BIST 100
10.358,46 0,26%
DOLAR
40,1747 0,22%
EURO
47,0262 0,06%
GRAM ALTIN
4.335,04 1,20%
FAİZ
40,75 0,59%
GÜMÜŞ GRAM
49,63 4,01%
BITCOIN
117.744,00 0,01%
GBP/TRY
54,2934 -0,49%
EUR/USD
1,1689 -0,10%
BRENT
70,36 2,51%
ÇEYREK ALTIN
7.087,80 1,20%

Suriye: Müslümanlar hakkında hüsnü zanda yanılmak

Reklam
ahmet-sara
Reklam

Geçtiğimiz yılın 8 Aralık tarihi gerek Suriye gerekse diğer bölge ülkeleri için kayıtlara unutulmaz bir dönüm noktası olarak geçti. Suriye devrimi “Arap Baharı” olarak isimlendirilen sürecin en acılı, en uzun ve en ağır adımlarından biri olarak hedefine ulaştı ve ülke yeniden Suriyelilerin yurdu olduğu günlere döndü.

O günden bu yana defalarca yaptığım ziyaretlerde her seferinde sokaklardaki sevincin ve heyecanın arttığına, fertlerin duyguları kadar toplumun da kendine geldiğine adım adım şahitlik ettim. Her seferinde işlerin biraz daha yoluna girdiğini sevinerek gördüm.

Genel geçer dünya standartlarında müreffeh bir ülke olma yolunda hızla ilerleyen Suriye Arap Cumhuriyeti, devrimin sahipleri olan halkın beklentilerine cevap verebilmek için tüm kurumları ile yeniden ayağa kalkmaya ve bir şeyler yapmaya çalışıyor.

Bu süreç ne kadar sürer ne gibi duraklamalar ya da aksaklıklar olur, hesaplanan ve hesapta olmayan ne gibi gelişmeler bu süreci hızlandırır ya da yavaşlatır şu an bilemiyoruz. Yaşayarak göreceğiz inşallah.

Ancak ilginç bir şekilde İslami camiada bu devrime bakışlarda bazı bakamayış halleri göze çarpıyor. Bunları ana hatlarıyla ele almaya çalışalım.

Bunlardan ilki sabık Nusayri yönetiminin en önemli destekçisi, hamisi ve celladı olan İran ve onun politik duruşunu körü körüne tasdik eden ve destek olanların duruşu. Bunlara göre devrim onların işgalini sonlandırdığı ve İran’ın bölgedeki yayılma politikalarını sekteye uğrattığı için zaten düşman olarak algılanıyor.

Kısaca İrancılar olarak tanımladığımız yerli birkaç parti ve cemaat çevreleri de bu minvalde İran’ın gerçeklerine iman ettikleri için sorgusuz ve akılsız bir bakış açısıyla onaylamaktan ve yeni yönetime saldırmaktan, hakaret etmekten, iftira atmaktan geri kalmıyorlar.

Bunların güç ve uluhiyetine kesin olarak iman ettikleri siyonistlerin ve büyük şeytan ya da bakış açıları ile büyük tanrı ABD’nin onay ve yol vermesi olmadan böyle bir şey olamazdı. Olduysa kesin onların eli vardır. Başka bir ihtimale kafalarında yer olmadığından hemen hepsi yeni yönetimi Siyonist ya da Abd oyunu diye isimlendirip kenara çekiliyorlar.

İran’ın ve İrancıların içlerinde ukde olarak kalan bu ağır yenilginin onlarda travma sebebi olması normal sayılabilir. Dile kolay, kırk yıllık “Şii Hilali” adı altında kurguladıkları Pers İmparatorluğunu yeninde diriltme planları bozuldu. İsrail’e komşu Suriye’de tüm askeri varlıkları ile yerleştikleri yıllarda tek kurşun atmadıkları için çizilen karizmalarını toplamaları ve İsrail’e vurabilecek tek ülke pozisyonunu yeniden elde etmeleri kolay olmadı.

Geçtiğimiz hafta yaşanan savaş fragmanı ile her iki taraf imaj tazeledi. İsrail yeniden küresel mağduru oynamayı başardı ve destek topladı. İran ise yeniden Siyonizm’le savaşan kahraman rolünü oynadı ve alkış topladı. Bu kısa savaşta her iki taraf da hedeflerine ulaştıkları için kazanan da her iki taraf oldu. Kaybeden ise yine Gazze…

Türkiye’deki İrancıların Suriye düşmanlığında İranlıları bile geride bırakacak kadar alçalmaları ise ayrı bir çalışma konusu. Bu kadar aşkla şevkle savundukları bir rejimin hükmü altında yaşamak istemeyecek kadar samimi olmaları da ayrı bir fıkra olabilir.

Diğer bir grup ise başından beri Suriye devrimini destekleyen ancak 2016’da Halep’in düşmesi sonrası umutları tükenen, başarının gelmeyeceğine inanan ve hatta bazıları bu sebeple sahayı terk eden, yardımları bile durduran İslami çevreler. Bunlar da yeni yönetimin İslami olamayacağını söylemek ve bunu ispatlamaya çalışmakla vakit geçiriyorlar.

Çoğunluğunun samimi olduğunu düşündüğüm bu arkadaşların kafasında biraz “DAİŞ”vari bir devlet anlayışı olduğundan belki kendilerince anlaşılır bir şeyler söylüyorlar. Kendilerinin herhangi bir İslami devlet tecrübesinin olmaması, sahayı ve gidişatı, insanların ve toplumların ihtiyaçlarını takip etmiyor oluşları, henüz çiçeği burnunda ve İslam dünyasının ortasında İsrail ile sınırı olan, batılı ve batıl tüm güçlerin her adımlarını takip ettiği ve endişe ile gidişatı izlediği bir aşamada istediklerinin neye mal olabileceğini hiç hesap etmeksizin konuşmaları, hiçbir şeyi beğenmemeleri, bireysel ya da toplumsal fıkhın 14 asırdan fazla bir zamandır uygulamalarını göz ardı etmeleri ile anlaşılması bir açıdan kolay ve bir tür hariçten gazel okuma tarzı söylemleri ile konuşulması ve tartışılması zor bir taraf oluyorlar.

Bu arkadaşlara bazı önemli nüansları hatırlatmakta fayda görüyorum.

Suriye devrimi başarıya ulaştığı 8 Aralık tarihine kadar bilfiil savaşan bir komutanın devlet başkanı olması ile sonuçlandı. Bu bariz gerçeğin birinci halka şahitleri ise bizzat mücadeleye canları ve malları ile katılan Müslümanlar oldu. Şimdi bunlar neredeler?

İçlerinden bir kısmı sürecin zaferini göremeden canlarını bu uğurda feda ettiler. Geriye kalanlar ise hala aynı noktada duruyor ve komutanlarına ya da yeni sıfatıyla Suriye cumhurbaşkanına destek oluyorlar.

Ahmet Şara'nın komutası altında on yılı aşkın süre bilfiil cihat etmiş yüzlerce muhacir ve binlerce mücahit var. Devrimden sonra Suriye ordusuna katılanları kastetmiyorum. Başından beri farklı isimlerle devam eden hareketin içinde olan ve son aşamada HTŞ saflarını dolduran ve her adımda birlikte hareket eden kadroları kastediyorum.

Bu kardeşlerimizin hiç tanımadığım halde, çok hayırlı ve salih insanlar olduklarını düşünüyorum. Nice insanın aksine sabır ve sebat ile yıllarını geçirdiler. Gerek Suriyeli gerekse muhacir olanlar arasında on yıl veya daha fazla zamandan beri anne babalarını ve sevdiklerini görmeyen mücahitler var. Dahası ortaya canlarını koymuş insanlar bunlar.

Devrimin bütün çilesini yüklenen bu muhacirler ve yerli mücahitler gidişatı iyi gördüklerini söylüyorlar ve Ahmet Şara'ya karşı bir güvensizlik veya şüpheleri olmadığı gibi herhangi bir isyanları da yok. Daha da ötesinde tamamı kendilerine verilen yeni görevleri büyük bir ciddiyetle yerine getirmek için canla başla gayret ediyorlar.

Canlarını ortaya koyan ve gerektiğinde veren adamlar bu konuda bu noktada dururken, Türkiye'de hiç cihat etmemiş veya çok az katkıda bulunmuş insanların Suriye yönetimine karşı güven duymadıklarını veya şüphe içinde olduklarını söylemeleri bana oldukça şaşırtıcı geliyor.

Burada çok önemli bir hususun altını çizmek istiyorum. Suriye'deki muhacir ve mücahitler işlerin arzu ettikleri ideal seviyede olmadığını kabul ediyorlar. Ancak sahanın gerçekliğini bizzat yaşayanlar olarak hatalı veya yanlış gördükleri bazı kararların alternatifinin olmadığını görüyorlar.

Yani bir mesele ile ilgili mümkün olan en doğru adımların atıldığını düşündükleri için Ahmet Şara'yı eleştirmiyor ve güvensizlik duymuyorlar. Çünkü dışarıdan sadece eleştiri yapanların aksine bu kardeşlerimiz, yanlış gördükleri bir kararın/uygulamanın yerine hangi doğru kararı alabilirdik diye muhasebe yapıyorlar. Bu muhasebeyi yapan sorumlu kişiler alınan kararların yukarıda izah ettiğim gibi mümkün olan en doğru karar olduğuna ikna oluyorlar.

Bu konuda görüşlerini açıklayan bir kardeşimiz şunları söylüyor:

“Bulunduğum bir ortamda bazı Müslümanların Ahmet Şara ile ilgili şüphelere kulak verdiklerini gördüm. Benim fikrimi sordular. Onlara şunu dedim. Burada aranızda hicret etmiş, cihat etmiş, hapis yatmış birisi var mı? Yok dediler.

Ahmet Şara yirmi yaşında bir genç iken Irak cihadına gitti. Sonra hapsedildi ve beş yıl kadar hapis yattıktan sonra yeniden Irak sahasında cihadına devam etti. Irak cemaati tarafından Suriye yapılanmasını kurması için görevlendirildi ve Suriye'ye geçti.

Ahmet Şara, Suriye'ye geçtiği ilk dönemde kelle koltukta hareket etti. Esed kontrolü altındaki bölgelerde her an yakalanma riskiyle faaliyet göstererek cemaatinin ilk tohumlarını ekti.

Sizin hanginiz bütün bunları yapabilirdi, bu kadar tehlikeyi göze alabilirdi? Şimdi bütün bunları yapmış Şara'nın ayağının kaymasından değil kendi nefsinizden korkun dedim onlara.

Bu Ahmet Şara'nın ayağı kaymaz anlamına gelmiyor tabii ki. Ama şu anlama geliyor; ayağı kayacak adam kravat takan olacak diye bir kaide yok. Ayağı kayan sarığı çıkarmayan da olabilir, sakalını kısaltmayan ve dimdik görünen de olabilir.

Nitekim Nebi(sallallahu aleyhi ve sellem)'in vahiy katibinin irtidat ettiğini biliyoruz. Yakın dönemde Cezayir cihadının liderinin itirafçı olduğunu gördük. Cihat cemaatleri içerisinden ajanlar devşirildiğini ve en hayırlı mücahitlerin bunların ihanetleriyle şehit edildiklerini biliyoruz. Bu kişilerden hiç şüphelenmemiştik. Hatta bu kişiler şüphelenmememiz için çok özen gösteriyorlardı. Ve emin olun hala hiç şüphe duymadığınız takvalı gördüğünüz ve konuştukları hoşunuza giden nice casus aramızda olabilir.”

İşin politik boyutunu çoğumuz bilmiyoruz. Hangi planlarla hangi adımların atıldığını göremiyoruz. Tıpkı 8 Aralık tarihine kadar Şam’ın özgür olabileceğini göremediğimiz gibi. Her şeye rağmen Müslümanlar arasında hayırlı insanların varlığını unutmamamız gerekiyor. Hikmetli siyaset takip edilerek ve bazen yavaş bazen hızlı adımlarla büyük başarıların ve bereketlerin elde edilebileceğini bu süreçte yaşayarak öğrenmiş olmamız gerekiyor.

Hepsinden önemlisi ise; Alemlerin Rabbinin Allah olduğunu ve her şeye gücünün yettiğini yeniden hatırlamak ve yeniden iman etmek zorundayız. Ne ABD’ye ne de İran’a iman etmek ya da tapınmak Müslüman işi değildir. Allah(celle celaluhu)’nun planı gerçekleşmesinde şüphe olmayan tek plandır.

Müslümanlar hakkında hüsnü zanda yanılmak suizanda yanılmaktan iyidir.

Ve Allah(celle celaluhu) kerimdir, kadirdir, azimdir…

YORUM YAP

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.