
Trump’un İsrail parlamentosundaki çıkışının ardından Mısır’da yapılan toplantı, birçok kişinin zihninde aynı soruyu uyandırdı: Bu sadece Müslümanların gazını almak için mi düzenlendi, yoksa gerçekten kalıcı bir çözüm arayışı mı var? Bu sorunun cevabını zaman gösterecek elbette. Ancak tecrübeyle sabittir ki Ortadoğu’da sözden çok, icraat önemlidir; hele ki İsrail gibi anlaşmalara sadakati sorgulanan bir aktör söz konusuysa...
***
Bugün karşımızda yıllardır tanıdığımız ama bir türlü güvenemediğimiz bir tablo var. Bir yanda “barış” diyen liderler, diğer yanda hala süren abluka, yıkıntılar, gözyaşı… Her yeni toplantı, her yeni ateşkes çağrısı, sokaktaki mazlumun kulağına artık sadece “daha fazla bekle” demekten öteye geçmiyor.
***
Her memleketin bir delisi olurmuş; o da dünyanın delisi sanki. Trump’tan bahsediyoruz. 40 akıllıyı peşine takması bir yana, Cumhurbaşkanımızı sık sık övmesi de bir başka ilginçlik. Hani derler ya, “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni neden öptü?” Bizde bu laf boşa söylenmez. Hele ki siyasette kimse kimseyi sebepsiz yere övmez. Hele ki Trump gibi sözleriyle adeta diplomatik satranç oynayan biri… Onun övgülerinin ardında sadece dostluk mu var, yoksa bir strateji mi? Bunu da sorgulamak zorundayız.
Trump’ın bu coğrafyaya dair geçmiş sicili ortada. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan, Golan Tepeleri'ni İsrail toprağı sayan, büyükelçiliği taşıyan bir liderin bugün Filistin meselesine “tarafsız arabulucu” rolü biçmesi, kamuoyunda doğal olarak büyük bir şüpheyle karşılanıyor. O yüzden onun Filistin'e dair yaptığı her açıklama, masum bir niyetten çok, stratejik bir hamle gibi görülüyor.
***
İsrail’e gelince...
Geçmişe bakınca yapılan nice anlaşmanın kağıt üstünde kaldığını, imzaların bombalarla silindiğini gördük. Yani, bugüne kadar yaptığı anlaşmaların çoğunu ya bozdu ya da fiilen uygulamadı. Barış sadece imza atmakla değil, o imzanın gereğini sahada uygulamakla sağlanır. Ve bunu şu ana kadar göremedik. Oslo sürecinden bugüne yaşananlar hafızamızda taze.
Kısacası İsrail’in bu son gelişmeler ışığında gerçekten bir sorumluluk üstlenip üstlenmeyeceği konusunda ciddi şüpheler var. Gazze’ye yönelik saldırıları her “ateşkes” çağrısından sonra daha da şiddetlendi. Kimi zaman müzakereler sürerken bile bombalar yağdı. Bu da ister istemez soruları beraberinde getiriyor: Bu toplantılar sadece vitrin mi? Asıl kararlar sahada mı alınıyor?
Bu güven erozyonunu toparlamak, ne toplantılarla ne de fotoğraf kareleriyle olacak gibi görünmüyor.
***
Ortadoğu artık "gaz almakla" yetinmeyecek kadar yorgun ve bilinçli. Halklar gözünü açtı. İnsanlar gerçek adımlar istiyor. Sözle değil, eylemle gelen barış bekleniyor. Lafta kalan birlik mesajları değil, sahada hissedilen adalet aranıyor. Eğer Trump ve onun gibiler bu sefer gerçekten samimiyse, bunu sözlerinden değil, attıkları adımlardan anlayacağız. Sadece Filistin için değil, tüm bölge için güven tesis edici adımlar atılmalı.
Aksi halde, yine aynı oyunun bir başka perdesini izlemekten öteye geçemeyeceğiz. Toplantılar yapılacak, açıklamalar gelecek, kameralar önünde tokalaşmalar olacak ama Gazze’de çocuklar yine uykusuz, hastaneler elektriksiz, insanlar umutsuz kalacak. Ve bu umutsuzluk en son Amsterdam’da 250 bin kişinin tek yürek olması gibi bir başka heyelanı da beraberinde getirecek.
Bu kez farklı olsun isterdik. Lakin geçmiş, umutlarımızın hep ensesinde. Ve bu coğrafyada insanlar artık lafa değil, icraata bakıyor.