Yine eskittik koca bir yılı, girmiş olduğumuz 2006 senesinde bizleri neler bekliyor dersiniz acaba?
Kimler acı çekecek, kimler mutlu olacak ve ne gibi politikalar sergilenecek dersiniz acaba ?
Bildiğiniz gibi geçtiğimiz aylarda, üç ekim 2005’de Türkiye-AB müzakere çerçeve belgesi üzerinde mutabakata varılıp, hedef süreç başlatılmıştı. Tabiki AB bize illaki birliğimize girin diye yalvarmadı. Türkiye kendisi başvurdu ve demokratik, hukuksal, sosyal ve siyasal yapısını uluslararası yapıya uyduracağını taahhüt etti. Ancak aynı AB, piyasa ekonomisinin tıkır tıkır işlediği, yer altı ve yer üstü zenginliklerine sahip, genç ve dinamik nüfusu ile yeni ufuklara kararlı şekilde ilerleyen, coğrafi bakımdan stratejik öneme sahip Türkiye’ ye hayır da diyemedi.
Diyemedi ancak şahsen benim kafam hala soru işaretleriyle, acabalarla ve kuşkularla dolu. Üç Ekim’in bize getirisi ve götürüsü ne olur dersiniz acaba ?
Şöyle bir bakalım…
Medeniyetler gerçekte de birleşecek mi yoksa kağıt üzerinde mi kalacak ?
Avusturya’nın direnci kırıldı ama Avusturya’nın tutumunun altında yatan gerçek neydi ki acaba ?
Türkiye’nin kültür devrimi geçirmesi lazım diyen Şirak ne demek istedi acaba ?
Yoksa Şirak kültür devriminden yani entagrasyondan bahsederken asimileyi mi kastediyordu dersiniz. Oysa Şirak’ın öncelikle bin dokuz yüzlü yılların tarihine bakması gerekmez miydi acaba ?
Gerçi yakın tarihin deneyimleri göstermiştir ki İspanyollar, İtalyanlar ve de Yunanlılar olsun, kendi öz kültürlerinden uzaklaşmamışlardır. Fransızlar yine Fransız, Almanlar yine Alman, İngilizlerse eskisinden daha ingilizdir.
Peki bizler?
Yani Türkler?
Bireysel ve ahlaki davranışlarımızdan ödün vermeden, toplumsal ilişkilerimizde bundan yüz sene önce nasıl idiysek yine öyle olacak mıyız acaba?
Enflasyonsuz yaşamı görmemiş yitik bir kuşağın çocukları olduğumuzu hepimiz biliyoruz. Peki enflasyonsuz bir Türkiye ortamının olumlu etkilenecek bazı önemli sorunlarını da bilyor muyuz acaba ?
Mesela; Kayıtdışı ekonomi, işsizlik, yolsuzluk, rüşvet ve fuhuş, maddi yetersizlik nedeniyle okul terkleri, şans oyunları furyası, bozulan sosyal ilişkiler, suç işleme eğilimi ve saldırganlık, kanunsuzluk ve hukuk dışı yollar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, aşınan ahlaki ve kültürel normlar aile bağları ve dayanışma ve de en önemlisi geleceğe güven.
İşte saydığımız bu maddeleri göz önünde bulundurursak, enflasyonun , toplumun üzerinde ne gibi olumsuz etkiler yaptığını da idrak etmiş oluruz.
Peki hedef olarak olarak gösterilen enflasyonsuz bir kuşağı görmek ve yaşamak, enflasyon bağımlılığından kurtulmak Türkiye’mize de nasip olacak mı acaba?
Tamam Türkiye’nin hukuk anlayışı, ticaret ve rekabet anlayışı, yargının modernize edilmesi anlayışındaki değişimler AB normları düzeyinde olacaktır ama, ticari bir birliktelik olarak başlayan AB müzakereleri, eski düşmanlar arasındaki süregiden husumetleri ortadan kaldırmayı başaracak mı acaba?
Ekonomik açıdan bakılınca Hollandalı işletmecilerin de dediği gibi belki de Türkiye Avrupa’nın Çin’i, dev bir pazarı olacaktır. Yabancı sermaye belki de Türkiye’ye akacaktır. Belki de Türkiye’nin AB üyeliği, stratejik ve ekonomik avantajlarının yanı sıra medeniyetler çatışmasının hiç bir dayanağının olmadığını gösterecektir.
Belki de on beş yıl kadar sonra Türkiye AB’ye üye olmak istemeyecektir. Üye olmak isterse de yük değil, zenginlik kaynaklarından biri olacaktır. Belki de bu zenginlik sadece ekonomik ve finans kaynaklarıyla sınırlı kalmayacaktır. Türkiye üyeliğinin AB’ye kazandıracağı kültürel zenginlikler de olacaktır mutlaka. Bu aşamada görev ise sadece siyasilere değil, iş adamlarına, sanatçılara, mimarlara yani bütün kültür elçilerine düşmektedir.
Dediğim gibi üç ekimin bize getirisi ve götürüsü ne olur bilinmez ama kesin olan şey şu ki; Türkiye on beş yıl sonra bu günkünden daha da ileride ve gelişmiş olacaktır. Aynı şekilde bizim de okullarımız, hastahanelerimiz, kentlerimiz değişecek, devlet ve idare sivilleşecek ve adalet sistemi AB hukukunu benimseyecek. Her Türk evladı gibi tabi ki bende Türkiye’yi ileri Milletler seviyesinde görmek isterim. Ancak ümit etmemekle beraber korkum ve merakım odur ki bunun faturasının öz kültürümüz ve ahlaki değerlerimiz üzerine kesilebileceğidir.
Yaşadığımız ülkeye gelince;
Bildiğiniz gibi 7 mart 2006’da Hollanda’da mahalli seçimler yapılacak. Yani dar boğaza sokulan, hakları kısıtlanan, sosyal yardım kıskacına alınan biz Hollanda halkının oy kullanma hakları var o gün. Peki biz seçmenler olarak bu seçimlere kendimizi ne kadar hazırladık acaba?
2005 ve önceki yıllar da gereken başarıyı gösteremeyen, defalarca yerli ve yabancı halkın ve çeşitli sivil toplum örgütlerinin protestolarına maruz kalan hükümetin 2006 yılı için ne gibi hazırlıkları var acaba?
Kemerler sıkılmaya devam mı edilecek? Kutuplaşmalara sebebiyet veren politik söylemlere devam mı edilecek,?
Özellikle her ekonomik sıkıntıda hedef tahtası haline gelen, okullarında ana dili kaldırılan, yuva kurmak isteyen çiftlerin hakları gasp edilen, Avrupa insan hakları mahkemesinin 8 ve 12’nci maddeleri ihlal edilerek ESS’yi (eş seçme sınavı) senatodan da geçiren yabancılar için insan haklarına aykırı yasalar hazırlanmaya devam mı edilecek acaba?
Yani entegrasyon maskesi altında asimile etmeye devam edecekler mi acaba?
Ve bizler; Hollanda’da huzur, refah, gelecek, eşitlik, demokrasi, yaşama hakkı isteyen, vergisini veren, bu memleketi öz vatanı gibi görüp her şeyini, bütün yatırımını bu memlekete yatıran, hayatını bu memleket uğruna heba eden ama dinine küfredililip; ikinci, hatta üçüncü sınıf insan muamelesi gören bizler .
Özgürlükler ülkesinin eşiğinde bu haksızlıkları hak ettik mi ya da ne kadar hak ettik dersiniz acaba?