Tarih birçok kez olduğu gibi tekerrür ediyor. Biz yenilgilerimizle yüzleşmeyi başaramadığımız ve gereken dersleri çıkaramadığımız sürece devam edecek gibi duruyor. Bu defa olay mahallinin Gazze olması işin üstünde Mescidi Aksa’nın gölgesinin bulunması acımızı derinleştirdiği gibi utancımızı da büyütüyor.
Tarihten tam da bugüne uyan, yakın coğrafyamızdan bir örnek hatırlatayım. Girit adası Yunanistan tarafından ilhak edildiğinde İstanbul’da Osmanlı tarihinin en büyük mitingi düzenlenmişti, gerisini herkes biliyor.
Mitingler devlet gücünü tetiklemeye yarar, eğer devletten gücünden fazlasını beklersek boş hayal olur.1866’da Girit için yapılan büyük mitingden bu yana bu böyledir.
Yıllar geçmiş hatta belki de yüzyıllar ama bazı şeyler değişmiyor. Rüzgarını yitirmiş ve mağlup edilmiş bir millet olarak daha ne mitingler düzenleriz bilmiyorum ama “yarınlar umudun en sevdiği gündür” derler.
Bugün benzer bir çaresizlik içinde kendimizden başlayarak en yakınlarımızda duranlara saldırmaya başladık. Düşmanın en yoğun saldırdığı anlarda bile birbirleri ile kavga eden bir ordunun başarı ihtimalinin sıfır olduğunu bile bile çekişmeye devam ediyoruz. Hırsımızı düşmandan değil dostlardan çıkarmaya çalışıyoruz.
Türkiye kalibresinde bir devlet ancak elçi çeker, kınar ve birkaç uluslararası toplantıya katılır, ateşkes çağrısı yapar, bunun için politik çalışmalar yürütür. Bundan fazlasını beklemek hayal olur. Bu cümlenin altını kalın çizgilerle çizerek buraya bırakıyorum.
En çok dillendirilen ve tartışılan genel ya da kısmi ambargo uygulaması da bugünün Türkiye’sini aşan bir beklentidir. Ekonomik direnci olmayan ve vatandaşlarının en iyi tahminle ancak yüzde beşinin ilk aylarda destekleyeceği ve belki de ileriki aşamalarda bu desteğin yüzde birin de altına düşeceği bir ülkede yaşadığımız gerçeğini her ortamda dillendirdiğim gibi buraya yazılı olarak da not düşüyorum.
İdarecilerimiz geldiğimiz noktada kişisel duyguları ne olursa olsun, arkalarında duracak bir millet olmadığını hatta bugün en çok sesi çıkan İslami kesimin bile iş ciddiye bindiğinde onları yarı yolda bırakacağını az çok tahmin ediyorlardır. Zira çok yakın bir geçmişte Suriye meselesinde bunu yaşadık.
Türkiye tarihinin en onurlu adımlarından birini atıp hayatla ölüm arasında bir çizgi olarak sınırımıza yığılan insanlara kapıları açtığında alkışlayanların ne kadarı bugün hala aynı fikirdedir bilemiyorum. Bu işin faturasını devlet ve millet olarak ödedik ve ödemeye devam ediyoruz. Endülüs’te katliamdan geçirilen Müslümanlara ecdadımızın yardım elinin ulaşmadığı gibi bugün de Gazze’de katliama maruz kalan Müslümanlara devletimizin yardım eli uzanamıyor.
Geçtiğimiz 2010 ile 2020 yılları arasında her türlü diplomatik ilişkiyi kestiğimiz İsrail işgal devleti ile ticari ilişkilerin gayet normal hatta gelişerek devam ettiğini de hatırlayalım. Tüccarlarımızın ticari etik anlayışı ve devletimizin dış ticaret politikası budur. Bunu değiştirmeye Erdoğan’ın bile gücü yetmemiştir.
Ambargo uygulayamıyor ve hatta ticareti kesemiyoruz. Bu aşamalarla ilgili tartışmanın bir anlamı da kalmadı. Bunu isteyenlerin haklı olduğunu kabul ederek, çaresizliğimizin birbirimizle kavgaya dönüşmesinin ancak küresel işgalcilerin işlerini kolaylaştırdığını görmemiz gerekiyor.
Bakın batıda birkaç yüz insanın bir konuda sokağa çıkması normalde büyük olaydır. Her bir kişi en az bin kişinin temsilcisi gibi algılanır ve ona göre ciddiye alınır. Bu süreçte batıda olanları biliyoruz. Milyonlar sokaklara her gün dökülüyor ama neticeye dair en küçük bir faydası olmadı, olamadı.
Söz yürüyüşlere gelmişken, dünya üzerinde en cılız tepkinin bizde gösterildiğini ve miting alanında bile birlik sağlayamadığımızı da not edelim. Şehirlerimizde bu işleri organize edenler yakinen bilirler bu durumu.
Gazze konusunda söylenecek her şeyi söyledik, çağrı yapılacak her yere seslendik, duyulmadı. Yürünecek her eyleme katıldık, bir adım ileri gidilmedi. Herkese kızdık, lanetledik ama yine değişen bir şey yok.
Artık bir sonraki aşamaya geçsek mi acaba?
Sahi var mı öyle bir aşama?
Her birimiz kendi veri tabanımızda olan kadar biliyor ve anlıyoruz. Herhangi bir canlıya asla reva görülemeyecek muamelelerle katledilen insanların acısı bizi minik bir çizik kadar etkiliyor. Profesyonel insanlar olduk. Allah(cc) sonumuzu hayreylesin.
Umudu olan, beklentisi olan kızar. Gazze konusunda yere gölgesi düşenlerden herhangi birinden bir umudum olmadığı ya da kalmadığı için kimseye kızmıyorum artık.
Neticede ahlaki olarak her bakımdan haklı ve üstün olan taraf Müslümanlar oldukları halde, bunun geçerli dünya düzeninde herhangi bir değeri, karşılığı ya da ağırlığı olmadığını görmek zorundayız. Bütün fikrimizi zikrimizi gücümüzü bu ağırlığı artırma yolunda harcamak yapabileceğimiz en değerli şey olacaktır.
Kader hükmünü icra eder, devran elbet döner, hesaplar elbet görülür. Allah(cc) el-muntakimdir!
İman yetimdir, küfrün ise anne babası, sahibi, destekçisi ve taraftarı çoktur! Gazze imanın güneş yüzlü bir çocuğu olarak bugün yetimdir. Başının okşayana cennet vadedilen bir yetim! Eli eren, gücü yeten, hiç değilse dili laf eden mutlaka bir şey yapmalı, bir adım atmalı ya da bir söz söylemelidir.
Kendi adıma yaşarken Mescidi Aksa’nın yıkılış görüntülerini izlememeyi temenni etmekten daha iyi bir dileğim kalmadı.