memnuniyetini belli etti.

Neslihan babamı kıvamında yakalamıştı. “Amcacığım Pınar’ın doğum gününü kutlamak için Cumartesi program yaptık. Cuma sizinle kutlasın Cumartesi biz kızlarla kutlasak olur mu?’’ diye nazlı nazlı yaklaştı babama. Babam önce düşündü durdu ama sonra,  “peki kızım seni kırmayacağım, ancak geceye kalmak yok.’’ dedi. Sevinmiştik. O gün denize birlikte merhaba dedik. İkimizde mutluyduk. Arkadaştan ziyade sıkı dost olmuştuk. Adeta kardeş gibiydik. Cumartesi saçımı başımı yapmış adeta aynayı çatılacak kadar güzel olmuştum.

Yazlığın kapısında Neslihan bekliyordu, “nerde kaldın Pınar herkes toplandı.’’ diyerek bana sitem etti. Ben, “ne yapayım anca evden çıktım, annemi biliyorsun, elli kez tembih etti.’’ derken Neslihan beni koşturarak çekiştiriyordu. Heyecandan kalbim yerinden uçup gidecekmiş gibi çarpıyordu. Bilmediğim bir ortama ilk defa giriyordum. Deniz kenarında bir çay bahçesiydi, cıvıl cıvıl sesler geliyordu. Yabancı müzik sesleri heyecanımın son derecesindeydi. “dur Neslihan dur.” dedim. “Bir nefes alayım.’’ Neslihan durdu ve, “ne oldu yine. Hadi içerde, heyecan falan kalmaz.’’ diyerek sürükledi beni.

İçeriye girer girmez herkesin bakışları üzerime döndü. Kıyafetlerine bakınca kendimin onlardan gerçekten çok farklı olduğunu gördüm. Kızların aşırı makyajları, kısacık etekleri ve tavırları, dilim tutulmuştu. Neslihan telaşla karışık ve neşeyle kızları, genç adamları sayıştırırken kalbimin sesinden duymuyordum bile. Sadece nezaketle başımı sallıyordum. İçlerinden Banu beni sevmemişti. Bunu sözlerinden anlamıştım. Banu, ’’ne o! Onu Ege’nin hangi kıyısında yakaladın. Bu yabani balığa, bütün gece mahkeme duvarına mı bakacağız.’’ Deyince çok alındım. Hemen arkamı dönüp, “Neslihan ben gidiyorum.” dedim ve kapıya doğru hızla yürüdüm. Ağlamamak için kendimi çok zorluyordum. Kendi kendime söylenirken, denize doğru koşar gibi yürüyordum. Çok kızmıştım, kenarda duran kayığın kenarına oturdum. ’’Neden ağlayım ki, görgüsüzler Almanya’ya gitmişler de sanki ne olmuş! Bu deniz orada var mı? Bu güzellik ve bu martılar?  Siz doğadan ne anlarsınız’’ diye sesli sesli söyleniyordum. Birden arkamdan bir ses, ’’evet haklısınız, maalesef onlar bu güzelliklerin farkında değiller.’’ Dedi.  Utanmıştım, döndüm ve şaşkın-şaşkın yüzüne baktım. Hızla oradan kaçıyordum. Ayni ses, ’’sen Pınarsın değil misin?’’ diye seslendi.

Şaşkınlığım daha da artmıştı. Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. Tebessüm ederek devam etti, ’’sizi tanıyorum, Neslihan’ın yaren arkadaşısınız’’ dedi.

Sessiz bir sesle, “ben sizi tanımıyorum.” Dedim. ’’doğru.’’ dedi ve devam etti. “Ben sizinle hiç karşılaşmadım. Siz bize geldiğinizde ben evde olmuyordum. Ama Neslihan hep evde sizden bahsederdi. Üstelik Neslihan’ın odasında resimleriniz var.’’ dedi. Ve elini uzatarak, ’’ben Adnan Neslihan’ın abisi. Tanışmak bugüne nasipmiş.” Dedi. Hemen atıldım, ’’ Benim eve dönmem lazım. Zaten bu guruba uyum sağlamam mümkün değil, müsaadenizle’’ diyerek arkamı döndüm.

Neslihan koşarak geliyordu. Bana, ’’neredesin Pınarcığım, çok üzüldüm gittin sandım.” dedi. Ben, ’’zaten gidiyordum. Olmadı işte. Sende gördün arkadaşların ile aramızda kültür farkı var.’’ Dedim. Neslihan,  ‘”olmaz,  Vallahi küserim. Hem bugün abimindi doğum günü. Salmam küserim Pınarcıyım, onlarda kim miş?” dedi. Yani neticede allem etti kullem etti salmadı. Tekrar çay bahçesine döndük. Adnan gözlerini üzerimden almıyordu. Bütün gece beni izledi. “Banu kız arkadaşı olmalıydı.” diye düşündüm. Çünkü! Adnan’ın yanından ayrılmıyordu. Adnan ile aynı gün doğum günümüzün olması da başlı başına ayrı bir ayrı tesadüftü. Pastalar dahil bütün gece herşeyi birlikte yaptık. Mumları üflerken Adnan’ın gece gibi siyah gözlerini bıçak gibi ta yüreğimin derinlerinde hissettim.

Evet gönül dosttları,

Siz değerli kardeşlerim için hazırladığımız bu gerçek hayat hikayesenin devamına önümüzdeki hafta içerisinde kaldığımız yerden devam edeceğiz. Ben notlarımı alıp, yazıya geçerken, sizden biraz sabır itiyorum. O zamana dek sağlık afiyette kalın.

Kör gecelerim-2

Evet gönül dostları,

Mumları üflerken Adnan’ın gece gibi siyah gözlerini bıçak gibi ta yüreğimin derinlerinde hissetmiş, orada kalmıştık, devam ediyoruz.

Daha sonra Adnan beni dansa kaldırdığında yaprak gibi titriyordum. Adnan fark etmemiş olmalı ki, sanki tüm duygularımı anlamış gibi beni bir an yalnız bırakmıyordu. Tabi aynı zmaanda içimi de bir korku sardı. Eğer Turgut burada beni, bu ortamda görse, kesin döverdi.  Hele bir de duygularımı bilse. Aman Allah’ım sonum olurdu. Bu korku ile Neslihan’a, ’’artık eve dönmeliyim.’’ dedim. Neslihan, ’’olmaz, biz seni Adnan abimle bırakırız.’’ dedi. Sonra Mercedes marka arabaya bindik ve yola koyulduk. Sahil yolunda hiç konuşmadık. Eve yaklaşmıştık. Neslihan, ’’ Pınarcım, yarın biz mavi tura çıkacağız, sende gel lütfen.’’ dedi. Ben, ’’ katiyen olmaz, müsaade alamam.’’ dedim. Neslihan, ’’ ben alırım sen karışma.’’ dedi. Adnan aynadan devamlı beni izliyordu. Utanıyordum. Ama gözlerine bakmaktan kendimi alamıyordum. O gece sabaha kadar Adnan ile dans ederken duyduğum heyecanı sabaha kadar yaşadım. Olmazlara kalbim hayır diyordu ancak hayatımda tatmadığım bu duygu beni nereye götürecekti doğrusu bende kestiremiyordum.

Evet gönül dosttları,

Siz değerli kardeşlerim için hazırladığımız bu gerçek hayat hikayesenin devamına önümüzdeki bir kaç hafta içerisinde kaldığımız yerden devam edeceğiz. Ben notlarımı alıp, yazıya geçerken sizden biraz sabır itiyorum. O zamana dek sağlık afiyette kalın.

***

Sabah 09:00’da Neslihan geldi. Babamı ikna edişine ben bile inanamadım. Turgut suratını asmıştı. Babam, ’’bırak oğlum, o da böyle tatil yapmış oluyor. Zaten kız sınavlardan boğuldu. Ben kızıma güveniyorum.” diyerek müsaade etti. Kapıya çıkınca arabada Adnan’ı görünce yine yüreğim başladı güm güm vurmaya. Arabaya bindik ve limana geldik. Kocaman bir tekneydi. Akşamki gurup çoktan oradaydı. Banu alaycı bakışları ile, ’’Neslihan kızcağız yüzme bilmiyorsa yazıktır kıza.” deyince, Neslihan, ’’akıllım Pınar sahilde doğdu. Babası denizci. Sen kendini düşün, Almanya’da 2 metrelik havuzlara benzemez deniz. ’’ diyerek kahkaha atarken bana muzipçe gülüyordu.

***

İşte o gün hayatıma yeni bir sayfa açıldığını ve kaderime hoş geldin dediğimin farkında değildim. Bütün gün denizin keyfini çıkardık. Koylarda yüzdük, balık yedik, güneşin batışını seyir ettik ve akşamüstü Akyar yakınlarda demir attık. Güneş geceye teslim olurken hiç bu kadar güzel olmamıştı. 20 kişi vardık masada. İnanılır şey değil ama ilk defa şarap içmiştim orada. Başka inanılmayacak olan ise, kendimi hiç bu kadar mutlu hissetmememdi. Sanki rüyadaydım ve müzik, deniz, doğa beni sarhoş etmişti. Herkes bir köşelerde kenarlarda sohbetteydi. Ben de dalmıştım. Yüreğimin heyecan dolu sesi ile denizi seyrediyordum. Adnan’a kıyıdan bir kolluk almıştım utanıyordum vermeye. Derken Adnan yanıma yaklaştı. Yüreğimin sesini duyacak diye korkuyordum.

Adnan, “deniz ve doğa ne güzel kucaklaşıyor değilmiş Pınar.” dedi. Ben, ’’ evet.” dedim. Adnan, ’’şanslısın. böyle güzel bir beldede doğmuşsun. Biz Kayseri’de doğduk. Ben 12 yaşımda idim Ahmet 6 Neslihan bebekti Hollanda’ya gittiğimizde. Zorlu kışların olduğu bir yerden, yine soğuk bir ülkeye gittik. Ahmet mühendis olacak, ben daha yeni kaptan oldum ve dün 25 yaşına girdim. Kim bilir diyar-diyar gezmek var kaderde belki. Ama ilk defa mutluyum, nedenini bilmediğim bir mutluluk bu Pınar.” Dedi. Ve sustuk. Zaman durmuştu. Deniz susmuştu. Sadece hızla çarpan kalbimin çarpıntısını duyuyordum. Adnan cebinden bir kutu çıkardı. Kalpli bir altın kolye. Bana uzattı.  “yok, yok, alamam kabul edemem.’’ Dedim.

Adnan devam etti, ’’dün doğum günündü. 18 yaşına girdin. Beni hatırlarsın istediğin kişinin resmini koyarsın. Hadi takalım boynuna.’’ dedi. Gözlerimiz yüreğimiz sanki birbirine kilitlenmişti. Adnan kolyeyi takarken ayaklarım yerden kesilmişti. Kopmuştum dünyadan. Bir anda kendimi Adnan’ın kollarında buldum. Dünyadan uzaklaşıyordum. Artık yoktum kaybolmuştum. Kaç saniye sürdü bilmiyorum.

Birbirimizden ayrılırken, yüzüne bakamıyordum. Adnan, ’’Pınar ben sana âşık oldum, kapıldım rüzgârına ölsemde bırakmam seni, denize inat yosun gözlerin hep bana baksın istiyorum.” dedi.

Bu sözlerden sonra ben artık ben değildim. Sarıldım, sarıldık birbirimize. Yüreğimde onun yüreğinin sesini duyuyordum. Sadece, “Adnan benim yüreğimde seninle dolu.” Diyebildim.

Bir baktım ki Neslihan bizi izliyor, utanarak gözlerimi sildim. Neslihan tatlı-tatlı tebessüm ederken Adnan uzaklaşıyordu. Neslihan, ’’Pınarım ben çoktan farkındayım. Çekinme biz kardeşiz senin mutluluğun benim mutluluğumdur’’ dedi. Sarıldık, işte 18 yaşıma girdiğim o gün aşkı buldum. Hayatım değişti, yüreğimin yönü değişti. Ve o günden sonra kaçamak buluşmalar başladı, çok mutluydum. Hemen hemen her gün buluşuyorduk. Adnan’a aldığım bilekliği verdim. Neslihan bana çok destek oluyordu. Onun sayesinde buluşuyorduk. Adnanlara gidip gelirken annesi Hatice teyze anlayacak diye çok korkuyordum. 30 gün çabucak geçti. Ayrılık saati gelmişti. Hollanda’ya döneceklerdi ve benim derdim kahrım çok derindi.Taaki Neslihan’ın gelip, “Seni Allah’ın emri ile isteyeceğiz diyeceği ana kadar.

***

Annem, babam, Turgut, imkânsızların imkânsızı olaylar-olaylar ve olaylar! Hayırlar, olmazlar bir hafta boyunca umutsuzlukların en zorunu yaşadım. Annem, canım annem artık gözümün karardığını anladı, çare yoktu. Babam ve Turgut’u ikna etti. Ve derken, Adnanlar sade bir törenle nişan nikâh ikisi bir arada oldu bitti. Beni rahat götürmesi için nikâh şartmış. İnanmak zordu, mutluluk ne çabuk sarmıştı hayatımı. Koca bir yıl Adnan bedelli askerlik yaptı ve tekrar Hollanda’ya döndü. Kışı hayallerimle süsledim ve günlüğüme sadece yaşadığım aşkımı yazıyor ve yazıyordum. Kalbimi aşkla besliyordum. Kuracağımız yuvamız için hayallerimizi düşünüyordum. Böylece yaz geldi. Çok muhteşem bir düğünümüz oldu. Bu düğün aynı zamanda; abilerim, annem ve babama veda etmekti. En zor olanı ve tek üzüntüm de buydu.

***

Hayatım kaderime açılan yolda hızla ilerliyordu. Evlenerek mutluluktan uçan sevda güvercini gibi Hollanda’ya, Amsterdam’a gelin gittim ancak denizi olsa da memleketimin denizine benzemiyordu. Okul hayallerim bitmişti. İdeal bir ev kadını olmuştum ve mutluluktan uçuyordum. Tek üzüntüm Adnan’ımın aylarca uzaklarda olması, başka denizlere ve ülkelere açılmasıydı. Evleneli 5 yıl olmuştu ancak maalesef çocuğumuz olmuyordu. Ne Hollanda’daki ne de Türkiye’deki doktorlar çaresini bulamadılar. Adnan, Ahmet ve Neslihan’ın bebelerini severken Adnan’ın annesinin bakışlarında eziliyor, yok oluyordum. Neslihan yine her zamanki gibi sıcak bir dost ve yakın bir kardeşti bana. Teselliler veriyordu.

Evin büyük oğlu olarak evladı olmaması annesini çok etkiliyordu. Evde derin bir huzursuzluk vardı. Adnan yavaş yavaş benden uzaklaşıyordu. Bu sessizlik 7 yıl sürdü. Yine Adnan’ın uzun gidişlerinde babamın ağır hasta oluşu ile Türkiye’ye gittim ama geç kalmıştım. Uçaktan beni Turgut abim aldı ve mezarlığa götürdü. Dünyam kararmıştı. Annem Turgut ile yaşamaya başlamıştı. Sağ olsun Mücella anneme evladı gibi bakıyordu. Annemde Turgut’un ikizleri ile oyalanıyordu. Türkiye’den döndüğümde  beni havaalanından Neslihan aldı. Bana öyle davranıyordu ki,  teselli ederken gözleri doluyordu. Neslihan’ın böyle davranışını eve gelince anladım. Kapıyı yabancı bir kadın açtı. Herkes durgundu. Sessizdi Adnan,  bana sarılırken kadının bakışlarını gördüm.

Durumu kayınvalidem anlatmaya başlarken, zaten anlamıştım ben. Yani  Adnan kuma getirmişti. Sessizce dinledim. Hayatıma kaderime yeni bir sayfa daha açılmıştı. O kadınla iki yıl bir evde yaşamaya çalıştım. Adnan’a olan sevgim bana onurumu gururumu unutturuyordu. Geceler zindandan beterdi. Sevdiğim adamı paylaşmak, sabah onun koynunda uyanması, bu nasıl bir imtihandı. Artık dayanamıyordum. Kayın valideme ayrılmaya karar verdiğimi söyledim. Ben itiraz beklerken çok basit karşılandı. Ailece uygun buldular ve küçük bir apartmana taşındım. Geceler yalnızlığımı görmüyordu. Kördü sağırdı ve ben 35 yaşındaydım. Artık adananı hiç göremiyordum nikâhlandığı kadın bir kız çocuk vermişti ona.

Bundan sonrasına affınıza sığınarak bir sonraki haftaya devam edeceğiz dostlar. O zamana dek hoş ve seda içerisinde kalın.

Kör gecelerim-3

Adnan’ın bir çocuğu olmuştu yeni eşinden. Orada kalmıştık. Neslihan Arnem’e taşınmıştı, çok az görüşüyorduk. Zamanla daha da az görüşür olduk. Soysaldan aldığım para ile geçinmeye çalışıyordum. Aile benden çok uzaklaşmıştı. Böyle zorlu günleri yaşarken annemi de kaybettim. Turgut devamlı arıyordu. Ben Adanan’la çok mutlu olduğumu her şeyin yolunda olduğunu söylüyordum. Türkiye’ye tatile giden Neslihan Turgut’a her şeyi anlatmıştı. Bu kötü günleri yaşarken Banu benimle dost olmaya çalıştı. Tutunacak dalım yoktu. Banu ile takılıyordum, hayatın ucundan tutmayı bırakmıştım. Akşamları kâh barda kâh benim evde içki içiyorduk. Her şeyi unutabileceğimi sanıyor kör gecelerime isyan ediyordum. Bir gece Banu, “arkadaşım” dediği bir adamla geldi.

Kocasından 3 yıl evvel ayrılan Banu kendine has, dağınık yaşıyordu. Bende yavaş yavaş arkasından sürükleniyordum. Banu aracı olmuş, annem öldüğünde borç para alıp, annemin cenazesine gitmiştim. Bu ve benzeri borçlarım çoğaldı. Banu beni her gün bir yerlere götürüyordu. Kadınlar, adamlar, kahkahalar, iyice dağılmıştım. Adnan ne arıyor ne de soruyordu. Bir gün akşam evime geldi. Bana, “herkes senin hakkında kötü şeyler söylüyor, evlen biri ile bitsin bu rezalet.” dedi. “Sen mutlu musun Adnan?’’ dedim. Vurdu kapıyı gitti. Alkolik bir kadın olmuştum. Gecelerim sarhoş, gündüzlerim uyku ile bitiyordu. Gece-gündüz bir olmuştu. Bir gece Banu iki adamla evime geldi.

Çok sarhoştum Adnan’ı unutamıyor, beni eski bir eşya gibi atmalarını hazmedemiyordum. Bardakları kırıyor, intihar teşebbüsleri yapıyordum. O gün Adnan’ın bir bebeği daha olduğunu Banu geldiğinde söyledi. Bütün gün içtim ve sarhoş olarak Banu’ya kapıyı açtmıştım zaten. Gece yarısına dek tekrar içtim. Banu, “uykum geldi” diyerek bir odaya çekildi. Umurumda değildi. Ölmek istiyordum ama ölemiyordum. Banu uymaya gidince adam saldırmaya başladı. Boğuştuk. Kaç saat, kaç dakika bilmiyorum. “Banu” diye bağırıyordum. Can havliyle odasına daldım. Gördüklerim şuurumu yok etti. Banu adamla edepsiz şekilde, üstelik benim evimde… Uyuyordu sızmıştı. Tekrar dışarı çıktım, adam gitti sandım. Arkamdan saldıran adamı iteleyerek masadaki bıçağı kaptım ve sapladım. Neresine vurduğumu hatırlamıyorum. Son duyduğum ses Banu’nun çığlığı idi. Gözlerimi hastanede açtığımda başımda polis vardı. Alkol komasına girmişim. Sonrası ağır yaralamadan iki yıl hapishane. Yine kör gecelere mahkûm oldum. Alkol tedavisini hapishanede oldum. İsteğimle değil, devletin yardımı ile. Adnan ne aradı, ne sordu. Artık kaderle baş başaydım ve rast gele yaşıyordum. Ama hala eski günlerin anıları ve vefasızlıkları yakamı bırakmıyordu. Ölüme her defasında ramak kalıyordum ama ölemiyordum.

***

Hapisten çıkınca devlet bir göz oda verdi. Haftada 50 lira, artık bir hiçtim.  Neslihan’ın yolladığı 500 lira ile Türkiye’ye gittim. Tuğra ve Turgut’u çok özlemiştim. Uçaktan iner inmez çocukluğumun, güzel yıllarımın geçtiği cennetimi gezdim, sahilleri dolaştım. Annemi-babamı ziyaret ettim, özür diledim. Çünkü onları dinlemeden yapmıştım bu evliliği. Oysa üniversiteye gitmem için ne çok yalvarmışlardı. Aşk gözümü kör etmişti. Pişmanlıklarımla yüzleştim. Ne yüzle kardeşlerimin yanına gidiyordum. Anlamazlardı beni, anlayamazlardı yüreğimdeki fırtınayı. Göremezlerdi. Yürüdüm sahilde. Gecenin geç saatleri; korku, sessizlik, umurumda değildi. Pişmanlık yüreğimi volkanlar gibi yakıyordu.

Sahilde ağır, ağır süzülen bir tekneye bakıyordum. Adnan’la o gece birbirimize aşk sözleri fısıldadığımız anlar gözlerimde canlandı. Elim boynuma gitti, hala hediye ettiği kolyeyi bir an olsun boynumdan çıkarmamıştım. Narin bir çiçeği okşar gibi elimde okşadım, okşadım gözlerimden akan yaşları kalbimin acısından fark etmiyordum. Uzun yıllara rağmen neden unutamıyordum Adanan’ı. Denize yaklaştım, bırakmak istedim kendimi, gecenin karanlığında, derin uçsuz sularına. Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. Bilincim yavaş yavaş beni terk ediyordu. Bir adım kalmıştı, sonsuzluğa gözlerimi kapattım. Artık ölüme bir adım kalmıştı, ‘’Allahlım beni affet.” diyerek yürüdüm son adımı atmaya. Bıraktım kendimi denizin derinliklerine. Uyandığımda bir küçük oda da, bir odun sobası, bir balıkçı kulübesindeydim. Kimse yoktu evde. Masada bir şarap şişesi vardı. Üzerimde bir gömlek vardı. Doğruldum, hemen şişeye yöneldim. Bardağa şarabı doldurup nefessiz içtim. Bir daha doldurdum, bir daha içtim, bir daha içtim. Neden ben ölememiştim. Ne iyiyi, ne kötüyü düşünemiyordum artık. Sadece ölmek istiyordum. Kapı hızla açıldı. Bir adam içeri girdi, çok esmer orta yaşlı ve balıkçıydı belli. Bana yöneldi ve, ’’ölmek için sebeplerin çok galiba?’’ dedi. “neden kurtardın beni?’’ dedim. Adam, ’”gençsin, erken değil mi? Kimsenin uğrunda ölmeye değmez, çantan da pasaportun var. Nah şurada, kurumuştur. Dön git Hollanda’ya. Yeni bir hayat kur.’’ dedi. Sarhoş olmuştum. Kısık bir sesle, ’’benim için her şey çok geç, çok geç.’’ dedim.

***

Sabah oluyordu. Adam, “dikkatli ol. Masada bir şeyler var, ye. Akşamı bulur gelmem, korkma benden sana zarar gelmez. Akşam gelince konuşuruz.’’ dedi ve gitti. Kuruyan giysilerimi giydim. Dışarı çıktım, deniz kenarında oturdum. Kayalıkların arasında dolaşan yengeçleri seyrettim. Kimsesiz ve yalnızdım. Tutunacak dalım yoktu. Elin adamından ne beklentim olabilirdi? Uzaktan olsun bir kez kardeşlerimi görebilmek için can atıyordum. Ayaklarım beni muhitime sürüklüyordu. Dolaştım, dolaştım. Gece beni kimse fark edemezdi. Akıllarına bile gelmezdi. Geceyi bekledim. Karanlık basmıştı. Evimiz iki adımdı. Uzaklardan seyrettim evimizi, annemi babamı abilerimi hatıralarım, tatlı didişmelerimiz, babamın eve gelişi, Turgut’un düğünü, Tuğra’yı Ankara’ya yolcu edişimiz, annemin gözyaşları ile arkasından su dökmesi, sanki film gibi gözlerimden geçerken yüreğimdeki acı ciğerlerim sızlıyordu.

Bacaları tütüyordu. Bu nasıl bir kaderdi ki ben bu yaşamı yaşıyordum. Evden cıvıl-cıvıl çocuk sesleri geliyordu. Vazgeçtim, cesaretim yoktu. Onların yanına gidemezdim, hangi yüzle ne anlatırdım. Onlar için ben yoktum. Döndüm tekrar balıkçı kulübesine, kapıyı çaldım, elimle vurdum kapıya, kapı açıldı. Balıkçı, ’’gel bakalım, demek sevdiklerine ulaşamadın.” Dedi. İçeri girdim ama afalladım. Şaşkın korkak ve telaşla fırladım tekrar dışarıya ve koşmaya başladım. Koştum durmaksızın. Arkamdan biri de beraber koşuyordu. Turgut’tu koşan. ’’dur pınar, dur.” diyordu. Ve durdum aniden, çakılmıştım. Turgut yanıma geldi, şaşkındı. “nedir senin bu halin, ne hallere geldin Pınar?” dedi. Sarıldık sıkı-sıkı. Babam gibi kokuyordu. Hıçkırıklarımız tüm bedenimizdeydi, dakikalarca sarmaş-dolaş ağladık, ağladık. Sesim titriyor konuşamıyordum. Zorlayarak kendimi, ’’abi beni nasıl buldun?’’ diyebildim. Turgut, ’’e, be kızım ben denizciyim unuttun mu? Burası küçük bir deniz köyü, herkez birbirini tanır. Sefer abi de beni buldu. Sen onu tanımazsın ama, o seni tanımış. Tüm gün beni aramış, ben de haldeydim. Neyse, sen neden bu hallere geldin? Nasıl geldin? Hadi eve gidiyoruz, bunları bana anlatacaksın.’’ dedi. Çaresizdim, abim beni eve götürdü. İçeri girdim, mücella sanki dün ayrılmışız gibi, sardı sarmaladı beni. Fakat hiçbir şey eskisi gibi değildi. Kendimi sığıntı gibi çaresiz ve gereksiz buluyordum.

Devamı bir sonraki haftaya dostlar.

Kör gecelerim-4

Değerli dostlar. Hollanda’dan dönerek tekrar baba ocağına sığınan Pınar artık çok pişmandı. Orada kalmıştık ve devam ediyoruz.

***

3 ay boyunca yüreğimin fırtınaları, yaptığım hataların pişmanlığı ile kendimle yüzleşirken eziliyordum. Tuğra gelmişti. Eşi kızı oğlu 3/4 gün kaldılar beraber. Her gün sofrada onların yaşamında yerim olmadığını hissetmek ne kadar acıydı. Hollanda’ya dönmek istemiyordum. Ne yapacağımı bilmez bir haldeyken, bir akşam Turgut abim beni karşısına aldı, ’’Bak bacım, sen benim canımın parçasısın. Sağdan soldan laf söz olmasın. Gençsin, seni henüz baş göz etmek istemiyorum. Lakin bu hayat yalnız da yürümez. Ben sana ömür boyu bakarım. Fakat bana bir şey olursa ortada kalmanı istemiyorum. Bir sahip çıkanın olsun istiyorum.’’ dedi. Sessizce dinledim ve, ’’abi, beni kim ne etsin?’ dedim. Dedimse de Turgut aklına koymuştu, mani olamadım.

Bahar gelmiş doğa tüm güzelliklerini sergilemeye başlamıştı. Nihat ile evlenmiştim. Nihat Doğudan gelmiş, eşi vefat etmişti. Tamamen Doğu kültürüne bağlı bir adamdı. Biz henüz daha 3 aylık evli iken, kızı kocasından ayrılmış bir anda çıktı geldi. Geçimsiz, huysuz bir kadındı. Beni bir ay içerisinde kontrolüne aldı. Emri vaki yapıyordu. Evin bütün işi, yemekte dahil, hepsi üzerime yüklenmişti. Nihat sebze işi ile meşguldü. Pazarcılara toptan satış yapıyordu. Gülmeyi sohbeti unutmuştum. Yaban,  a-sosyal bir kadın olmuştum. Hayatı körü körüne yaşıyordum. Turgut arada bize gelince, her şey güllük gülistanlık gibiymiş gibi bir havaya giriyordu ev. Yalandan tavırlarla geçiştiriyorlardı. Ben ise bu durumu kardeşime bir türlü anlatamıyordum. Başını belaya sokmak, ona sorun olmak istemiyordum.

Nihat geceleri gelmez oldu. Veya geç geliyordu. Kızı bir sevgilisi olduğunu söyledi, gururum incinmedi ve üzülmedim. Çünkü Nihat’ı sevemedim,  kalbim hala Adnan’daydı. Birkaç ay sonra Nihat yardımcı olsun diye oğlunu da Diyarbakır’dan getirdi. Zahmetlerim çoğalmıştı. Çok yoruluyordum. Nihat’ın oğlu Muhittin arsız-sulu hadsizdi. Bana kızı ve oğlu, “gel analık-git analık.” şeklinde hitap ediyorlardı. Nihat ise, “ya, avrat ya; veya, Lan.” diye sesleniyordu.  Artık bu durumlardan sağlığımda etkilenir olmuştu. Sık sık bayılıyor, arada göğsüm de ağrıyordu. Oğlu eve geceleri sarhoş geliyor, sulu hareketler, alaycı tavırlarla beni tenkit ediyorlardı. Artık sabrım son haddine geliyordu. Ancak Turgut’u düşünüyordum. Kardeşimin elinden bir kaza çıkarsa sebebi ben olurdum.

Bir yıl sonra Nihat sevgilisi ile bir araba kazası geçirdi ve bir bacağını kestiler. Bu kaza Nihat’ı artık iyiden iyiye çekilmez bir insan yaptı.

Öfkelenince beni dövüyordu. Hakaret ediyordu. Mazimi ön plana çıkarıyor beni aşağılıyordu. 42 yaşıma girdiğim gün Turgut bahçede mangal yaktı. İçtiler, sohbetler ettiler, Mücella farkındaydı. Yalvarıyordum Mücella’ya. “Aman abime söyleme, çocuklarını düşün.” diyordum. Nihat Doğuya gittiği zamanlar oğlu sarkıntılık ediyordu, tacizleri çekilmez hale gelmişti. Kızı bu adiliklerin farkındaydı. Çaresizliğimi gördüğü halde’ ’kız analık babam yetmiyormuş sana.’’ diyerek beni çileden çıkarıyordu. Yorulmuştum, tükenmiştim.

Yaz gelmişti. Yazlıkçılar cıvıl-cıvıldı. Güneş, deniz, pırıl-pırıl. Nihat yine Doğuya gitmişti. Evden çıkmak beni rahatlatıyordu. Evin Pazar işi zaten benim vazifemdi. Mecburdum. Pazara doğru yürümeye başladım. Etrafımda mutlu insanları seyrederken, yüreğimdeki sızı sanki ateşlere değer gibi yanıyordu. Ben kimdim? Bedenimdeki kadın kimdi? Sokaktaki insanların mutluluğuna kıskanarak bakıyordum. Daha ne kadar katlanabilirdim bu zulme?

Dalgın dalgın pazara girdim. Alışverişe başladım. Çok kalabalıktı ve hafta sonları hep böyle idi.  Ufak-tefek almaya başlamıştım ki bir ses, ’’tamam kardeşim yahu, ver 3 kilo.’’ Dedi. Bu ses! Aman Allah’ım dönemiyordum  yüzümü. Kalbimle birlikte tüm vücudum titriyordu. Olamazdı!

***

Nasıl oldu bilmiyorum?

Dünya yine durmuştu. İnsanlar etrafımda ama ben kimseyi duymuyordum. Yüz yüze donduk kaldık ikimizde! Gayri ihtiyari,  “Adnan’’ dedim. “Pınar, sen ha?” dedi o da. Ve ben acele ile yürüdüm-yürüdüm yürüdüm. Ne kadar yürüdüğümü bilemiyorum. Pazardan çıkmıştım. Kendimi deniz kenarına attım, derin nefes aldım. Hala şoktaydım, Aradan 15 koca yıl geçmişti. Elim ayağım titriyordu. Panik içindeydim. Adnan acele ile yanıma koşuyordu. Aman Allah’ım! Yanıma yaklaştı, ’’seni çok aradım Pınar, sen nerelerdeydin? Çok aradım seni.’’ dedi.

Tüm gücümü toplayarak başımı kaldırdım.

“İyiyim Adnan.” dedim. ’’ Gel bir yerde oturalım, iki çift laf edelim.’ ’dedi. Ben, ’’olmaz Adnan ben evlendim, bir gören olur, olmaz.’’ dedim. Titriyordum yaprak gibi. Adnan, ’’titriyorsun, korkudanmı yoksa heyecandan mı?’’ diye sordu. Hiçbir şey söylemeden kaçtım. Hızla yürüdüm uzaklaştım. Perişan olmuştum. Yatak odama girdim, sakladığım kolyeyi kaptım ve göğsüme bastırarak, “geç kaldın Adnan.’’ Dedim. Ağlıyordum. Nihat’ın kızı cin gibiydi. Sanki anlamış gibi, ’’ne o kız analık, sevgilisini görmüş kızlar gibi bu ne haldir?” Dedi. Ben, ’’ne sevgilisi okul arkadaşıma yıllar sonra rastladım. Ayşe, Ayşeydi.’’ Dedim. Ağzını büktü ve  kıvırdı gitti.

Öğünden sonra Adnan’a rastlarım korkusu ile sokağa çıkmamak için elimden geleni yaptım. Manalar ürettim. İki hafta sonra Nihat, ’’avrat hazır ol yazlıkta hemşerimizin düğünleri var gidip vazifemizi yapalım.’’ dedi. Ben, ’’ben rahatsızım sen oğlanı kızı al git.’’ Dedim. Nihat öfkelenerek, ’’ulan beni rezilmi edeceksin? Hazır olun gidiyoruz.” dedi. Yıllar sonra yazlığa gidiyordum. Heyecandan kalbim duracak sandım. Kalabalık eşrafta biz ön masalardan birine oturttular. Gösterişi seven Nihat para savuruyordu. Halaylar çekiliyordu. Ne kadar değişmişti her şey ve eskiden ne kadar sade ve güzeldi. Nihatlar yeni evli iken ilk izine gelişimizde pistte biz dans ederken güller atıyordu.

Akardioncu Tamer bey etrafımızda dönüyordu. ‘Sevemez kimse seni, benim sevdiğim kadar’ şarkısı ile göz göze dans ediyorduk. Nezih ve kibar insanların topluluğu ne hoştu. Dalmıştım eski anılarıma. Kucağında çocukla bir hanım yanımdan geçerken çaptı masaya, “pardon.” Dedi. Ben, ’’rica ederim buyurun.” deyince kadının yüzüne baktım, Neslihan’dı. Göz göze geldik bir an, donduk. “buyurun geçin.” Dedim. Neslihan yürüdü gitti. Can ciğerken yıllar bizden neler götürmüştü. İki yabancı olmak bu kadar kolaymış demekki. Halay esnasında Nihat’ın kızına laf atmışlar, doğruluğuna inanmadım lakin büyük bir kavga çıktı. Silahlar patladı. Dur Nihat demeye kalmadan oğlu ve Nihat fırladı gitti. Karışmıştı ortalık; bağrışmalar, çığlık atanlar, korkunç erkek sesleri, Nihat’ın küfürleri bağırarak çınlıyordu koca bahçe. Kıyamet günü gibiydi, çok korkmuştum.

Şimdi biraz soluklanacağız değerli dostlar, çok değil bir hafta aranın ardından, bu çığlıklar ve korkunç gece sonrasına kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Kör gecelerim-5

O korkunç düğün gecesinde, tam bir hengabenin ortasında kalmıştık. Devam ediyoruz gönül dostları.

Düğünde Nihat’ın oğlu ile birlikte 5 kişi yaralandı. Nihat ambulansa yürükken bende yanında ’sepet gibiydim. “sen git otur kenara, sizi eve arkadaş bırakacak.’’ dedi. Biz kaldık. Adnan balkondaydı. Gözünü ayırmadan bana bakıyordu. Hissediyordum bunu. Ama ben bakamıyordum. Nihat’ın kızı, “analık karşıdan adam ya sana ya bana bakıyor.” dedi. Ben, ’’azize niye baksın elin adamı, ne olaylar yaşadık herkes afalladı.’’ Dedim. Ama içime korku düştü. O gece eve döndük, olaysız bitti gece. 3/4 gün evde fırtına öncesi sessizlik vardı, korkuyordum. Gerginlik zirvede idi. Oğlu hastanede ayakta tedavi görmüştü. Ama tehditleri savuruyordu, sövüyordu.

3 gün sonra hafta sonu Nihat kapıyı çarparak girdi. “Ulan kaltak’” Diyerek üzerime yürüdü. “Ne oldu Nihat, ben ne yapıtımda üzerime yürüyorsun.’’ Dedim. “sus, kahpe. Eski kocanla bütün gece bakışmışsınız lan, ben pezevenk miyim?’’ Derken saldırdı üzerime. Hem sövüyor, hem dövüyordu. Kanlar içinde yığıldım. Ne desem boş. Kızı, ’’he baba Vallahi Billahi gördüm, bakıştılar.” dedikçe Nihat bırakıyor oğlu başlıyordu. Sabaha kadar dayak yedim. Kendime geldiğimde yerde kanlar içinde her yerim mosmordu. Kıpırdayamıyordum.  İki hafta sonra Turgut geldi. Bir file balık vardı elinde neşe ile, ’’haydin hanımlar, şunları yapın da keyiflenelim.” dedi.  Gece yarısına dek muhabbet güzeldi.

Yüreğim ağzımdaydı ve Turgut abim gitsin istiyorumdum. Nihat iyice sarhoş olmuştu. usul usul başladı abime laf vurmaya. Abim Mücella’yı çocukları eve gönderdi. “Eyvah!” Dedim. Abim kavgaya hazırlanıyordu. Daha sonra Nihat tekrar başladı, abime, “senin bacın bilmem neymiş.” deyince Turgut abim, “ulan sen bacıma kan kusturdun. Herşeyi biliyorum deyince.” ortalık karıştı. Bu olaydan birkaç gün önce Mücella gelmiş, benim dayak sonrası halimi görmüştü. Anlattım herşeyi ona ama yemin etmişti. Turgut abime söylemeyecekti. Ama yeminini tutmamış. Ortalık yangın meydanına döndü.

Oğlu içerden silahı kaptı geldi. Turgut,  “vur ulan, erkeksen vur.” diyordu. Yalvarıyordum, “yapma Muhittin, yapma.” Diye. Serseri oğlu fitil gibi sarhoştu. Kızı içerden elinde ikinci silahlıda getirdi. Baba oğul Turgut abimi ortaya aldılar. Kuşlar gibi bağırıyordum, “polis, imdaaat polis.” Diye. Ama kimse gelmiyordu.  iki el silah sesi ile kendimden geçmişim. Meğer Turgut abimi duvara itelemişim ve iki el kurşunu ben yemişim. Abimin kollarındaydım ve ağlıyordu abim. Feryad-ı figan içerisinde, “Pınaaaarr, Pınaaarrr, bacııımm.” diyordu. En son Hatırladığım buydu.

***

Nihat ve oğlu tutuklanmış. Aynı gece akrabaları kızını Diyarbakır’a kaçırmıştı. Bir kurşun benim midemi delmiş, belimden çıkmıştı. Diğeri kaburgamı parçalamıştı. Öldü haberi ile 2 ay hastanede yoğun bakımda kalmışım. Uyandığımda Turgut abimin sakalları uzamış, tanınmaz haldeydi. 8 ay İzmir’de tedavi oldum. Geçici felç yaşadım. Hayata tutunmak için sebebim zaten yoktu ve bu 8 ay içinde Mücella’ya, “bana günlüğümü getir.” dedim. Acaba bitmişiydi acılarım. 13 ay sonra tekrar yaz başlamıştı. Ben değnekle yürüyordum. Nihat hapis iken boşandık. 15 yıl yedi. Oğlu 8 yıl ceza aldı. Nihat suçu üstlenince oğlu az ceza almış.

Mücella ile çay bahçesine geldik. Birer kahve aldı Mücella ve bana, ’’sana anlatacaklarım var.’’ dedi. Ben çok yorgundum. Baktım Mücella’nın gözlerine, “kaldı mı Mücella, anlatacak bir şey kaldı mı?” dedim. Mücella ellerimi tuttu, “canım kardeşim, artık kötü yaşam olmayacak, üzüntü keder olmayacak.’’ dedi. “Anlat sevgili Mücella, anlat bakalım.” dedim. Önce durdu, durdu ve sonra, ‘”sen komadaydın, Turgut perişandı. Hastane koridorlarında sabahlıyorduk, aylarca günlerce sürdü. Bir gün hepimiz hayretler içinde kaldık. Koridordan yavaş yavaş gelen Adnan’dı.” dedi. Ben, “olamaz’’ dedim. Mücella, ’”önce bizde öyle dedik. Hatta Turgut yakasına yapıştı ve, ’’herşeyin sebebi sensin. “Git buradan, elimden bir kaza çıkmadan git.’’ diyerek yumrukladı.’’ dedi. Ben donmuştum sefil yüreğim akıllanmamıştı. Yerinden oynadı yine. Gözlerim kocaman olmuş şaşkın ve hayretle, ’’sonra, ya sonra ne oldu?” diye sordum. Mücella devam etti, “Turgut vurdukça, “kardeşim” diyerek sarıldı. Sonra, “ben böyle olacağını bilemedim.’’ dedi. Sonradan anladık Adnan yaşadıklarını anlattıkça. Çok pişmandı Pınar çok. Babasını, annesini kaybetmişti. Hanımı kalp krizinden vefat etmişti.”

Haftaya Pazartesi devam edeceğiz gönül dostları, görüşmek dileklerimle.

Kör gecelerim-6

Mücella anlatmaya devam ediyordu gönül dostları:

“Arka arkaya yaşadıklarından bunalıma giren Adnan çok perişanlık çekmişti. Neslihan çağırmıştı Adnan’ı Türkiye’ye. Senin başına gelenleri duymuştu Neslihan, hatta hastaneye çok kez geldi. Doktor senin için Allah’tan umut kesilmez dediğini duyunca seni dünya gözü ile gelip görsün diye haber etmiş. Adnan’da gelmişti. Daha sonraki günler her gün geldi, saatlerce başında oturdu. Boynunda kolyeyi görünce beni unutmamış diyerek sabahlara kadar başında bekledi.’’ dedi.

Turgut’ta hoş gördü seslenmedi. “sonra neler oldu mücella, neden bana söylemediniz?’’ dedim.

Mücella, ’’Adnan günlüğünü istedi. Ben de verdim. Birkaç gün sonra bana geri verdi.’’ dedi. Heyecanla sordum, ’’peki, peki, şimdi nerede? Nerde Adnan?’ ’dedim. Mücella, “Adnan Hollanda’ya dönmek zorunda kaldı. Ve orada felç olmuş.’’ Dedi.  Ben korku ile alacağım yanıttan korkarak, “öldü mü Adnan?’’ diye sordum. Mücella, “yok, yok. İyiymiş. Neslihan’ın dediğine göre bu yaz gelirmiş.” Bir derin oh çektim, ’’Çok şükür. Şükürler olsun.’’ dedim. Daha sonra eve gittik. Aylardır tek kelime yazamıyordu parmaklarım. “Mücella, günlüğümü ver.’’ Dedim.

Sayfaları acele acele açıyordum. Yok, yoktu. Tek kelime bir mesaj yoktu. Hüzünlendim. Kapattım günlüğü. İçeri giren Mücella elinde bir mektupla yanıma geldi. “Bu mektup vardı günlüğün içinde, bunu mu arıyordun?”dedi. Telaşla aldım mektubu, gözlerim yağmur olmuş, ellerim titriyordu. Kalbim sanki Adnan yanımdaymış gibi deli deli çarpmaya başlamıştı. Zorla açabildim mektubu. Okumaya başladım yine. Dünya susmuştu. Yalnız ikimiz vardık. Ağlıyordum, okumaya başladım.

***

“Pınar’ım, cennet gözlüm. Ege’nin denizlerini kıskandıran yosun gözlüm. Beni affet diyecek ne sözüm ne de yüzüm var. Cennet gözlüm, sabahlara dek ay yüzünü seyrettim doyamadım. Doyamadım seyretmelere, kader nasıl bir oyun oynadı bize? O güzel cennet gözlerin açılırsa mektubumu okuyacağını umuyorum, dualar ediyorum. Beni sahilde ilk buluştuğumuz yerde beklermişsin? Seni orda görünce bileceğim ki beni affettin. Gelirsin değil mi yosun gözlüm? Ben seni çok sevdim Pınar’ım. Ama ailemin cehaletine uydum. Sensiz yaşadığım o günlerde bir gün bile mutlu olmadığımı anladım. Sensiz ben hiç mutlu olamadım Pınar’ım. Affet beni.

Seni severek hatalarımla öleceğim.

Adnan.

***

Yüreğimin coşkusu, heyecanı, anlatılmaz bir umut dalgası sardı bedenimi. “Mücella!” diye heyecanla bağırdım. Konuşamıyor sadece ağlıyordum. Çok mutluydum. Tüm acılarım son bulmuştu. Sanki geçmişi yaşamamıştım. “Mücella geliyor, kaybettiğim mutluluk geri geliyor dedim.” Mücella acı acı gülümsedi, “Tamam canım tamam. Her şey güzel olacak.” diyerek sarıldı, sarıldık. O günden sonra her gün sahile Mücella ile gidiyordum. Bekliyordum saatlerce, üç ay geçmişti. Adnan’ın mektubu beni hayata döndürmüştü. Ama gelmiyordu. Pek iyi olmasamda yürüyordum, koltuksuz yürüyordum. Artık yalnız gidiyordum. Adnan’ın ne adresi ne telefonu vardı. Neslihan’da Hollanda’ya dönmüştü. Yazlığa gittim, sordum soruşturdum, kimse bir şey bilmiyordu. Turgut halime bakıyordu. Bana karşı çıkmıyordu. Gün ve gün zayıflıyordum. Bir sabah kahvaltı ederken başım döndü. Kendimi kaybettim. Yine gözlerimi hastanede açtım. Mücella, ’’geçti canım. zayıf düşmüşsün, doktor vitaminler yazdı gün ve gün almalısın dedi. “tabii Mücella Adnan gelene dek düzelmeliyim.’’ dedim. Aradan 2 ay daha geçti. Hala yoktu Adnan.

***

Artık sonbahar geliyordu. Eylül’dü. Vakit gece geçti uyuyamamıştım. Biraz günlüğümle dertleştim. Sonra bahçede hava almak istedim. Şalımı aldım, bahçe kapısına yöneldim. Turgut abim ile Mücella fısıl, fısıl konuşuyorlardı. Karı koca sohbet ettiklerini düşündüm. Rahatsız etmemek için geri döndüm. Fakat Mücella, “olmaz Turgut söylemeliyiz! Bunu bilmeye hakkı var!’’ dedi. Turgut, ’’olmaz Mücella olmaz. Bunca acı çekti. Onu tekrar birkaç günlük ömründe mutsuz edemeyiz. Dayanamaz.” deyince beynimden sesler gelmeye başladı. Adnan ölmüş olabilir miydi?”

Mücella, ’’yakında saçları dökülecek, ne diyeceğiz, zaten vitamin diye verdiğimiz ilaçları anlayacak diye korkuyorum.’’ dedi. Turgut,’ “ya ben ne yapayım Mücella? Birkaç ay sonra gözümün bebeği biricik Pınar’ımın öleceğini düşündükçe her gün ölüyorum.’’ dedi. Odama nasıl döndüğümü bilmiyorum. Meğer ben ölümcül bir hastalığın pençesindeymişim. Sabaha dek uyumadım. Sadece günlüğüme yazdım. Güneş doğuyordu. Kaç sayılı günde güneşin doğduğunu görecektim. Sabah hiçbir şey belli etmemek için büyük bir çaba harcadım ve Mücella’ya, “sahile gidiyorum. Bakarsın Adnan beni bekliyordur.’’ Diyerek ve gülümseyerek evden çıktım.

Sonra beni 11 ay tedavi eden doktorum Osman beyi odasında buldum. Önce söylememek için direndi. ’’Ben herşeyi biliyorum. Beni yormayın.” Dedim. Osman Bey, ’’Allahtan umut kesilmez Pınar hanım. Maalesef akciğer kanserisiniz.” dedi. “ne zamandan beri doktor?’’ dedim. İlk kurşunlandığınız günlerde bulduk. 11 aylık tedavinizde abiniz ve yengenizden başkası bilmiyor. Abiniz bunu bilmenizi istemedi.” Dedi. “doktor ömrüm ne kadar?’’ dedim. Doktor sıkılarak, “5 veya 6 ay.” dedi.

Yıkılmıştım. Tükenmiştim ben 48 yaşındaydım. Umutlarımı, mutluluğumu yarınlarımı tekrar kaybetmiştim. Doktora, ’’benim buraya geldiğimi kimseler bilmesin, bana söz verin.” dedim. ’’tamam Pınar hanım ama sizde tedavinizi ihmal etmeyin.’’ dedi. Hastaneden çıktım. Sahilde yürüdüm yürüdüm yürüdüm. Gözlerimden artık yaş gelmiyordu. Sadece içime kan damlıyordu. Abimin aşırı hoş görüsü, Tuğra’nın 2 ayda bir gelmesi, aşırı ihtimam, vitamin diye içtiğim kanser hapları, saatlerce kayaların üzerinde oturdum, uçsuz Ege Denizi’ni seyrettim. Kim bilir kaç kez daha görecektim bu eşsiz güzelliği.

Acaba baharı yaşaya bilecek miydim?  Günler günleri kovalıyordu sayılı günler çabuk geçiyordu.

Bundan sonra geriye son bölüm kalıyor gönül dostları. Hfataya Pazartesi son bölümde görüşmek üzere sağlıcakla kalın.

Kör gecelerim-7

Artık nihayet kış gelmişti. Kış olmasada Ege’de her zaman bir bahar havası vardır. Sık sık yağmur yağardı. Bazen yağmurun altında dururdum. Mücella, ’’yapma bacım, yapma hasta olacaksın.” diye ağzından kaçırırdı. Ben, ’’ bana bir şey olmaz, korkma sen.” derken Mücella’nın sözleri yüreğime inerken gözyaşlarım yüzümde yağmura karışıyordu. Hastalık yavaş yavaş ibarelerini gösteriyordu. Ölmeden Adnan’ı görebilecek miydim acaba?  Soğuk bir kış sabahıydı. Artık sabahları zor uyanıyordum, öksürükle ciğerlerim sökülüyordu. Yorgun bitkindim. Mücella,’’Pınar.” diyerek heyecanla odama girdi.

Belli ki yüzümün renginden korkmuştu. Toparlayarak, “hadi sahile.” dedi. Yine heyecanlandım doğruldum. “kalk kalk!’’ dedi. Devam etti, ’’Neslihan telefon etti. Gelmişler dedi. ‘’Adnan da gelmişmiş’’? Dedim. Mücella’’ gelmiş.’’ dedi. Bir hevesle kalktım. Makyaj yaptım, giyindim, süslendim. Turgut abimin yüzüme acıyarak baktığının farkında bile değildim. “hadi bakalım eskimiş âşıklar sizi. Kız seni kaçırmasın ha!” Diye de espri de yaptı abim. Tebessüm ettim. İçim acıyordu. Döndüm abime, ’’korkma balıkçı. İstesemde gidemem.” dedim. Sahile doğru yürükken ağlıyordum. Kayalıklara geldiğimde Adnan bekliyordu. Çok afalladım. Sanki bir rüyada idim.

***

Açtı kollarını, koştum koştum ve nihayet sarıldık. Kaç dakika öyle kaldık bilmiyorum. “beni affettin mi Pınar’ım’’ dedi. Ben, ’’ne affedecek ne de geriye dönecek vakit kaldı Adnan.’’ Dedim. Gözlerimin içine derin derin baktı baktı ve baktı. “ne o veda eder gibi öyle. Ben seni Hollanda’ya götürmeye geldim.’’ dedi ve devam etti. “Artık seni asla bırakmam. Bizi ölüm bile ayıramaz.’’ dedi. Acı acı tebessüm ettim, ’’büyük söz söyleme.  Hem ben bu denizi, bu yeşili bırakamam.’’ Dedim. Adnan, “o zaman bende kalırım, iç güvesi olurum balıkçı Turgut’a.’’ dedi. Saatlerce konuştuk, konuştuk, konuştuk. Çoğu zaman hep Adnan konuştu. Sanki zamanı telafi etmek için çırpınıyordu.

Böylece her gün buluşuyorduk. Ben her gün günlüğüme notlar alıyordum. Son nefesime kadar yazacaktım. Neslihan sık sık geliyordu eski güzel günleri yâd ediyorduk. Bir akşam Adnan, “Uludağ’a gidelim.” dedi. Ve gittik de. Rüya gibi bir hafta yaşadık. Ne kadar güzeldi mutluluğu yaşamak. Sonra Kayseri’ye gittik Erciyes’te karlı günler çok güzeldi. Çok mutluydum. Tüm mutluluğumu birkaç aya sığdırmak ne kadar acıydı. Çok lüks bir oteldeydik. Yemekten sonra yorgunluk geldi yukarı çıktık. Öksürük ve göğsümdeki ağrı beni perişan etmişti. Ateşim çok yükselmişti. Adnan beni hastaneye götürmüş.

Yine hastanede gözlerimi açtım. Ama yanımda bu kez Adnan vardı ve gözleri kıpkırmızıydı. Yorgundum. Yavaşça fısıldayabildim, ’’öğrendin mi?” dedim. Adnan ağlıyordu.’’Neden sakladın benden, neden Pınar’’ dedi. “Senden hiç bir zaman bir şey saklamadım Adnan, sen beni görmedin göremedin.’’ Dedim. Adnan pişmanlık ve üzüntü içindeydi. ’’Adnan götür beni yeşil cennetime, köyüme götür.’’ dedim. İki gün sonra hastaneden ayrıldık. Uçakta çok yorgun ve bitkindim. Bunları günlüğüme not ederken saatlerin hızla yürüdüğünü, zamanın beni ölümün kucağına atmak için ne kadar acele ettiğini görüyordum.

***

Artık çoğu zamanımı yatakta geçiriyordum. Tuğra büyük bir keder yaşıyordu, çok üzgündü. İzinli gelmişti. Ailem, Adnan, can dostum Neslihan yeğenlerim, herkes toplanmıştı. Sofralar kuruluyor buruk muhabbetler oluyordu. Adnan beni bir an olsun bırakmıyordu. Kâh bahçede, kâh içerde, kâh Adnan’ın omuzunda. Bazen abilerimin omuzuna başımı koyuyor sohbetlerini dinliyordum. Sarı saçlarım dökülmüştü. Bazen sarı peruk takıyordu Mücella. Bazen yarım başörtüsü, bazen makyaj bile yapıyordu. Dün gece rüyamda annemle ben babamla balığa çıkmıştık. Tekne beyaz sümbül doluydu. Ben teknenin burnunda kollarımı açtım. Uçsuz denize bakıyordum. Arkamı dönüp annemle babama bakınca ne tatlı ne kadar sıcak bir tebessümdü. İçim ısınıyordu.

***

Sevgili günlük; çocukluk anılarımı, abilerimle tatlı anılarımı, yaşadıklarımı ve Adnan’ımı sana açtım. Hep seninle dertleştim. Sen benim sırrımsın. Adnan’la evlenirken babam, ’’ben seni okula giderken bile özlerken sen nasıl Hollanda’ya gidiyorsun demişti. Ben, ’’cahil kafam, ah babam üzülme. Tatillerde gelicim.” diyordum. Anacığım valizimi hazırlarken, “ah benim deniz gözlüm. Ben kimin saçını örerim, 20 yaşında gurbetlere kaçıyorsun.” Diyerek çok ağlamıştı. Abilerim, beni gözlerinden esirgeyen abilerim. Annemizin yanında sen yatacaksın ben yatmacam kavgası yapıyorduk. Ne güzel günlermiş. Bu günde bitti. Acaba sabahı görecek miyim?

Hiçbir aşk aile sevgisinin yerini tutmuyormuş. Ah deli kız ahh! Dün gece abilerimle helalleştim. Canım günlük inan bana tek tek yazacak gücüm kalmıyor artık. Fakat abilerim ile didiş döğüş beni çokların üstünde çok sevmiş kardeşlerim. Benim onlarda hiç hakkım yok ki! Ama varsa helal olsun. Mücella ile helalleşirken çok zorlandım. Bana çok annelik etti. Neslihan ile bakıştık, gözlerindeki yaşları saklamakta güçlük çekiyordu. “Neslihan!’” dedim. “biliyor musun?  48 yaşımda ölüyorum. En güzel tülbentti bağla mezar taşıma. Neslihan, ’’sus Pınar’ım etme. Etme Pınar’ım.” derken yüzümü gözümü öpüyordu.

“Beni güzelleştir Neslihan.” dedim. Neslihan makyaj yaptı, peruğumu taktı en güzel elbisemi giydirdi. Adnan’ın kolyesini taktım. Adnan’a güzel görünmeliydim. Adnan gözlerime baktı baktı ve baktı. “bak Adnan, kolyenin içine bak dedim.” Açtı kolyeyi ikimizin resmi vardı. “Adnan bu kolye yüzünden ben Nihat’tan çok dayak yedim. Çıkarsamda sakladım. Ama içindeki resmi hiç çıkarmadım. Ben seni çok sevdim Adnan. Sana evlat veremedim ama canımı verecek kadar çok sevdim. Adnan ellerimi öperken yüreğim ısındı, canıma can geldi. Neden tam mutlu olacağım zaman ölüyordum. Ohhh günlük ohhh gidiyorum. Hoşça kal Egedenizi, yeşil cennetim. Annem sık sık gelir oldu saçımı okşuyor. Uykum geliyor, korkuyorum uyumaya. Bir daha uyanamam diye. Artık ağrılarım yok.  Adnan’ı en son hayal olarak gördüm.

“Allah’a ısmarladık Adnan, sevdiğim. Kardeşlerim, canlarım, ben sonsuzluğa gidiyorum. Yaşam bitti, hayatım bitti. Hoşça kal yalan dünya. Hayat bir gün, koca ömür bir gün gibiymiş. Hoşça kal günlüğüm. Artık yazmaya gücüm kalmadı. Hakkınızı helal edin dostlar elveda…

***

Değerli gönül dostları, Pınarın son sözleri idi bunlar. Nereden bilecektik? Pınar her sayfaya tarih atıyordu. Biz almadık tarihleri ve bazı özellere saygımızdan ötürü girmedik çok özel konulara. Son yazdıklarının sabahı Pınar ruhunu teslim etti. İki yıl sonra da Adnan’ın kalp krizinden vefat ettiğini ve Kayseri’ye defnedildiğini öğrendik. Mücella hanıma “Yaşamım ibret olsun.” diye vasiyet etmişti Pınar. Bu hazin hayat hikayesini kaleme almak bizlere nasip oldu. Günlükteki bu satırları yengesinden müsaade alarak sizlere aktardık. Boynundaki kolyeyi Turgut’un kızı Ayça hala taşımaktadır. Ayça evlenmiş bir de oğlu vardır. Rahmetin bol olsun Pınar.  Rahmetin bol olsun Adnan bey.

 

SON

Bizlerde Ufuk Media olarak rahmetli Pınar kızımıza ve tüm yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Yazarımız Yaşar İçyüz’e de böyle bir öyküyü bize aktardığı için teşekkür ediyoruz.

29-03-2021

Simytech     Sifa