Yeni Şafak gazetesi köşe yazarı ve Derin Tarih dergisi genel yayın yönetmeni araştırmacı seyyah yazar Taha Kılınç, bugünkü yazısında iki aydır dünyanın gözü önünde yaşanan soykırımın temellerini ve bize öğrettiklerini anlattı. Kılınç yazısında 7 Ekim saldırısı sonrası hem Müslümanların hem de gayri müslimlerin alacakları dersleri özetlediği yazısında boykot konusu da değindi:
“Bir Müslüman, zaten hayatı boyunca bazı yiyecekleri, bazı içecekleri, bazı giyecekleri, bazı mekânları, bazı kavramları, bazı insanları boykot eder. İslâm’ın “haram” dediği şeyin adı, modern dilde “boykot”tur. Meseleyi böyle düşünmek şart.”
İşite Taha Kılınç’ın köşe yazısı:
Hamas’ın 7 Ekim 2023 sabahı İsrail’e düzenlediği operasyonlardan sonra, işgal güçlerinin Gazze’deki masum sivillere yönelik başlattığı soykırım, ikinci ayını yarın dolduruyor. Yaşanan insanî dramların dışında, birçok açıdan yeni ve derslerle dolu bir sürece şahitlik ediyoruz. Bütün dünyaya unuttuğu nice şeyi hatırlatan ve yepyeni şeyleri de şok dalgaları eşliğinde öğreten, sürprizleri bol bir süreç bu…
“Ne öğrendik?” sorusunu somutlaştırmak istediğimizde, bilhassa beş noktanın altını çizmemiz icap ediyor:
1) Ölüden dirinin nasıl çıkarıldığını öğrendik.
Kur’ân’da da sürekli vurgulanan “ölüden dirinin çıkarılması” hadisesi, gözlerimizin önünde ete-kemiğe büründü. Gazze’de birileri can verirken, dünyanın dört bir yanında vicdanlar uyanıyor, sesler yükseliyor, öfkeler kabarıyor, sergilenen vahşete eşlik eden ikiyüzlülük insanların her şeyi yeniden ve en temelinden sorgulamasına yol açıyor. Binlerce -belki on binlerce- gayrimüslim, Gazzelilerin gösterdiği direncin ve her şeye rağmen taşıdığı umudun kaynağını sorgularken İslâm’la şerefleniyor. “Bu metanetin kaynağı ne?” sorusu, insanları İslâm’ın nuruna yönlendiriyor. Her gün gözlerimizin önünden, gözü yaşlı birilerinin samimi itiraflarını içeren videolar geçiyor.
2) İsrail’in her şeye kâdir olmadığını öğrendik.
İsrail’in gücünü, savaş ve istihbarat kapasitesini, dünyayı nasıl yönettiğini, herkesin ona nasıl boyun eğdiğini, coğrafyamızda Siyonistlerden habersiz kuş uçmayacağını vs. telkin ettiler yıllarca bize. Oysa şimdi karşımızda her açıdan dökülen, hıncını sadece masumları savaş uçaklarıyla bombalayarak çıkarabilen, askerî operasyon kabiliyeti ve istihbaratı ciddi zaafa uğramış, moral yönünden çökmüş, temsil iddiasında olduğu dine ve ırka yönelik nefret dalgasını körükleyen bir işgal devleti var. Sadece esir takasları sırasında ortaya çıkan PR faciaları bile, İsrail’in mizah konusu hale getiriyor ve tartışmaya açıyor. Bu hasarı asla toparlayamayacaklar. Dünyada bir korku duvarı yıkıldı ve bir eşik aşıldı, bunun devamı da gelecektir.
3) Boykotun, ömürlük bir duruş olduğunu öğrendik.
Daha olayların ilk gününden itibaren, bazı büyük markalar açık bir şekilde soykırıma desteklerini açıkladılar. Onlar, İsrail’in ürettiği “Hamas eşittir DAEŞ” söylemini dünya kamuoyunun ezbere satın alacağını düşünüyordu, ama öyle olmadı. Müslümanlar ise, evlerine ve ceplerine dadanan bu akreplerle açık biçimde yüzleşmiş oldular. Şimdi, her şeyi en başından düşünme ve yaşadığımız hayatları baştan aşağı sorgulama, bazı alışkanlıkları tamamen terk etme zamanı… Boykot, sadece düşman, masumları bombaladığı zaman başvurulacak pansuman bir tedbir değildir. Bir Müslüman, zaten hayatı boyunca bazı yiyecekleri, bazı içecekleri, bazı giyecekleri, bazı mekânları, bazı kavramları, bazı insanları boykot eder. İslâm’ın “haram” dediği şeyin adı, modern dilde “boykot”tur. Meseleyi böyle düşünmek şart.
4) Türkiye’de İslâm düşmanlığının ne kadar yaygınlaştığını öğrendik.
Bu maalesef, yüzleşmemiz gereken çok ciddi bir problem. Bilhassa genç nesillerimizin kolayca kabullendiği bazı söylemler, ülkemizin geleceğini tehdit eder boyutlara ulaşmaya başladı. “Araplar…” diye başlayan nice cümlenin, açık bir şekilde İslâm ve insan düşmanlığına doğru evrildiği görülüyor. Eğer bu topraklarda Müslümanlar olarak bir istikbal hayal ediyorsak, bu düşmanlığa karşı her boyutta mücadele vermek zorundayız. Usulünü, içeriğini ve tatbikat biçimini tartışmak, uzun soluklu ve tutarlı stratejiler eşliğinde hareket geçmek mecburiyetindeyiz.
5) Çok çok çok çalışmamız gerektiğini öğrendik.
Aslında her meselede yolumuz aynı yere çıkıyor: Durmadan, soluklanmadan, neticeyi hemencecik görme saplantısına kapılmadan, ihlasla ve sabırla çalışmak… Kamuoyu oluşturmanın, düşmanı zayıflatmanın, mevzi kazanmanın, olumlu istikamette adım atabilmenin ve bizden sonrakilere sağlam bir emanet bırakabilmenin tek yolu bu. “Nasıl kazandılar?” sorusunun cevabı da burada, “Neden kaybediyoruz?” sorusunun bize bakan yönü de… Tarihin omuzlarımıza yüklediği sorumluluktan kaçmak mümkün olmadığına göre, yükü gönüllü biçimde omuzlamaktan başka çare görünmüyor.
Kaynak: Yeni Şafak