Yıl 2016, aylardan Şubat…
Avrupa Birliği yetkilileri ile Balkan ve Doğu Avrupa ülkelerinin liderleri mülteci krizini görüşmek üzere bir araya geldi. O zamanlar günümüzün Rusya-Ukrayna savaşı henüz meydanda yok.
Zamanın Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker’in çağrısındaki zirvede en dikkat çeken çıkışı zamanın Slovenya Başbakanı Miro Cerar yaptı. Cerar bu görüşmede somut adımlar atılmazsa AB’nin dağılmaya başlayacağını söyledi.
Ancak bu görüş günümüze değin bakıldığında havada kaldı.
Yani Avrupa Birliği’nin dağıldığı felan yok.
Dağılmaz da!
Niye?
Çünkü düğümün ucu kendi ellerinde de ondan.
Sen elindeki düğümü çözmek için çaba sarfetmez de köreltmek için çaba sarfedersen buna şu iki şeyden biri denir herhalde. Ya salaklık, ya uyanıklık. Artık nasıl anlarsanız.
ACELE ETMEZSEK AİLELER DONARAK ÖLECEK
Mini zirvenin çağrısını yapan Avrupa Komisyonu Başkanı Juncker aynı zirvenin öncesinde Alman gazetesi Bild’e de açıklamada bulunarak, “Geçen her gün önemli. Acele etmezsek çok yakında Balkanlardaki soğuk nehirlerde mülteci ailelerin donarak öldüğünü görmeye başlayacağız.” uyarısı yapmıştı.
Uyarılar her zaman iyidir, tedbir amaçlı ve iyi niyetli olduğunu düşünürsünüz. Peki ya zırvalamalar? Onlara ne dersiniz? Bir hatırlayalım mı?
‘VURULSUN’ DİYEN DE VAR ‘DENİZE DÖKÜLSÜN’ DİYEN DE
Yine zamanın Yunanistan Göç Bakanı Ioannis Mouzala, Belçikalı mevkidaşı Theo Francken’in, bir toplantıda kendisine, “Sığınmacıları denize geri dök. Üzgünüm ama boğulup boğulmamaları umurumda değil.” dediğini iddia etmişti.
ALMANYA’DAN DA KORKUNÇ ÖNERİ GELMİŞTİ
Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) lideri Frauke Petry meclise, “Yasa dışı yollarla ülkeye giren mülteciler gerekirse vurulsun.” önerisinde bulunurken, paylaşmayı bu denli hazmedemeyen Danimarka ise sığınmacıların fazla para ve ziynet eşyasına el konulmasına karar vermişti.
Evet, vicdanını sorgulama cesaretini gösteremeyen o günlerin en büyük sorunu olan mülteci krizi sanki bitmişçesine şimdilerde savaşlara odaklanan Avrupalı liderlerin değişen bir tarafı yok. Bitme noktasına gelen Gazze ve Filistin halkı umurlarında bile değil. Onlar umurlarında değilken bir başka şeyi çok umursuyorlar ama. O da Türkiye. Adeta bizimle yatıp bizimle kalkıyorlar. Özellikle de ekonomimiz ve son zamanalrın çok konuşulan Türk Savunma Sanayii
Ve aylardan Ocak yıl 2024
Alman Die Welt gazetesi, Türkiye’nin dünyada giderek daha da önem kazanan bir ülke olduğunu yazdı.
Almanya’nın önemli haber kaynaklarından olan Die Welt, TBMM’nin İsveç’in NATO üyeliğine onay vermesinin ele alındığı haberinde, “ABD’nin nüfuzunu kaybettiği ve yeni güç kutuplarının ortaya çıktığı bir dünyada Türkiye giderek önem kazanıyor. NATO için Ankara; Avrupa, Kuzey Afrika, Orta Doğu, Kafkaslar ve Karadeniz arasındaki stratejik noktada savunmaya hazır olduğunu göstermesi açısından vazgeçilmezdir.”
Şimdi bunu neden dedim?
Malumumuz, bizim toplumda; her şerde, her kötüde, her olmazda ve her çıkmazda günah keçisi olarak Erdoğan’ı gören bir tuhaf zümre oluştu. Lafı fazla eveleyip gevelemeden; Bu uzunca geçmişin analizi sonrası 31 Mart seçimleri öncesinde bu zümreye vereceğim iki örnek var.
Bunlardan birincisi tam bir itiraf; diğeri ise oldukça düşündürücü bir kıssas. Ola ki kıssadan hisse alına.
İTİRAF ŞÖYLE:
2010 yılından beri ülkesini yöneten Macaristan Başbakanı Viktor Orban İspanya’nın önde gelen gazetelerinden ABC’ye verdiği bir röportajda şunu söylemişti, “Erdoğan güçlü bir lider olduğu için ‘günah keçisi’. Uluslararası medya her ne kadar Erdoğan’ı ‘günah keçisi’ ilan etse de, ben şahsen saygı duyuyorum.”
Bu açıklamayı bazıları ballandırılmış bir Erdoğan yandaşlığı olarak görebilir. Ancak Orban’ın şu cümlelerine bakılırsa gerçeğin ne denli dışa vurduğunu anlamış olacağız herhalde. Aynı açıklamada Orban, “Eğer Türkiye’nin gelişmesi gerçekten isteniyorsa, o zaman hoşlarına gitse de gitmese de o ülkede güçlü bir lidere ihtiyaç var. Ancak Avrupa’da güçlü yöneticiler sevilmiyor, bilakis ‘tehlikeli’ olarak addediliyorlar. Zayıf liderler ise ‘iyi’ kabul ediliyor.”
KISSASA GELİNCE
Büyük İslam âlimi Hasan-ı Basri özel bir yere sahip olan mümtaz bir şahsiyet. Büyük âlimlerin düşmanları çok olur ve pek hazmedilmezler. Çok da dedikoduları yapılır, çekiştirilir durulurlar sürekli. Hem dünyalarını hem de ahretlerini illa ki kirletecekler ya.
Neyse!
İşte o günlerde, bahtsız bir adam Hasan-ı Basri’yi çekiştirip duruyormuş. O, bu mümtaz insanı çekiştirdikçe Hasan-ı Basri’de bu utanmaz dedikoducuya sürekli hediye gönderirmiş.
Bir gün adam dayanamayıp sormuş: ‘Ben sürekli sizin aleyhinize konuşuyor, insanları sizden uzaklaştırmaya çabalıyorum. Siz ise bana hediye gönderiyorsunuz. Nedir Allah aşkına bunun sebebi?’
Hasan-ı Basri şöyle cevap veriyor:
‘Çok basit. Sen benim aleyhimde konuştukça günahımı alıyor, sevabımı ise çoğaltıyorsun. Oysa benim günahımı yüklenip öyle geleceksin mahşere. Ben ise sana acıdım ve bari, ‘bunca yükün ve hamallığın karşılığını bu dünyada vereyim.’ dedim. Onun için sana hediye gönderiyorum. Yani anlayacağın, sen konuştukça ben de hafifliyorum.”
Vesselam,