Avrupa’nın korunma ve dışlama politikaları
Hollanda, anayasasında değişiklikler yaparken, Ukrayna-Rusya savaşı nedeniyle Avrupa Birliği ilişkileri gerginleşmişken, bir anda, siper kaybettiğini düşünenlerin aklına Türkiye geldi. Hızla, vize kolaylığı konusunda adımlar atılmaya başlandı. Avrupa Birliği açısından bu sürecin başlaması, Türkiye’nin, kendi sınırları üzerinden Avrupa topraklarına geçiş yapan mültecileri geri kabul etme anlaşmasını onaylamasıyla oldu. Zira Avrupalılar için asıl mesele, sahip oldukları kaynakları başkalarının ortak kullanmasına engel olmaktı.
Avrupa’nın gerginliği, İtalya sahillerinde umutlarını arayan yüzlerce insanın denizle buluşarak hayatını kaybetmesiyle tavan yaptı. Bu dramatik kayıplar, Avrupa’nın vicdanını değil, korunma ve dışlama güdülerini harekete geçirdi. Bunun sonucu olarak, Bulgaristan örneğinde olduğu gibi sınırlara duvar örmeye kadar varan sert önlemler alındı. Türkiye, bu adımlar karşısında kendine bir yol açtı. Mülteci krizine, sınır güvenliğini sağlamanın ötesinde, insani bir yaklaşım sergileyerek tepki verdi.
Türkiye’nin insani durumu: Suriye ve diğer mülteciler
İşte Türkiye’nin adımları, sadece Avrupa Birliği’nin ortaklık ilişkilerini değil, insani bir sorumluluğu da kapsayan bir hikaye oluşturuyor. Bugün Türkiye, 3,5 yıl sonra vize muafiyeti sağlayacak anlaşmalarla ilgili hızla ilerlerken, aslında çok daha büyük bir sorumluluğun altına girmeyi kabul etti: Suriye’den ve diğer bölgelerden gelen milyonlarca mülteciye, savaş, açlık, yokluk ve can güvenliği tehdidiyle mücadele etmek zorunda kalan insanlara kucak açmak.
Bu süreçte, Türkiye’nin Suriye’deki mevcut durumu göz önüne aldığında, adımlarının ne kadar ibret verici olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Suriye’deki iç savaş, halkın yaşamını alt üst etti ve bir milyondan fazla insan hayatını kaybetti. 13 milyon insanın evini terk etmesine ve büyük bir kısmının komşu ülkelere, özellikle Türkiye’ye sığınmasına yol açtı. Türkiye, yalnızca sınırlarını değil, insanlık sınavını da geçti. Bugün, Türkiye’de 4 milyon mülteci barınıyor ve bu insanlara insani yardımlar, barınma ve sağlık hizmetleri sunuluyor.
Türkiye’nin insanlık sınavı ve Avrupa’ya verdiği ders
Avrupa’nın, mültecilerin geldiği coğrafyalardan uzak durma çabaları, Türkiye’nin insani yükümlülüklerini ve bölgesel sorumluluğunu daha da belirginleştirdi. Türkiye, her türlü ekonomik ve siyasi sıkıntıya rağmen, mültecileri sadece kendi sınırlarında tutmakla kalmadı, aynı zamanda onlara daha güvenli bir yaşam sunmak için her türlü çabayı sarf etti. Avrupa Birliği, bu durumu görmezden gelerek sınırlarını kapanırken, Türkiye’nin sergilediği bu büyük insani yardım, sadece ülkemizin değil, tüm dünyanın takdirini hak ediyor.
Türkiye’nin vize muafiyeti anlaşması, Avrupa’nın sınır güvenliğiyle ilgili endişelerinin gerisinde, bir başka boyutu gözler önüne seriyor: Avrupa, Türkiye’nin insani yaklaşımına kayıtsız kaldığı sürece, mültecilerin yaşadığı dram sadece politik bir mesele olarak kalmayacak, aynı zamanda tüm dünyanın vicdanını zorlayacak bir soruna dönüşecektir. Türkiye’nin, insanlık için verdiği bu sınav, Avrupa’nın yaptığı sert politikaların aksine, dünyaya onurlu bir mesaj vermektedir.
Bugün Türkiye’nin attığı adımlar, sadece siyasi bir hesaplaşma değil, insani bir duruş sergilemenin göstergesidir. Avrupa’nın “mülteci dışlama” politikalarına karşı Türkiye, “insanlık dışı” diye tanımlanabilecek bir yol izlememiştir. Ve bu, belki de Avrupa’nın göremediği en önemli dersidir: İnsanlık, sadece sınırların arkasında, egemenlik haklarının korunmasında değil, bir insanın hayatına değer vermekle ölçülür.
Türkiye, verdiği bu dersle sadece kendi coğrafyasındaki mülteciler için değil, tüm dünyaya insani sorumluluk ve vicdanın ne demek olduğunu hatırlatmaktadır. Bu onurlu tutum, Türkiye’nin Avrupa Birliği serüveninde ne kadar önemli bir dönemeç olduğunu kanıtlamaktadır. Ve belki de asıl sorulması gereken soru şudur: Avrupa, insani yükümlülüklerin ne kadarına katlanabilir ve Türkiye’nin verdiği bu örnek, Avrupa’yı ne kadar dönüştürebilir?
Vesselam,