Havlamayı alışkanlık edinenlere

Yayınlama: 11.07.2020
A+
A-

Türkiye’de gündem hakikaten çok hızlı değişiyor. Ben aşağıdaki yazımı hazırlamış ve yayına alacakken, bir anda ajanslar Ayasofya Müzesi’nin artık ‘çok şükür’ cami olduğunun haberlerini geçiyordu. Muallakta kaldım, acaba yayına hazır olan bu yazıyı mı, yoksa oldukça hassas olan Ayasofya konusu ile alakalı mı yazsam diye. Netice de ilkinde karar kıldım. Ayasofya konusunu yeniden irdeleriz inşaAllah.

***







Zülfü Livaneli’nin, Mardinli Hüseyin’in IŞİD zulmünü iliklerine kadar yaşamış Ezidi kızı Meleknaz’a duyduğu aşkı anlattığı bir romanı vardı. Sevda ile acının iç içe geçtiği bu roman aslında haksızlığa uğrayan Ezidi halkının Ortadoğu’daki yaşantısını  anlatıyor.







Kitapta en dikkat çeken kısımın ise, bilge bir kişinin yaptığı şu tespit olmalı: “Harese nedir bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o; hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir.

Harese şudur evladım; Develere çöl gemileri derler bilirsin. Bu mübarek hayvan üç hafta yemeden, içmeden, aç susuz, çölde yürür de yürür. O kadar dayanıklıdır yani. Ama bu develerin çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır, çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar ve o yaralardan da kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunamazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Demin de söyledim; hırs ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğunun adeti işte budur oğlum. Tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.”

***

Bilge ya bu. Lazım oldu bu gün ve bu nasihati bugün bu yazımda kullanmak istedim. İnşaAllah anlayan olur.

Mesele şu ki;

Sosyal medya ortamında dolaşan hepmizin malumu yığınla yalan haber iftira ve hakaretler vardır. Ancak korona salgınıyla birlikte başlayan ve hala devam eden öyle bir hakaret ve o hakaretin sahibi bir zümre var ki; yazdıkları, yaydıkları, paylaştıkları ve konuştuklarını dinleyince kanı donuyor, üzülüyor ve insanlığından iğreniyor insan.

Hedef kitleleri ise bu sefer biz gurbetçiler. Evet biz gurbetçiler. Vatanında ‘Almancı’, Avrupa’da ‘yabancı’ olan biz gurbetçiler.

***

Neymiş efendim,

“Bu sene izne gitmemeliymişiz. Virüsü Türkiye’ye götürecekmişiz. Bu sene gitmezsek ölürmüymüşüz? Arabalarımızla oraya hava atmaya mı gidiyormuşuz?”

Hasılı anlayacağınız biz yurtdışında yaşayan gurbetçilere atfen söylenmedik laf bırakmamışlar. Aptalca, yüzsüzce, ahmakça ve bir o kadar da şerefsizce havlayıp durmuşlar anlayacağınız.

Unutmuş gafiller, Her sene gelirken, “Bize çikolata getir, şu hediyeyi getir, bu hediyeyi getir.” dedikleri komşularını.

Unutmuş hadsizler, “Kızımı, oğlumu evlendireceğim, ev alacam, araba alacam, az iki üç bin Euroluk koltuk çıkıp borç versene.” dedikleri akrabalarını.

Unuttmuş sefiller o borçların çoğunu geri ödemediği dostlarını.

***

Bir gün olsun hiç düşünmediniz değil mi, “Bunlar orada ye yer ne içerler? Hastalar mı, yastalar mı? Bayramları nasıl geçiyor acaba? Senenin 11 ayı neler yapar neler ederler?” diye.

Aynı kandan, aynı candan olan biz gurbetçileri sadece para ağacı olarak gördünüz öyle mi?

Yoo, yoo, o kadar da değil!

Biz sizin zumreyi artık çoook iyi biliyoruz.

Sizin gibi ne idüğü belirsiz, kansız, ihtiras ve hırsından gözleri kör olmuş insan müsvettelerine yaranamadık belki ama; memleket hasretiyle yandık en azından. Bayrak aşkıyla kavrulduk, ezan aşkıyla da tutuştuk buralarda.

Siz gurursuz insanlar bilemezsiniz bizim ay yıldızlı bayrağımızı; evimizde, arabamızda ve tişörtlerimizde nasıl ‘gururla’ taşıdığımızı.

Bilemezsiniz siz bizim özlemlerimizi.

Bilemezsiniz siz bizim hasretimizi.

Bilemezsiniz siz bizim çilelerimizi.

Bilemezsiniz siz bizim nasıl ‘rızık’ kazandığımızı.

Ve bilemezsiniz siz bizim bu kazançları ülkemizde harcamak için ne taklalar attığımızı, ne mesafeler kat ettiğimizi ve ne yatırımlar yaptığımızı.

Haaa!

Kaldı ki, maske takmadan sokağa çıkan, sosyal mesafeyi korumayan, kol kola danslar eden, kucak kucağa oturanlar sadece Avrupa’da yok. Bu ve benzerlerinin ‘daniskası’ maalesef ama maalesef vatanımızda da var. Ve işte gözlerinizi kör eden o ihtirasın sahibi sanki sizler değilmişçesine; kendi memleketine, kendi vatanlarına sıla-i rahim yapmak için gelmek isteyen biz vefakar ve cefakar gurbetçilere ağzınız dolusu kin kusuyorsunuz.

Ve bahsi geçen bütün bu kurallara riayet edecek olan bizler de iyi biliyoruz ki, (istisnalar hariç, …ki onlar kaideyi bozamazlar)  sizin gibi salyasını akıtanlar hep oldu, bundan sonra da olacasınız. Yukarıda bahsi geçen romandaki bilgenin de dediği gibi, sizin gibilerin hırsı ve ihtirası yüzünden, değil memleket tüm Müslüman alemi kan ağlıyor. Tarih boyunca birbirinizi öldürür ama aslında kendinizi öldürdüğünü anlamadınız ve hiç bir zaman da anlamayacağa benziyorsunuz.

Hırsınız ve ihtirasınız yüzünden kendi kanınızdan kardeşlerinizin kanından içer, tadından sarhoş olur, sonra da salyalarınızı bilinçsiz ve şuursuzca sağa sola akıtırsınız böyle.

***

Dedim ya biz sizi biliyoruz. Hem de çok iyi biliyoruz. Bu sebeple selam olsun bizleri gerçekten seven, özleyen, inanan ve yolumuzu bekleyenlere. Selam olsun gerçek bayrak, vatan ve ezan sevdalılarına. Selam olsun gerçek dostlara, din kardeşlerimize, vatandaşlarımıza. Selam olsun insanlıktan nasibini almış insanoğlu insanlara. Ve yazıklar olsun o güzel memleketimde öteden beri böyle havlamayı alışkanlık edinenlere. Haa bu arada, az kalsın unutuyordum. Gurbetçilere desteğinden dolayı teşekkürler Abdurrahman Uzun.

Vesselam,

Simytech     Sifa