İnsan topraktan hasıl olan bedeninden ziyade ruhunda taşıdığı hislerden ibaret. Biz birini tarif ederken kaşından gözünden başlasak da aslında tarifin en doğrusu ruhtan ve dolayısıyla hislerden başlayandır.
Uzun ya da kısa boylu değil, kibar ve efendi olmalı insan.
Teninin rengi bütün ihtimalleri taşıyabilir, siyahi ya da açık beyaz da olabilir ama yeter ki dürüst ve mert olsun insan.
Kemikleri ya da kaslarının sağlamlığı ile değil, ruhunun inceliği ve ahlakının güzelliği ile öne çıkmalı insan.
Bileği bükülmez olmak da bir marifet sayılabilir ama asıl yüreği bükülmez olmaktadır yiğitlik.
Güzel adam olmanın ölçüsü çürüyüp toprak olacak et ve derilerin görüntüsü değil, hiç unutulmaz ve asla ölmez iyilikler ve hayırlar olmalı.
Ardından “iyi” denilmesi, hayır dua edilmesi, dünyadaki bütün rütbe ve sıfatlardan çok ala ve pek ala üstün olmalı gözlerimizde.
İnsan dediğin nankör değil vefalı olmalı, sahtekarlığı ile değil dürüstlüğü ile nam yapmalı.
Kapısına gelen veya karşısında duran hatta düşman olan bile samimiyetinden asla kuşku duymamalı. Dostluğu da düşmanlığı da samimi olmalı insanın. Gülüşü de kızması da samimi olmalı.
Bütün bunların üstüne bir çadır gibi emniyet hissini örtmeli, emin olmalı insan. Sevene ve sevmeyene, sevdiğine ve sevmediğine aynı ölçüde adil ve emin olmalı. İnsanlar haklarından emin olmalılar, sırt dönebilmeli, endişe etmeden emanet bırakabilmeliler.
Dünya avucumda dönmeyecek, bundan gocunmaya gerek yok. Yaşayan en önemli insan ben değilim, bundan dolayı kendimi kötü hissetmeme gerek yok.
Yeryüzünde hatasız hiçbir insan olmadığı gibi ben de hatasız değilim. Bunu kabul etmeli ve her şeye rağmen insan gibi, adam gibi yaşamak için gayret etmeliyim.
Bütün iddia ve fikirlerim doğru olmayabilir hatta belki hiç doğrum yoktur. Kendimi doğrultmak ve doğru bir yola yönelmek için gayret etmeli ve kınanmaktan korkmamalıyım.
Muhasebeye çekilmeyi beklemeden kendimi hesaba çekebilmeli ve günün sonunda kasada kalanı bilmeliyim yani kar ne kadar, zarar ne kadar görebilmeliyim. Bir sonraki gün varsa zararımdan kurtulmalı, karımı artırmak için çalışmalıyım. Ticaretin kuralı ya da amacı bu değil midir zaten.
Dünyayı kurtarmak gibi büyük hayaller yerine, kendimi ve çevremi kurtarmak gibi daha gerçekçi ve ulaşılabilir hedefler belirlemeliyim. Ne kendimden ne de başkalarından gücümüzün yetmeyeceği şeyler beklememeliyim zira Allah da bizden öylesini istemiyor.
Kendimi de başkalarını da kandırmaya gerek yok. Ben basit bir insanım, Tarihin akışına yön verenlerden değilim, olamayacağım da. Teknolojide bir çığır açmam da beklenemez, yeterince açıldı zaten o çığırlar. Yere gölgesi düştü diye toprağın sevindiklerinden olmam pek ihtimal dahilinde değil ama öyleleri de geldi ve geçti.
Eşi görülmedik işlere imza atanlar, güzellik ve zenginliğine hayranlık duyulanlar, marifet ve sohbetine doyum olmayanlar, varlıkları ile gönüllere su serpenler, yoklukları ile yürekleri dağlayanlar oldu bu dünyada ama hepsi geçip gittiler.
Ne peygamberler kaldı ne salihler.
Ne dervişler kaldı ne şeyhler.
Ne cömertler kaldı ne cimriler.
Ne hainler kaldı ne yiğitler.
Ne münafıklar kaldı ne sadıklar.
Geldiler ve geçip gittiler. Tıpkı bizim geldiğimiz ve geçip gideceğimiz gibi.
Şu dünyaya bu kadar bağlanmaya ne gerek var?