PIKNIK

İyilik etmeme dünyası

Yayınlama: 10.12.2019
A+
A-

İyilik ettiğin kişinin kötülüğünden sakın derdi her zaman rahmetli annem. Geçenlerde tesadüfen okuduğum bir hikayeyi sizlerle de paylaşmak istedim;

…Bir  zamanlar bir şehirli ile bir köylünün tanışıklığı vardı.

Köylü şehre geldikçe, o tanıştığı şehirlinin misafiri olur; her yıl iki üç ayını şehirlinin evinde geçirirdi. Bu misafirlikte köylünün ne ihtiyacı varsa, şehirli onu karşılıksız olarak yerine getirirdi.

Köylü bir gün şehirliye şöyle dedi: “Ey efendim! Siz hiç köye gelmez misiniz?

Allah aşkına bütün çocuklarını getir. Şimdi mevsim tam ilkbahardır. Ya da yazın meyve mevsiminde gel. İstersen akrabalarını da getir. Üç dört ay kal.”

Şehirli, köylünün bu davetini kabul etmek istemedi. Onu başından savmak için bahaneler uydurdu. Ve “Bir ara gelirim” dedi.







Bu sözün üzerinden yıllar geçmişti. Köylü her şehre gelip onda misafir olduğu zaman: “Ne vakit geleceksiniz?” Diye soruyordu.

Şehirli, bu soruyla ne zaman karşılaşsa: “Bu sene işten güçten fırsat bulamadık. Seneye inşallah,” derdi.

Köylü, bu gelişinde de teklifini tekrarladı: “Ey ikram sahibi! Çoluğum çocuğum sizi bekliyor,” diye ısrar etti.

Köylü, her yıl leylek gibi şehirlinin damına konardı. Ev sahibi şehirli, yine köylüye ikramını yapar, kol kanat gererdi. Nihayet son defa cömertlik sahibi şehirli, tam üç ay köylüyü misafir etti. Köylü bu ikramlardan sonra şehirliye:







“Hani bana gelip misafir olacaktın. Hep beni aldatıyorsun. Bu sefer geleceğine dair yemin etmeni istiyorum,” diye şehirliye yemin ettirdi.

Aradan on yıl daha geçti.

Her yıl köylü bir çeşit yalvarışlar, vaatler, yeminlerle şehirliyi köye davet etti.

Şehirlinin çocukları bir gün: “Baba, köylüye çok hakkın geçti.

Onun için nice zorluklara katlandın, zahmetlere girdin. O istiyor ki sen de ona misafir olasın. Böylece o da haklarının bir kısmını ödesin.

Köylü bize “Babanızı köye getirin” diye ricada bulundu. Artık gidelim.”

Şehirli çocuklarına: “Dediğiniz doğrudur, fakat “İyilik ettiğin kişinin kötülüğünden sakın” denilmiştir. Dostluk, son demdedir. Ben köylü ile dostluğumuz bozulur diye korkuyorum,” dedi.

Köylünün üst üste haber gönderişi şehirliyi çok zor durumda bıraktı. Bir taraftan da çocukları ısrar ediyorlardı: “Baba, köye gidersek biz orada gezer oynarız.” Diyorlardı. Şehirli yine çok bahaneler uydurdu. Ama artık ısrarlara dayanamayarak köye gitmeye karar verdi. Yol hazırlıklarına başladılar. Hazırlıklarını bitirince de katırlara binip köye doğru yola koyuldular. Gündüz güneşten yüzleri yandı, geceleyin de ay ile yol bulmayı öğrendiler. Köy göründü, göründü ama o köylünün köyü değildi. Şehirli başka yola saptı. Bir ay kadar köyden köye koştular. Çünkü gidecekleri köyün yolunu bilmiyorlardı. Artık köye, köylüye de doymuşlardı.

Bir ay sonra kendileri aç, hayvanları yemsiz, otsuz olarak aradıkları köye ulaştılar. Misafirler köylünün evini sorup buldular, yakınları gibi kapıya koşuştular. Ama evdekiler kapıyı açmadılar. Şehirli bu kötü davranıştan çok üzüldü, deli oldu. Gecenin ayazında, gündüz güneşin yakıcılığı altında tam beş gün beş gece kapının önünde kaldılar. Şehirli, köylüyü gördükçe selam veriyor; Ben filanım, adım da şu, diyordu.

Köylü ise adamı tanımazlıktan geliyordu: “Olabilir, yani belki doğru söylüyorsun ama, sen kimsin, iyi bir adam mısın; değil misin nerden bileyim?” Deyince şehirli şaşkınlıktan dilini yutacaktı neredeyse: “Yahu nasıl böyle söylersin? Benim soframda yemek yedin. Aylarca misafir olmadın mı?” Diye sordu.

Köylü ise: “Saçma sapan ne söylenip duruyorsun? Ben ne seni tanıyorum; ne adını biliyorum, ne yerini.”

Böylece günler geçti. Beşinci gece havada bulutlar toplandı. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Yağmurun etkisiyle şehirlide bıçak kemiğe dayandı. Ev sahibi köylünün kapısına geldi. Vurmaya başladı.

Köylü, yüzlerce ısrardan sonra kapıya geldi. “Ne istiyorsun ey Allah’ın kulu?”dedi.

Şehirli çok kızgındı: “Ben eski haklarımdan vazgeçtim. Sana yaptığımı sandığım iyilikleri terk ettim. Yakıcı sıcakta perişan oldum. Şimdi şu yağmurlu havada bir yer göster ki bir sevap kazan. Bak çoluk çocuk perişan oldu çadırda,” dedi.

 

“Tamam,” dedi köylü.” Şurada bir küçük kulübe var. Bahçıvan orada bağ bahçe bekler, bekçilik yapar. Sen de aynı görevi yapar, bu zahmete katlanırsan orası senin olsun.”

Şehirli dedi ki: “Sana hizmet ederim. Yeter ki sen ba­na bir yer göster. Ben uyumam, üzümleri beklerim. Eğer kurt gelirse onu okla vururum.” Böylece şehirli o gökten boşanırcasına yağan yağmurlu gecede kulübeye sığındı. Birbirlerinin üzerine yığılarak kulübede kalmaya başladılar.”

Bir taraftan da: “Ey Allah’ım! Bu hal bize layık mı?” diyorlardı.

Şehirli elinde ok ve yay olduğu halde bütün gece bağı bekliyor, kurda karşı önlem alıyordu. Kurt bir zarar vermesin diye etrafı gözetliyordu. Öte taraftan kulübede sivrisinek ve pire, birer kurt gibi çocukları ısırıyordu. Böylece vakit gece yarısına geldi. Ansızın tepede bir kurt karaltısı belirdi. Şehirli yayını kurup bir ok attı ve hayvanı vurup öldürdü.Hayvan vurulup düşerken yellendi. Köylü o sesi duyunca:

“Eyvah, ey kötü adam!.. Senin vurduğun benim eşeğimin sıpasıdır,” dedi.

Şehirli: “Hayır, o bir kurttur. Karaltısına baksana, kurt olduğu besbelli,” dedi.

Köylü: “Hayır, ben eşeğimin sıpasını ardından çıkan yelin sesinden bilirim. Suyu şerbetten nasıl ayırt edersem, onu da öyle tanırım. Bahçede gezen sıpamı öldürdün. Neşeli gün yüzü görmeyesin,” deyince şehirli:

“İyi bak,” dedi.” Şimdi gece vakti. İnsan geceleyin iyi göremez.”

“Ben onu tanıyorum. Ben sıpamın yellenmesini tanırım.”

Şehirli artık dayanamadı, yerinden fırladı; köylünün yakasını tuttu ve ona şöyle dedi: “Ey hileci ahmak! Sen galiba sarhoş olmuşsun. Şu karanlıkta sıpanı yellenmesinden tanıyorsun da, beni, kırk yıllık arkadaşını nasıl tanımıyorsun?”

İşte kıssadan hisse…

Bu hisse dost bildiklerim ama yanıldıklarıma gelsin. Benden tavsiye: Siz de, siz-siz olun yıllardır tanıyorum demeyin.  Kimseyi tanıyamıyorsunuz.

Ya da onlar iyi oyuncu…

Tekrar görüşünceye dek, sevgiyle kalın…

Simytech     Sifa