Sabah Yıldızı (11 bölümden oluşuyor)

Yayınlama: 25.10.2021
A+
A-

Sabah Yıldızı 1. bölüm

Merhaba gönül dostlarım. Bugün yine yaşamında, kaderinin ne getireceğini bilemeyen hayat dolu saf ve temiz bir kızımızın mutluluğuna ve hüzünlerine dair öyküsüne siz gönül dostlarımla bağlaşacağız. Öykümüz Gaziantepli bir aileyi anlatıyor ve tamamen gerçek, yaşanmış ibret dolu bir hayat hikayesidir.







***







1969 yıllarında Hollanda’ya turist gelip işçi olan Galip Bey evli olup iki kızı ve iki oğlu vardır. Ailede baba karakteri hayatı boyunca son derece katı kaideler ile yaşamış, despot, sadece kendi kurallarının doğruluğuna inanmıştı.

Eşi Saliha ile görücü usulü evlenmiş, Saliha Hanım ile aynı zamanda teyze çocuklarıdırlar.

Akraba evliliği sonucu küçük oğlu Kerem normal değildir. Devamlı hocalara götürmekle iyi olacağını düşünen Galip Bey, zavallı çocuğu doktora götürmez ve üstelik tek düşüncesi, ’’El âlem Galip’in oğlu deli dedirtmem.’’ diyerek her daim Enver’in akıl hastası olduğunu saklamaktır. Enver’in misafir önüne çıkması yasaktı.

Evin annesi Saliha Hanım daima sessiz, suskun kocasına katlanmak zorundadır.  Sadece Galip Beyin kurallarını, iyi kötü ne söylerse, ne yaparsa her dediğini onaylamak zorundadır. Çünkü eşinden son derece korkan çekinen kadıncağızın, söz hakkı yoktur. Yorucu ev kadınlığı ve çocuk doğurmaktan başka, hiçbir faaliyeti, hatta kahve içecek bir arkadaşı bile yoktu.

Ancak Galip Beyin onayladığı hemşerilerine hafta sonları gidiliyordu. Daima sözlerine dikkat ederek ölçülü konuşmak zorundaydı. Aksi takdirde ya meclis içinde tenkit edilir yâ da evde 4 çocuk annesi olmasına rağmen dayak yiyecekti. İşte bu çaresiz kadıncağızın hayatı böyle devam etmekte idi.

***

Hollanda’ya gelmek bile kocasını değiştirmemişti. Anlamıştı artık ölene dek bu adama katlanacağını. Ayrılmanın kocaya küsmenin bile günah olduğuna inandırılmıştı. Zavallı kadıncağız. Tek meşgalesi evlatları idi. Evin büyük kızı Ayten, 16 yaşında kendinden 10 yaş büyük amcasının oğlu ile evlendirilir. 3 yıl sonra bir erkek, bir kız iki çocukla, eşi tarafından terkedilerek dul kalır. Kocası bir Hollandalı ile Rotterdam’a kaçar.

Ayten artık istemeye istemeye baba evine dönmek zorundadır. Dul bir kadın yalnız yaşayamazdı. Bu Galip Beyin vazgeçilmez kanunlarından biri idi. Zavallı Ayten akranı gibi annesinden başka arkadaşı olmayıp, mutsuz kaderine razı olarak katlanarak, annesinin yaşamına benzer hayatına devam ediyordu. İtiraz hakkı yoktu.

Galip Bey devamlı, “Sizi infaz ederim, Enver yaptı derim. Enver’de hiçbir ceza almaz.” diye tehdit ediyordu. İşte bu aile fertleri korku içinde böylesine bir hayatın içinde yaşam sürüyordu.

***

Büyük oğlu Ömer’de aynı baskı altında büyümüştü. Babasını mecburi desteklemek ve bir de çalışmak zorundaydı. Babaya göre çalışmayan erkek erkek değildi. Ömer ağırbaşlı, kendi halinde büyümüştü. Kızlardan büyüğünün adı Ayten küçüğünün Yıldız’dı. Çocuklar Hollanda da doğmuşlardı.

Galip bey baharatlardan ilaç yapıyordu. Bazı cahil çevre komşular, bu ilaçlardan alıyordu. Çevrede lakabı şifacı Galip geçiyordu. Hemşerisi olmayan komşularla görüşmeyen şifacı Galip adeta evini modern hapishane gibi kullanıyordu. Herkes kontrolündeydi. Çocuklar bu disiplin ile büyümüşlerdi.

Aradan geçen uzun yıllarda hiç bir şey değişmiyordu. Büyük oğlu Ömer’i de kız kardeşinin kızı ile evlendirir.  Evin gelini kocası ile aynı fabrikada olmak şartı ile çalışırlar. Maaşlar ay sonunda Galip beye teslim edilirdi. Ömer de zaman ilerledikçe babasına benzemeye başlamıştı. Hayat böyle devam ederken evin en küçüğü Yıldız büyüyüp serpilmeye başlar.

***

Yıldız hayatı seven neşeli, insanlara yakın bir kızdır. Simsiyah saçları, kömür gibi siyah kara gözlü, karakaşlı süt beyaz çok güzel bir kızdır. Sosyal görevlinin zorlamasına karşı duramayan Galip, Yıldız’ı mecbur okula göndermek zorunda kalmıştı. Her gün binbir tembihle okula gider, korku içinde döner, babasının sorularını cevaplamak zorunda kalırdı. Bu sorular: Kimle konuştun? Ne yaptın? Kim ne sordu?  Ne zaman geldin? Şeklinde uzayıp gidiyordu.

Yeni başladığımız öykümüzde bakalım aileyi neler bekliyor. Gaziantep’ten Hollanda’ya uzanan uzun bir serüven.

Devamı haftaya sizlerle olacak canlar. O zamana dek esen kalınız.

Sabah Yıldızı 2. Bölüm

Değerli gönül dostları;

1.bölümde Yıldız kızımızın okul sonrası babası Galip beye vermek zorunda olduğu cevaplardan kalmıştık. Oradan devam ediyoruz.

***

Sosyal görevlinin zorlamasına karşı duramayan Galip, Yıldız’ı mecbur okula göndermek zorunda kalmıştı. Her gün binbir tembihle okula gider, korku içinde döner, babasının sorularını cevaplamak zorunda kalırdı.

Ancak Yıldız bu durumu hiç umursamıyordu. Babasının tavırlarına alışmıştı. Yıldız çok güzel olduğu kadar, çok akıllı, zekâsı güçlü, çok iyi niyetli idi. Okulda güler yüzü ile arkadaşları tarafından çok sevilen, derslerinde başarılarından dolayı, da öğretmenleri tarafından takdir alan bir öğrenciydi. MBO’dan bir yıl sonra HAVO’ya alınmıştı. Ailesinin yaşamının aksine, tek okul hayatında mutluydu.

İşte güzel Yıldız böyle yaşamında mutlu olmaya çalışıyordu. 17 yaşına gelmişti. Birkaç sefer Galip Bey, ’’Gızım yeter artık şu okul işini bırak da yurdunu yuvanı açalım’’ dese de, Yıldız babasını ikna ediyordu.

***

Yıldız bir bahar sabahı bisikletine biner okul yoluna düşer. Mis gibi sabah güneşine yüzünü kaldırır. “Günaydın, hadi Bismillah yeni güne.” diyerek, güneşe tatlı bir gülücük atarak düşer okul yoluna.

Henüz lambalara gelmişti. Kırmızı ışık yanar. Lambayı beklerken, okuldan kız arkadaşı karşıdan el sallamaktadır. Neşe ile arkadaşına elini sallarken sarı lamba yanar.  Lambanın Sağ tarafa yandığını fark edemez hızla geçmeye çalışırken kendini bir anda yerde bulur. Kırmızı bir araba, hafiften bisikletine vurmuştur. Yıldız telaşla ayağa kalkmayı denesede, ayağını incitmiştir. Arabanın sahibi telaşla arabasından iner, Yıldız’ın yanına gelerek, “Çok özür dilerim. Ama acele ettiğinizin farkında mısınız ?” der. Yıldız başını kaldırınca karşısında gözleri deniz gibi, yanık benizli, kumral, saçları gözlerinin üzerine süzülmüş çok yakışıklı genci görünce sanki dili tutulur.

Yıldız acıyan ayağını unutmuş, engin bir denizde sanki kaybolmuştur. Genç delikanlıda Yıldız’ın iri siyah gözlerinde kaybolmuş gibidir. Sanki onlar için bir an dünya durmuştur. Bir kaç saniyeden sonra ikiside telaşla rüyadan uyanır gibidir.

Yıldız telaşla, “Evet evet. Kabahat bende, zaten bir şeyim yok.” der. Genç adam, ’’Yok Yok, olmaz haneye gidelim hadi buyurun.” der. Yıldız babasının bunu duyacağından korkarak,  “Yok olmaz, iyiyim ben gerçekten.” diyerek kurtulmaya çalışır.

Genç adam, ’’En azından sizi eve götüreyim.” der. Bisikleti arabanın arkasına atar. Yıldız’ın kolundan çekinerek tutan genç adamla tekrar göz göze gelirler. Genç adam, ’’Buyurun, çekinmeyin, korkmayın.” diyerek, nezaketle kolundan ve belinden tutarken Yıldız’ın kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Çekinerek arabaya yürürler. Genç adam arabayı doğru bisikletçiye sürer. Yıldız farkına varınca, ’’Ne yapıyorsunuz? Hatalı benim.” der.  Ama delikanlı, “Olmaz, bende dikkatsizlik yaptım. Hatamı tamir etmeliyim.” diyerek bisikletçinin önünde durur Ve hemen arabadan iner.

5/10 dakika sonra elinde yeni bir bisikletle döner. Yıldız, ’’Hayır bunu kabul edemem, ben hem haksızım hem de böyle yapmanıza gerek yok. Babam bunu asla kabul etmez.” der. Delikanlı tatlı tatlı tebessüm ederek, “Gereğini yaptım, korkmayın üzülmeyin.” der.

Evin önüne gelince önce bisikleti indirir sonra da Yıldız’ı elinden tutarak indirir. Yıldız, ’’Çok teşekkür ederim çok zahmetler ettim.” derken genç hala Yıldız’ın ellerini tutuyordu. Yıldız fark eder etmez ellerini çekerken yüreği çarpıyordu.

Delikanlı, “Rica ederim canınızı acıttım, aslında ben kabahatliyim dikkatsizlik ettim.”’ der ve devam eder. Elini uzatırken, “Bu arada ben Hakan.” der. Yıldız tekrar elini uzatırken, “Ben de Yıldız.” der. Genç adam gözlerini alamaz bir halde Yıldız’la bakışmaktadır. Bir an yine dalarlar.

Balkondan bunları gören ablası Ayten’in sesi ile ayıkırlar. Ayten, “Hayırdır Yıldız bir şey mi oldu?’’ diye sorar. Yıldız yukarı bakarak, “Yok bir şey abla anlatırım.’’…derken, “Ablam.” der.

Hakan, “Hoşçakal Yıldız. Seni tanımak güzeldi.” derken, Yıldız’ın yüreği sanki Hakan ile beraber gidiyordu. Sadece, “Seni tanımak da güzeldi Hakan.’’ diyebildi.

Hakan’ın arabasının arkasından 4/5 saniye bakan Yıldız’ın gözlerinde hüzün, yüreğinde tatlı bir özlem başlamıştı bile. O an hayatının dönüm noktasında olduğunu bilmiyordu. Çok farklı, çok güzel duygular sarıp sarmalamıştı yüreğini Yıldız’ın. Ayağının farkında olmadan bisikletini okşayarak kilitledi. Uçar gibi yukarıya çıktı.

Ablası Ayten muzip bir tebessümle, “Ne o kız? Kim o delikanlı? Pek de yakışıklıymış.’’ diyerek takılır Yıldız’a. Yıldız, “Aman abla anlatırım sana neler oldu neler.’’ der. Ve olayı ablasına olduğu gibi anlatır,  “Aaaaaaah abla nasılda kibar, centilmen” derken Ayten, ’’Gııız, sen yoksa bu gence abayı mı yaktın kele?” diye telaş eder. Yıldız, “Abla kurban olayım deme öyle. Babam duyarsa ne ederim?” diyerek korkusunu ablasına belirtir. Ayten, ’’Kızım ne var bunda? İster Allah’ın emri ile, açarsın yuvanı, hem babam demiyor mu vaktin geldi diye. İşte kısmet ayağına geldi.’’ der.

Yıldız umutlanır, “Sahi olur mu kız abla?’’ derken, yüzünde güneş doğar sanki yüreğinde mutlulukla; türlü, türlü hayallere yürümeye başlar. Hayatında yeni bir döneme başladığını yeni yeni anlamıştır.

Akşam Galip bey işten gelince, Ayten durumu daha musait bir çerçevede babasına anlatır. Galip bey ikna olur. Tabi ki gönül konusu hariç tesadüfü bir kaza oluşuna, en hoşuna giden de bisikletin yeni oluşu Galip beyin çok hoşuna gider ve, “Aferin delikanlıya. Demek ki gereğini yapmış, polise falan gerek kalmamış.” der. Böylece konu kapanmıştı.

Hayat devam ediyordu. Yıldız okula devam ediyordu. Bu son yılı tamamlayıp üniversiteye hazırlanacaktı. Yoğun derslerle ilgileniyordu. Arada bir aklına Hakan geliyordu. Yüzünde tatlı bir tebessümle ilk karşılaştıkları günü hayal ediyordu. Ve her hatırladığında, yüreğinde aynı heyecanı hissediyordu. Aradan aylar geçmiş, Yıldız Eğmeyen’de üniversiteyi kazanmış, Gaziantep’te tatillerini bitirmişlerdi.

***

Bakalım Yıldız kızımızı bundan sonra neler bekliyor. Ben yazıma devam ederken sizlerde haftaya kadar soluklanın lütfen. Çok sürmez kısa sürede birlikteyiz gönül dostları.

Sabah Yıldızı 3. Bölüm

Üçüncü bölümümüze kaldığımız yerden devam ediyoruz dostlar;

Hayat devam ediyordu. Aradan aylar geçmiş, Yıldız Eğmeyen’de üniversiteyi kazanmış, Gaziantep’te tatillerini bitirmişlerdi.

***

Galip bey binbir mazeretle Yıldız’ın yurtta kalmasına müsade etmeyerek, hatta üniversite hayatına bile mani olmak istemişti. Çaresiz Yıldız her sabah saat 06.00 kalkıp trenle Eğmeyen’e gidip, akşam dönüyordu.

Yine bir akşam eve dönmek için koşarak istasyona hızlı hızlı yürüyordu. Çünkü babası asla mazeret kabul etmiyordu. Bu korku ile karşıdan karşıya geçerken, acı bir fren sesi irkildi. Yolun ortasında Elini yüzüne kapatıp öylece kala kalmıştı. Arabadan inen genci görünce kalbi yerinden çıkacakmış gibi heyecanlandı. Gayri ihtiyari, ’’Hakan bey.’’  dedi. Hakan, ’’Yıldız bu ne güzel tesadüf.’’ dedi. Devam etti, “Hadi gel gideceğin yere götürüyüm.” dedi. Yıldız artık kalbine sahip olamıyordu.

Arabaya binerler ve sohbet başlar.

Yıldız’ı dinleyen Hakan gülmeye başlar. Yıldız bir anlam veremez. Hakan, ’’3 aydır aynı üniversitede olmamıza rağmen hiç karşılaşmamamız gerçekten çok tuhaf. Nerede ise kazalara şükür diyeceğim.” der. Yıldız tebessüm ederken mutluluktan sanki uçuyordu.

Artık Hakan istasyonda bekliyordu. Dönüşte Yıldız’ı istasyonda bırakıyordu. Böylece okulda birlikte tüm günü birlikte geçiriyorlardı. İkiside bu durumdan çok mutluydular. Böylece aylar geçti. Birbirlerine deli gibi âşık olmuşlardı, üniversite sonrası evlenmeyi planlamışlar, yaşadıkları aşkın tadını çıkarıyorlardı.

Bir gün yine okuldan çıkmışlar, ele ele çıkışa doğru yürürken Hakan durdu. Yıldız’ın gözlerine sevgiyle bakarak, ’’Artık evlenelim, seni çok özlüyorum, daha bir yılımız var mezuniyete artık dayanamıyorum.” dedi.

Yıldız Hakan’ın gözlerine tatlı tatlı bakarak, ’’ Tamam, tamam, evlenelim.” diyerek Hakan’ın boynuna sarılır. Hakan, ’’Seni seviyorum Yıldız’ım, seni seviyorum.’’ diyerek Yıldız’ı kucaklar, döndürerek,’’Evleniyoruuuuuz!’’ şeklinde avazı çıktığınca bağırır. Etraflarına toplanan arkadaşlarının farkına ise tebriklerle ayıkırlar.

Hakan,”Tamam, ben bu gece babamla konuşurum, sende sizinkilere haber edersin, hafta sonu biz geliriz.” diyerek sevdiğine sarılır.

İkisininde mutluluktan ayakları yerden kesilmiştir. Hakan yine istasyona Yıldızı bırakırken, ’’Artık bu son korkumuz olacak Yıldız’ım.” der. Hakan mutluluktan gözleri gerçek bir Yıldız misali parıldayan sevdiğine veda edip arabasına binerek giderken, Yıldız heyecandan kalbi duracakmış gibi çarpıyordu.

Eve doğru heyecan içinde yürürken hayaller kuruyordu. Yıldız eve neşe içine gelir annesini ablasını öper ve “Size anlatacaklarım var.” diyerek heyecanla ikisinide koltuğa doğru sürükler.

Annesi büyük bir şaşkınlık ve korkulu gözerlerle ’’Kızım, ne oldu sana böyle?” derken ablası, “Dur anne dur, galiba ben anladım.” der ve devam eder, “Hele anlat bakalım deli kız’.’ diye sorar.

Yıldız heyecanla olanı biteni anlatırken, anacığı yaşlı gözleri ile, ’’Ah benim kuzum, İnşallah hayırlı olur, bakalım baban ne diyecek?” diye gözlerinde garip bir hüzünle endişesinide saklayamaz.

***

Akşam Galip Bey eve gelince, yemek sonrası Yıldız elinde kahveler ile içeri girer, Galip bey kahvesini alırken Yıldız’ın telaşesini fark eder ve “Hanımım! Hele anlatın bugün neler oldu?” der.  Saliha Hanım korkarak, ’’Hayırlı bir mesele efendi.’’ derken korkudan sesi titriyordu.

Saliha Hanım konuyu muhafazakâr bir şekle sokarak, Galip beye aktarır. Galip bey Yıldız’a dönerek,’’Hanı gız mektep biteceğidi.’’ der. 5 yada 6 saniye bir sessizlik olur. Yıldız başını eğmiş yanıt yoktu. Galip bey tekrar Yıldız’a bakarak sorar, “Sen ne diyorsun kızım gelsin mi dünürcüler.” der.

Yıldız başını kaldırmadan duyulmayacak kadar kısık bir sesle, “Siz bilirsiniz.” diyebildi. Galip bey, ’’Neyse, bir gelsinler hele. Görelim, tanışalım, artık mektebimde gızım kendi düşünsün.” deyince Yıldız yalnız kalbinin gümbürtüsünü duyuyordu. Hakan’a ulaşması gerekti hemen. Ama nasıl sabahı bekleyecekti. Binbir heyecanla sabaha kadar uyuyamadı.

Sabah hakanla istasyonda buluştuklarında Hakand’an babasınında kabul ettiğini öğrenince iki sevgilinin sevinçleri zirve olmuştu. O gün okula gitmezler. Bütün gün iki sevgili mutluluklarının tadını çıkarmaya karar verirler.

Peki bundan sonrası ne olacak. Mutlulukları zirve yapan iki sevgilinin ailesi bu evliliğe olur verecekler mi, yoksa bu saadet burada noktalanacak mı? Devamını kısa bir süre sonra dördüncü bölümde göreceğiz.

O zamana dek hoş ve esen kalın lütfen…

Sabah Yıldızı 4. Bölüm

İki sevgili evlilik hayelleriyle o gün okula gitmemişler ve duydukları sevinçli haberin tadını çıkarıyorlardı. Devam ediyoruz gönül dostları…

***

El ele Eğmeyen çarşısında gezerlerken Hakan Türk sarrafı görünce Yıldız’ı elinden hızla çekerek, “Gel benimle der. Hakan mavi taşlı bir yüzük alır. Daha sarraftan çıkılmadan heyecanla Yıldız’ın elini çekerek yüzüğü parmağına takarken, “Söz ver bana, ölene dek parmağından bu yüzüğü çıkarmayacaksın Yıldız’ım söz ver.” der. Yıldız heyecan ve mutluluktan sarhoş olmuş bir halde, “Asla sevgilim, ölene dek parmağımdan bu yüzüğü çıkartmayacağım.” dedi.

Bütün gün Eğmeyen’i gezerler. Döner, dondurma… Çocuklar gibi şımararak hafta sonunu sabırsızlıkla bekleyen genç âşıklar hafta sonu Cumaya kadar mutluluklarını her fırsatta yaşıyorlardı.

Yıldız üzerinde yıldızı ve ikisinin ismi olan değerli taşlardan oluşan bir tesbihi sevdiği adama hediye ederken, “Beni her an yanında hissetmen için böyle bir hediye düşündüm.” demişti Hakan’a. Her fırsatta birbirlerine aşkımız ölümden sonrada bitmeyecek diyorlardı.

Hafta sonu Cumartesi günü iki ailede çok telaşlı idi. Hazırlıklar, çiçekler, tatlılar derken Cumartesi Yıldız artık saatleri dakikaları sayıyordu. Solgun pembe elbisesinin üzerine siyah dalgalı uzun saçları, kalın ay benzeri süt beyaz çehresinde simsiyah kaşlarının üzerine düşen perçemleri ile çok güzel görünmekteydi. Aynaya durmadan bakan Yıldız, “Abla doğru söyle güzel miyim?’’ diyerek durmadan soruyordu. Ayten, ’’Bacım, güzeller güzelisin kele, bu ne heyecan gız? Düşüp bayılacak hele az dur kele.’’ diyerek Yıldız’ı sakinleştiriyordu.

Saat 20.00 gibi zil çalar. Yıldız yalvarır bir sesle ablasına, ’’Abla koş! Koş kurban oluğum, sen aç kapıyı.’’ diyerek ablasına seslenir. Ayten kapıyı açar. Yıldız elinde çiçek çukulata ile Hakan’ı görünce tüm vücudu titremekteydi. Yana yana durduğu ablasının elini sıkıca sıkarken utangaç bir bakışla Hakan’la göz gözedir. Ayten Yıldız’ın elini sıkar. Hakan ise kaçamak bakışlarla Yıldız’ın güzelliğini hayran hayran izlemekte idi.

Saliha Hanım, “Buyurun, buyurun.” diyerek, misafirlerine baş köşeyi gösterirken Galip beyde tüm ciddiyeti ile ayaktadır. Herkes yerini aldıktan sonra alışa gelinmiş sohbetler, hoş beşler ve Yıldız eli ayağı titreyerek kahveleri getirir. Hakanın babası, “Evet” diye başlar ve devam eder, “Kızımızın nefis kahvesini içtik, ellerine sağlık. Ziyaretimizin sebebi malum. Biz Erzincanlıyız, yıllardır gurbetçiyiz. Kısmet olursa kızınız Yıldız’ı oğlum Hakan’a istiyoruz.” der

Galip bey çok rahat bir tavırla, ’’Kısmetse olur.’’ der. Söz kesilir tatlılar yenir. Evet denilmiştir. Yıldız çok mutludur. Artık evliliğe bir adım atılmıştır. Hakan’ın gözlerinin içi pırıl pırıldır. Genç âşıklar çok mutludur.

***

Aradan bir ay geçmiş, dünürler iki kez birbirlerini yemeğe alırlar. Artık yavaş yavaş düğünü konuşmaya yaklaşmışlardır.

Galip bey bir gün camide namaz sonrası, arkadaşları ile sohbet ederken, dostlarından biri, ’’Hayırlı olsun Galip. Gızı sözlemişsin biz tanırmıyız, hele kimlerden?’’ diye sorar.

Galip bey, ’’He,  kısmetse sonbaharda düğünü edicez.’’ der ve devam eder, ’’Erzincanlı Ali’nin oğlu.’’ der. Arkadaşı devam eder, “Kele Galip senin dünür alevi Ali mi yoksam?’’ diye şaşkınlıkla sorar.

Galip beyin gözleri büyür, büyük bir kızgınlıkla, ’’Ula sen ne deyisin, ne alevisi. Ben gızımı aleviye verir miyim?” diyerek sesini yükseltir. Arkadaşı, “Ben bilmem Galip. Benim bildiğim Ali ile ben aynı sene geldik. Aynı pansiyonda kaldık.’’ der.

Galip son derece sinirlenmiştir. Büyük bir öfke ile camiden çıkar. Arabaya bindiğinde söyleniyor, küfürler ediyordu. “İnşallah yalandır İnşallah yalandır. Yıldız, ulan Saliha heçdemi sormadın? Ulan eğer doğru ise yakarım ulan yedi sülalenizi.’’ diyerek homurdanıyordu.

Öfkesinden kapıyı anahtarla açmayı unutan Galip var gücü ile kapıyı yumrukluyordu. Saliha Hanım,’’Ayten gızım bakıver kapıya, ne bu böyle alacaklı gibi çalıya kapıyu.’’ derken, Ayten koşarak kapıyı açar açmaz Galip var gücü ile Ayten’e patlatır tokadı. Ayten zavallı yere düşerken aynı hızla içeri dalan Galip kendine şaşkın şaşkın bakan karısına yönelir.

Var gücü ile “Beni rezil ettiniz kahpeler.” diyerek kadını dövmeye başlar. Ayten annesine koşar, “Dur baba ne oldu?’’ desede yediği tokatlar sersem etmiştir onu.

Galip delirmiş gibi zavallı Saliha hanımı darmadağın etmişti. Ağzı yüzü kanlar içinde kalan Saliha Hanım’ın soru soracak dermanı bitmişti. Galip ise söylene söylene dövmekten yorgun düşmüştü.

Hiçbir şeyden haberi olmayan Yıldız’ı kapıda bekliyordu. Hakan ise artık Yıldız’ı her gün kapıya kadar bırakıyordu.

***

Bakalım sonrasında ne olacak? Galip bey kapıaya kadar gelen Hakan’a ne yapacak. Çok değil bir hafta sonra devam ediyoruz. O zamana dek sağ ve esen kalınız.

Sabah Yıldızı 5. Bölüm

Zavallı Saliha hanımı döve döve mahveden Galip bey gözü kapıda Yıldız ve Hakan’ı bekliyordu. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.

***

Araba ile gelen Hakan’ı gören Galip arabaya doğru yürür. Hakan’a, “Bana bak, bir daha kızımla görüşmeyeceksin. Bu iş burada bitmiştir. Babana söyle, bitmiştir!’’ derken, mahalle bağrışmalara camlara kapılara çoktan çıkmıştı bile.

Hollandalısı Türk’ü olanları şaşkın gözlerle izliyorlardı. Yıldız ne olduğunu anlamamış hayret ve korku içinde, Babam ne oldu?’’ derken Galip, “Yürü, yürü, seninle evde konuşacağım.’’ derken, Hakan’a döner,  “Hadi daha ne bekliyosun, tepemin tası atmış elimden bir kaza çıkmadan git buradan, defol!” der. Yıldız’ın eli ayağı titriyordu, ite kalka eve sürüklercesine götürüyordu babası.

Kapıda bekleyen Ayten’in elinden bir şey gelmiyordu. Zavallı Ayten çaresiz ağlıyordu. Ayten’i hızla iten Galip Yıldız’a, ’’Sen biliyordun değil mi? Biliyordun lan.’’ diyerek hem bağırıyor, hem de Yıldız’ı dövüyordu.

Saliha Hanım, ’’Etme efendi, hele konuşalım.” dedikçe Galip bir karısına bir Ayten’e bir Yıldız’a girişiyordu. Dayaktan tükenen ana kızlar Yıldız’ın odasında büzülmüşlerdi. Hiçbir şeyden haberleri yoktu. Akşam vardiyasından dönen gelin ve evin büyük oğlu şaşkın bir halde içeri girerler.

Galip,’’Gel oğul gel hele! Başımıza ne haller geldi.” diyerek devam eder. ’’Bu gahpeler bizi alevilere hısım ediydi. Rezil olacaktık oğul.” dedi. Ömer çok şaşırmıştı. ’’Babam iyi biliymisin? Dostumuz olduğu kadar düşmanımız da var.” diyerek devam etti, ’’Nerden duydun?’’ Dedi. Galip olanı biteni anlattı. Ömer, ’’Hele ben bir şunlara sorayım, sen sinirlenme babam.’’ dedi. Ve doğru Yıldız’ın odasına yöneldi. Hızla kapıyı iterek, “Hele anlatın kele ne ediysiniz, nedir bu mesele?” dedi.

Yıldız bitkin ve korku içerisinde, ’’Abim vallahi billah ben bir şey anlamadım, ne olduğunu bilmiyorum. Kötü bir şey olsa Hakan anlatırdı bana.’’ dedi. Ömer hızla elini kaldırdı hızlı bir tokat atarak, ’’Hala o eniği kayırıysın utanmaz.’’ diyerek bir tokat daha attı.

Yatağa düşen zavallı Yıldız korkudan tir tir titriyordu. Saliha Hanım ağlayarak, ’’Oğlum dur hele o ne bilsin evladım.” dur. diyerek oğlunun önünde durdu. Ayten, ’’Yapma gardaşım, etme. Babam gibi alınganlık etme.’’ der. Ömer, ’’Sen sus hele. Senide everdikbir kocayı elinde tutamadın. Döndün geldin arsız, arsız. Öleydin daha iyiydi.” deyince, Ayten, ’’Keşke ölseydim, keşke ölseydim de avradının yanında bana ettiğin bu sözleri duymasaydım.’’ diye hüngür hüngür ağlar.

***

Kader Yıldız’a yeni ve büyük bir oyun hazırlıyordu. Yıldız tükenmişti. Ömer odayı terk ederken, “Allah belanızı versin, yüz karaları diyordu.”

İki kız kardeş analarına sarılıp ağladılar. Ertesi gün üniversiteye gitmesi yasaklanan Yıldız odasına kapatılmıştı. Akşam saatleri, 19.00 gibi yine Gaziantepli hemşerisi gelir. Galip olayı anlatır. Hemşerisi, ’’Galip gardaşım, hemşerim bak. Bu adamlar sabah bize geldiler, bir konuşsak deyiler. Bir konuş hemşerim, belki vardır bir yolu.” der

Galip’in gözlerinde şeytani bir ifade belirir, ’’Gelsinler hele gelsinler der.”

Akşam saati Hakan, annesi ve babası çıkıp gelirler. Henüz daha oturmamışlardı. Galip Salihalara, “Çay, kahve yapacak hal yoktur. Elin ailevisine haramdır haram der.”

Hakan kendini zor tutmaktadır. Hakan’ın babası sakince,  “Galip efendi bu gençleri ayırmayalım. Biz de Allah’a, Muhammed’e inanıyoruz. Etme gel, bitirelim bu mezhep kavgasını. Evlatlarımız mutlu olsun, ele güne laf vermeyelim.’’ der.

Galibin gözleri fal taşı gibi açılmış bir şekilde tüm öfkesi ile zavallı adama aşağılayıcı bir bakışla, ’’Hadi efendi, al soykanı ve hemen evimi terk et. Yoksa elimden bir kaza çıkıya.” der. Ve devam eder, ’’Ula siz kimsiniz, soyunuz imansız, siz kimsiniz ki size giz veriymişim. Defolun evimden.’’ diyerek adamın üzerine yürür.

Evin içinde bir bağırışımalar, büyük oğlu Hakan’a yönelerek, üzerine yürürken komşu olan hemşerisi, ’’Ağalar ayıptır. Hele bir durun.’’ diyerek Hakan ile Ömer’in arasına girerken, Hakan’ın babasına döner, ’’Hadi gardaş hadi çıkak! Bu iş eğice cıvıdı.’’ der. Adamcağız hanımını da alır kapıya yönelir.

Hakan son derece üzgündür. Dış kapıya gelince, Yıldız’ı son kez görmek umudu ile arkasını dönüp bakar. Yıldız yaşlı gözleri ile yalvarırcasına çaresizce al beni de götür dermişçesine Hakan’a bakmaktaydı. Hakan döner ve yüksek sesle, ’’ Bu burada bitemez Yıldız’ım, bizi kimseler ayıramayacak bunu herkes böyle bile.” der. Ömer, ’’Yürü lan, yürü daha hala konuşıy. Defolun evimizden pis aleviler.’’ diyerek hakaret eder.

Hakan çok sinirlidir. Tekrar Yıldız’a dönerek, Yıldız’ım eğer buradan korkak gibi çıkıyorsam senin gül hatırınadır bilesin.’’ diyerek kapıyı çarparak çıkar.

***

Apartmandan aşağı inerken son çıkış kapısına var hızı ile çok hızlı bir yumruk atmayı da ihmal etmez. Arabaya binerken Galip’in komşusu, “Üzülme evlat. Sular aka aka durulur.” der ve babasına dönerek, buyurun bir kahve ikram edelim gardaş.’’ der. Hakan’ın babası çok perişan ve üzgündü cevap verecek takati yoktu. Kısık bir sesle, ’’Yok, sağ olun biz gidelim.” der.

Eve geldiklerinde Hakan’ın eli kanıyordu. Annesi telaşlanır, “Yavrum üzülme, ne ettin eline? Bırak şu görgüsüz adamı değmez, üzülme.’’ dese de, çok hakarete maruz kalmışlardı. Evin içinden sanki cenaze çıkmıştı.

Sabrınızı zorladığımın farkındayım dostlar. Ama yine bir haftanızı rica edeceğim. Her Pazartesi sizlerle olmaya devam edeceğiz. Bakalım Hakanların tavrı bu hakarete karşı nasıl olacak?

Sabah Yıldızı 6. Bölüm

Yıldızların evindeki büyük tartışma sonrası Herkes sessizdi. Hakan’ın iki kız kardeşi vardı. Bir ablası evli idi, diğeri Yıldız’la akrandı. Abisine teselli edecek söz bulamıyordu. Abisine sarılmış ağlıyordu sadece, ’’Üzülme abim, elbet olmalı bir çaresi, hep kötüler kazanmaz ya! Üzülme ne olur! Yıldız seni seviyor.’’ dedi.

Hakanın babası çökmüştü. Söyleniyordu, ’’Ya Hanım gördün mü? İş nereye geldi. Bu gençlere mi yanayım onurum parça parça oldu onamı yanayım. Ulan millet kızlarını Hollandalıya veriyor, Hollandalıdan gelin alıyor. Kendi damadı Hollandalı ile kaçmış, adam bizi ker ediyor. Arkadaş benim kızımı kim isterse veririm gönül bu ayıp ya. Biz Allah’ımızı kitabımızı peygamberimizi sizden çok seviyoruz. Ali’de Peygamberimizin amcaoğlu değil mi? Kızını vermedi mi? Aslında sen gerçek Müslüman değilsin. Cahil utanmaz.’’ derken öfkesini bir türlü bastıramıyordu. Devam ederek, “Yarın ola hayır ola oğul Üzülme hele dur bakalım. Elbet bulacağız bir çare.” diyerek oğluna teselli veriyordu ancak aslında bir umut olmadığını da biliyordu.

***

Yıldız’ın dünyası yıkılmıştı. Kurduğu hayalleri hüsrana dönmüştü. Babasının zulmü asla bitmeyecekti. Bitmişti mutluluğu, sabaha kadar gözlerine uyku girmiyordu. Bir daha Hakan’ı nasıl görecekti. Parmağındaki yüzüğü parmağı ile okşadı. Sanki bebek öper gibi usul bir öpücük kondurarak yüzüğe yavaşça, ’’Ölene dek bu yüzüğü parmağımdan çıkarmayacağım Hakan’ım.’’ diyerek fısıldadı. Ablası yüzüğü öptüğünü görünce yanına giderek saçlarını okşadı. Diyecek tüm cümleler bitmişti. Ertesi gün tüm camia duymuştu olanları. Dilden dile konuşuluyordu mesele.

Galip zafer kazanmış kumandan gibi evin içinde gardiyanlığına devam ediyordu. Havalar ısınmıştı. Artık izinciler yavaş yavaş hazırlanıyordu. Türklerde izin telaşesi başlamıştı.

Aradan iki ay geçmişti. Yıldız artık umudunu kesmişti. Yıldız’a üniversiteden gelen mektup evin gidişatını değiştirir. Şayet üniversiteyi dondurmak isterseniz, 3000 Gulden ödenmesi gerekliymiş. Yıldız aslında derslerden geri kalmıyordu. Arkadaşları not alıyor, Yıldız’a getiriyorlardı. Dersleri ile avunan Yıldız’ın sınav lafı başlamıştı. Galip ucunda para olan bu mevzuyu kafaya takmıştı. Çaresizdi. Yıldız’ı Hollanda’da nasıl bırakıp gidecekti. Düşünüyordu, düşünüyordu. İki ay hiçbir gün Hakan mevzu olmamıştı. Yıldız’ın unuttuğunu düşünmek istiyordu.

Bu sebeple bir gün Ayten’i yanına çağırır. Ayten korkarak yanına oturur. Galip Ayten’i ahiret sorgusuna alır. Ayten ise kardeşinin huzuru için babasına yalan söyleyerek, Hakan’ın nişanlandığını, düğünlerinin çok yakında olacağını söyler ve, ”Kız akrabalarıymış, babam zaten bizim kız duyunca, birkaç günde soğudu unuttu gitti, kitapların başından kalkmıyor’’ der.

Babasını iknaya çalışan Ayten sabahlara kadar ağlıyan kardeşini ele vermiyordu. Hakan’ın nişanı falan olmamıştı. Yoktu öyle bir şey ama Ayten babasını ikna edebilmişti.  Yine bir ay geçmişti olay unutulmuş gibiydi.

**

Böylece yavaş yavaş Galip Ayten ve Yıldız’ı bırakarak Türkiye’ye izine gitmeye razı oldu. ‘3000 Gulden araya gideceğine varsın mektebe gitsin nasıl olsa o soykada nişanlanmış. Artık sorun kalmadı.’ diye düşünüyordu.

Böylece Galip, gelini, oğlu ve Saliha Hanım hep birlikte Türkiye’ye giderler. Giderken de Yıldız’a bitmeyen tembihler eder. Yıldız ve Ayten babaları gidince çok rahatlamışlardı. Keyifli sabah kahvaltıları, akşam yemekleri televizyon keyifleri ve bitmeyen dertleşmeler.

Ayten Yıldız’ın üzüntülü hallerine dayanamıyordu. Kendi mutlu olamamıştı. “Neden kardeşim olmasın?” diye düşünüyordu.  Çareler arıyordu.

Bir sabah Ayten kahvaltı hazırlıyordu. Kapının çalınması ile irkildi. Kapıyı açar açmaz dondu kaldı. Yıldız odasından bağırdı, ’’Ablaaa, kim gelmiş?” Ayten’in nutku tutulmuş gibi sesi çıkmıyordu. Gelen Hakan’dı. Kapıda tebessüm ederek, gülüyordu. Yıldız ses gelmeyince, kapıyı açar açmaz şok olmuşçasına ağzından tek kelime düştü, ’’Hakan… Hakan sen?’’ diyebildi. Hakan, ’’Babanların gittiğini biliyorum.’’ diyerek Ayten’e yöneldi ve, ’’Ne olur Ayten abla fazla rahatsız etmicem, müsaade eder misin?’’ diyerek yalvardı.

Ayten şaşkın halde, ’’Kimse gördü mü seni? Oğlum ya babam duyarsa? Öldürür hepimizi, hadi gel içeri.’’ derken korkulu ve şaşkındı. Hakan Yıldız’ın elini tutmuş salona geçerken, Ayten de rahat konuşsunlar diye mutfağa geçer. Hakan Yıldız’ın ellerini ellerine alır. Sımsıkı tutarak gözlerine derin derin bakar ve, “Unuttun mu beni Yıldız’ım? Aylardır seni görebilmek için Allah’a yalvardım.” dedi.

Yıldız gözlerinden yaşlar süzüle süzüle Hakan’a hasretle, sevgi ile bakıyordu. Kısık bir sesle,’’Seni nasıl unuturum? Yaşayamam ki sensiz. Nasılda özlemişim seni, sensiz yaşamak kolay mı sanıyorsun? Nefes almak kolay mı sanıyorsun?’’ dedi.

Hakan Yıldız’ın gözünden düşen damlayı, parmağı ile sanki bir gülü okşarcasına alırken, “Çare var gecelerimi aydınlatan Yıldızım çaremiz var.’’ diyerek yüzüğü taktığı elini öperken, “Bak yüzüğü çıkarmamışsın.” Dedi ve elini cebine atarak Yıldız’ın verdiği tesbihi çıkardı. Ve devam etti, ’’ Bak bende yanımdan tesbihi hiç ayırmadım.” dedi.

Yıldız, ’’Sana söz verdim, bu yüzük ölene dek parmağımdan çıkmayacak, ne yaşarsam yaşayım sen benim ilk ve sonum olacaksın Hakan’ım’’ dedi. Hakan, ’’Hayır! Hayır! Çare ölüm değil. Hem Avrupa’da yaşıyoruz, bize kimseler dokunamaz Yaldız’ım.” dedi ve heyecanla vekısık bir sesle, ’’Kaç benimle, uzaklara gideriz, ulaşamazlar bize, zamanla affederler. Döner ellerini öperiz. Belki bir, iki, üç çocuğumuz olur. Unutulur bu kavgalar. Ha ne dersin?’’ dedi.

Yıldız hafifçe gülümsedi, ’’Sen delirdin mi? dedi. Hakan, ’’Hayır, aksine akıllandım, her şey değişecek, mutlu olacağız.’’ dedi. Yıldız, ’’Ya ablam, babam onu öldürür.’’ Hakan hayır ablanı da kurtaracağız, onu da çocukları ile saklayacağız.’’ dedi.

Yıldız, ’’Tamam. Ama ablamla konuşmalıyım. Yarın buluşalım, buraya gelme sakın, babam duyar.’’ diyerek Hakan’ı kapıya kadar götürürken, Hakan hala, “Canım, bir tanem, ikimizi yarınlarımızı düşün.” diyordu. Ayten, ’’Ne kız? Neyi düşün diyor seninki?” dedi. Yıldız, “Gel abla gız, gel otur anlatacağım sana.’’ diyerek ablasını çekerek salona götürür.

Hakan’ın söylediklerine önce tepki gösteren Ayten, daha sonra 7/8 yıldır yaşadıklarını düşündü. Sahiplenen koruyan kimse yoktu. Devamlı, “Yüz karası” diye itham etmelerden, yavrularına hakaretlerden gerçekten usanmıştı.

“Tamam kız tamam. İnceldiği yerden kopsun. Tamam, yarın git Hakan’la anlaş.’’ dedi. Daha sonra da, ’’Dur gız, kahve yapayım da kurtuluşumuzu kutluyak.” diyerek sevine sevine mutfağa doğru yürüdü.

***

Bu anlaşma Yıldız’ı nereye sürükleyecek? Hiçbirşeyden habersiz Galip bey buna nasıl katlanacak. Daha doğrusu iki bacı Hakan’a neden bu kadar güvendiler. Bir sonraki adımlar ve devamı sonraki haftaya dostlarım.

Sabah Yıldızı 7. Bölüm

Yeni bölümümüzde tüm dostlara bir kez daha selam olsun. Sabırsızca beklediğiniz gerçek ve yaşanmış öykümüze kaldığımız yerden devam ediyoruz dostlarım.

***

Ertesi gün Yıldız ile Hakan buluşur. Planları o ki, Hakan’ın Fransa’da olan akrabalarına gidecekler. Oraya yerleşeceklerdi. Böylece Ayten’de Yıldız’da çantalarını hazırlamaya koyulurlar. Zulüm ve mutsuzluk canlarına tak etmişti.

Bütün bu olanlarda habersiz olan Galip ise tatilini bağda-bahçede; gelini, oğlu ve Saliha hanımla fıstık bahçelerinde çalışarak geçiriyordu.

Gaziantep çok sıcaktı. Ama fıstık bahçelerinde diğer çalışanları ile bir an önce toplama bitmeliydi. Yoksa aklı çıkacaktı. Bir gün fıstık bahçesinde cümbür cemaat kan ter içinde çalışırlarken acı bir çığlıkla irkilirler. İşçiler toplanmıştır. Galip, ’’Ulan ne olıy? Neden toplaştınız.’’ diyerek kalabalığa yaklaşır ki ne görsün. Gelinini yılan sokmuştur. Acele ile çakısını çıkartır. Gelinin bacağındaki yılanın ısırdığı yeri keser kanatır. Hemen arabaya atın eve gidiyok.” der.

İşçiler ambulans deseler de Galip ben hallederim diyerek gelini eve götürür. Saliha Hanım korka korka, ’’Efendi hastaneye mi götürsek? Sarı yılan eyi olmaz.” dese de Galip, ’’Yok kele, ne hacet ben eve varınca yaparım bir ilaç, sabaha gözünü açar. Zaten ganı akıttı, korkma avrat.’’ dedi. Zavallı Ömer babasına yavaştan, ’’Babam sarı yılanın zehiri berk olurmuş, istersen gidek hastaneye.’’ diyecek olduysa da Galip, ’’Ney o lan? Sen babana güvenmiyon mu? Bana dünya âlem güveniy sen beğenmeysen mi babanı? Bak bak! Avradı da pek bir kıymatlı.’’ yanıtını alır. Ömer tek kelime edemez.

Galip eve gelir gelmez, ’’Avrat sen hemen gelini yatır. Ben mutfağa girip şifalı ilacı yapayım.’’ der. Zavallı Saliha Hanım ile Ömer gelini yatağına koyarlar. Gelin sıtmadan tir-tir titriyor ve ateşler içinde yanıyordu. Ömer annesine kısık bir sesle, ’’Ana bu kadının hastaneye gitmesi lazımdı. Ne edek.’’ dedi. Saliha Hanım, ’’Çağır ambulansı gelsin. İşçiler çağırmış deriz oğlum, yoksa kadın bu delinin elinde ölecek.’’ der. Ama Ömer yapamaz. Yarım saat sonra elinde pis kokan bir tava ile içeri giren Galip, ’’Bunu yedirin sabaha gözü açılır.” dedi.

Çaresiz kadıncağızı doğrultup, ağzından döküle, döküle yedirirler. Galip sigarası ağzında, kahvesi elinde bahçede hasat hesabındaydı. Ömer ve annesi gelinin yanındaydı. Böylece sabahı ettiler. Sabaha karşı gelin iyice fenalaşır. Saliha Hanım, ’’Galip efendi uyan, kele gelin morardı, kalkın.” diye feryat eder. Ömer sarılır ev telefonuna ambulans çağırır. Zavallı kızcağız artık titremiyordu dudakları morarmıştı.

15/20 dakika sonra ambulans gelini alıp hastaneye giderken Ömer annesi ve Galip araba ile arkalarından giderler.Ömer hastaneye girer girmez koşar ilk yardıma kapıda beklemeye başlar. Yarım saat sonra doktor kapıda görünür. Ömer korku ve heyecanla sorar, ’’Doktor bey durum nedir?’’ Doktor, “Çok geç kalınmış ,bacağında yılan soktuğunu belirledik. Yılanın zehirinden ziyade, başka bir madde ile aşırı derece yüklü oksit almış. Zehirlenmiş, maalesef hastayı kaybettik.’’ diyerek yanıt verir. Oksit Galibin yaptığı yanlış ilaçtı. Ömer yıkılmış, tükenmişti. Hıçkırarak ağlıyordu.

Saliha Hanım bir kenarda, “Talihsiz yavrum.” diyerek ağlıyordu. Galibe nefretle bakıyordu. Galip sağa sola başını sallayarak, “Tüh! Gelin kızım.” diyerek elini ovuyordu. Aslında yaptığı hatanın korkusunu yaşıyordu. “Ya Ömer bir cahillik yaparsa, ya avrat ağzından kaçırırsa. Yok, yok oğlum beni yakmaz.’’ diye düşünüyordu.

Gelinin annesi, babası kardeşleri telaşla geldiklerinde figan-ı feryad kopuyordu. Ağlama sesleri çığlıklar hastaneyi sarmıştı. Herke yılanı sebep sanıyordu. Aslında Galip ayağını kestiğinde yılanın zehri akmıştı. Derhal hastaneye gelseydi zavallı gelin yaşayacaktı. Galip’in evde yaptığı yabani zehirli otlardan zehirlenmişti. Bunu ise Ömer ve annesi biliyordu.

Otların zehirli olduğunu biliyorlardı. Galip, “Zehire karşılık panzehir yapıyorum.” diyerek zavallı gelininin ölümüne sebep olmuştu. Cenaze defin edilir. Gelinin vefadının yedinci günü yemekler yapıldı, mevlüt okutuldu. Galip için hayat devam etmeliydi. Ömer perişandı.  Ama ne çare babasına mecburdu. Bu mecburiyet kendini yetiştiren babasına tutkusundan geliyordu. O Babasıydı. Ele veremezdi. Zaten vermedi de. Böylece konu kapanmıştı.

Saliha Hanım suskun ve dalgın bir halde idi. Yola çıkacakları gün aniden kalp krizi geçirmişti. Bu sebeple Galip Hollanda’ya dönüşü, bir hafta ertelemişti. Ancak daha sonra 4 günlük yolculuktan sonra Hollanda’ya dönmüşlerdi.

***

Eve geldiklerinde kapıyı açan yoktu. Galip anahtarla kapıyı açar ve içeri girerler. Evde kimse yoktu. Galip, ’’Markete falan gittiler zahar?’’ dedi. Saliha ve Ömer endişeliydiler. Saliha hanım Yıldız’ın odasına girer. Ancak dolabı boştu. Ayten’in odasına girdi, korku ile dolabını açtı ve ’’Eyvaaaah’ Eyvahlar olsun.’’ diyerek, kendi kendine söylendi, ’’ Eyvahlar olsun gızlar evi terk etmiş, ben bunu adama nasıl anlatırım? Ne derim.’’ diyerek korku ve telaşla salona girer.

Galip karısının yüzündeki endişeden anlamıştır.’’ Eh de hele hayır olsun avrat,  de bakalım hele!  Yine ne etmiş senin soykaların.’’ diyerek öfkesini hafiften belirtir.

Saliha Hanım korku içerisinde kısık bir sesle, ’’Efendi gızların torunların dolabı boş.’’ der. Galip elindeki su bardağını kadının üzerine fırlatır, ’’Allah belanızı versin soykalar, hep sen ettin bunları lan. Rezil olduk âleme. İki gızında rezilin rezili. Soyun batsın.’’ diyerek kadıncağıza girişir.

O güne dek sesi hiçbir şeye çıkmayan ve karışmayan Enver, abisinin annesini korumadığını görünce dayanamaz ve koşarak babasının kolunun altına girer, “Yapma buba yapma.’’ derken annesine döner ve koşar, “Aney! Aney!” diyerek sarılır annesine. Yaşlı gözleri ile bakan anacığının eliyle gözyaşını silerek, abisine ve babasına kızgın kızgın bakar.

İşte tam o sırada kapı çalınır. Saliha Hanım gözlerini siler Enver’i yanağından öperken, “Kapı! Kapı belki abalar geldi.’’ diyerek ayağa kalkar kapıya koşar Enver. Ve kapıda şaşkın bir şekilde buyurun der.

Gelen başta imam olmak üzer camii heyetidir.  İmam, “Esselemun Aleykum ev sahibi diyerek.” devam eder. Müsaade var mıdır?’’ diye sorar. Galip sesi duyunca, ’’Buyurun hocam, hele hoş geldiniz.” diyerek hocayı salona alır. İmam yerini alır, heyet yerini alır. Saliha Hanım mutfağa giderken,’’Allah’ım ne olur evlatlarıma bir şey olmasın. Hoca efendi İnşallah hayırla gelmiştir.’’ diyerek endişe ile hem dua eder, hem de kahve yapar.

Saliha hanımın merakını ve imam efendininin sebebi ziyaretini haftaya anlayacağız gönül dostlarım. O vakte değin sefa ile kalınız.

Sabah Yıldızı 8. Bölüm

İmam efendi Galip beylere geldiğinde Saliha hanımın yüreği sökülecekti. Evlatları evden ayrılan ana yüreği ziyaretin sebebini merak ediyordu. Devam ediyoruz.

***

Kahveler içilirken hoca söze başlar.’’ Kardeşimiz Galip efendi, başınız sağ olsun, olayı duyduk hatun gelininizi merhume Allah’a kavuşmuştur. Allah rahmet eylesin.’’ derken diğerleri de söyler.

Ömer ile babası göz göze gelirler. Ömer başını öne eğer. Çünkü eşine yaptığı haksızlığı biliyordu, merhume eşine mahcuptu. Ama babasınn bakışlarında bile, baskıyı görüyordu.

Hoca devam etti, ’’Galip efendi kardeşimiz buraya asıl gelme sebebimiz kızlarınızın korkusu nedeniyledir. Ayten kızımız Hollanda devletine sığınmıştır. Yıldız kızımız Hakan Bey oğlumuzla, hayatını birleştirmek için oraya intikal etmiştir. İlçemizin belediyesi camimizi ziyaret ederek, bilhassa benimle görüşmüşlerdir. Bu olaya cami heyetimiz şahittir. Bak kardeşim dinimizde çok incelikler mevcuttur. Senin de haklı olduğun konular tabi ki vardır. Fakat rüştünü ispat eden evladına, ergenlikten çıkan evladına müdahale dinimizde yoktur. Belki nasihat hakkımız vardır, ama evlat kendi yolunu seçmişse elden gelen bir şey yoktur. Hepimiz isteriz ki evladımız bizim istediğimiz yönde yürüsün, bizim tasvip edeceğimiz bir izdivaç yapsın. Ama kadere biz müminler inanıyoruz ve kadere razı gelmek zorundayız.’’ der ve devam eder, ’’Kardeşim, sende büyüklüğünü göster, kızlarını affet, Yıldız kızımız yuvasında mesut olsun. Tatlıya bağlayalım. Karşı taraf hoca nikâhına hazırlar. Zaten kızımız iki gün olmuş onlarda misafirdir. Daha uzaklara kaçırmayalım gençleri.” der.

Galip hocayı dinlerken, başını yerden kaldırmadan, ’’Hocam ablasına da sebep oldu. Ayten iki yavrusu ile sığınmaya gitmiş. Ben kötü baba değilim, ben namusuna titiz adamım. Ben alevi ye gız vermem.” der.

Hoca, ’’Galip efendi, herkes namusuna düşkündür. Senin kızların gayet terbiyeli büyüyen efendi kızlar. Ancak Yıldız kızımızla ablasının ilgisi yok. Korkusundan gitmiş,  hem burası Hollanda kardeşim. Biz bugün varız, yarın yokuz. Onlar genç, önlerinde uzun bir hayat var. O da evlatlarıyla kendine bir hayat kurma çabasında. Ayten kızımız aklı başında bir Müslüman hatun.’’ der ve devam eder, ’’Sen iyice düşün, evlatlarını kaybetme kardeşim. Cevabın için de camimize buyur gel ve bize bildir. Arayı bulalım, tatlıya bağlayalım. Bu mezhep kavgasını bitirelim.’’ diyerek, heyete, ’’Hadi efendiler biz gidelim.’’ der.

***

Hocayı saygı ile yolcu eden Galip evin içerisinde sabaha kadar volta atarak dolanır. Ömer sabah olunca babasına, ’’Baba kabul etmeyeceksin değil mi? Yıldız bizi rezil etti. Ayten ablam asla dönmez. Sebebi evi dağıtan Yıldız. Bak ben senin her dediğini yapmadım mı?’’ diyerek hafiften tehdit eder. Galip bunu anlamıştır.

Galip üzerini giyer camiye gider. Hoca çok memnun olur. Galip mülayim bir tavırla, ’’ Hocam sağ olun var olun.  Ben barışı kabul ediyorum. Dünürüm den bir isteğim var. Kızımın evimden telli duvaklı çıkmasını istiyorum. Evimize gelsin, ben yemin ederim. Kızıma dokunmayacağım.’’ diyerek hocayı ikna eder.

Yıldız’ın tarafında olaylar çok hoştu. Zaten Fransa’da çok güzel karşılanmışlardı. Hakan yol boyunca arka koltukta elini elinden bırakmıyordu. Çok mutluydu. Ancak ablasının kadınlar evine sığınması Yıldız’ı çok üzmüştü. İki kız kardeş sarmaş dolaş ağlamışlardı. Ayten, ’’Üzülme ablam, kader böyle imiş, ben 15 yaşımdan beri mutlu olamadım. Babam beni bir eşya gibi, yaşlı ne sözümden ne ruhumdan anlamayan bir adama sattı. İki yavrumu Allah verdi. Katlandım, evlatlarım için katlandım. Adam beni terk etti. Hiç üzülmedim, çünkü onun varlığı beni mutlu etmiyordu. Sevemedim. Baba evine de istemeden geldim. Yıllarca sanki benim suçummuş gibi, hep evlatlarıma ve bana hor davrandılar. Ömer’in son hakaretlerini hatırlıyor musun? Ben artık ömrümün son kalanını, yavrularımı mutlu etmek için yaşayacağım. Git güzel kardeşim, sende hayatını kurtar. Ben uzaklara yerleşicim ve babam ölmeden ortaya çıkmayacağım.’’ demişti.

***

Fransa ya giderken bu sözler kulaklarında çınlıyordu. Ablasının hayali, yaşlı gözlerinin önünden gitmiyordu. Arabayı kayın babası kullanıyordu. Hakan’ın babası arada Yıldız’la konuşmaya çalışıyordu, ’’Hanım gelinim ağlama, üzülme elbet her şey yoluna girecektir. Babanın öfkesi geçecek İnşallah. Yine aynı sofraya oturacağız. Bak benim şimdi iki kızım oldu. Sana büyük bir düğün ederiz ve ablanı da getiririz. Sen böyle ağlarsan elim kolum bağlanır. Güzel kızım ağlama.’’ diyerek teskin ediyordu.

Yıldız ağlarken Hakan’ın annesi ve kız kardeşi de ağlıyordu. Bu insanlar kim di?  Neden benim ailem böyle değil?  Bu insanlar ne kadar iyi davranıyorlardı. Şaşkındı biraz. Annesi ablası ve kendisinin yediği dayağın sebebini hala anlamıyordu.

Abisinin yaptıklarını da hazmedemiyordu. İçin için, ’’Neden, neden biz aile olarak mutlu değiliz? Ablama, bana zavallı anacığıma neden bu zulüm. Hakan Türk. Ya bir Hollandalıya gönül verseydim. Neden Hollandalıyla evlenen kızların ailesi böyle değil? ’’ diye kafasında olumlu, olumsuz düşüncelerle, kahır ediyordu.

Ne Hakan, ne de Yıldız aleviliğin ne olduğunu hala bilmiyorlardı. Hakan’ın babası bu konuya hiç değinmiyor, “İki gönül bir olunca samanlık seyran olur.” diyordu.

***

Fransa da akrabalar Yıldız’ın güzelliğine hayran olmuşlar, terbiyesi ve ağır başlılığını çok sevmişlerdi. Hakan arada bir, ’’Yaptığın tercihten pişman mısın sabahımın Yıldız’ı?’’ diye sorunca, Yıldız, ’’Çok korkuyorum, senin için, benim için sonumuz meçhul Hakan’ım. Ama seni ölümüne çok seviyorum. Pişman değilim lakin annemi düşünüyorum. Ailemin dağılmasına gerçekten ben mi sebep oldum?  Acaba suçlu gerçekten ben miyim? diye düşünüyorum.’’ diyerek yanıtlıyordu.

Bu yaşlı gözlere dayanamayan Hakan Yıldız’ın başını bağrına yaslıyor, ’’Üzülme gönlü güzel sevdiğim. Her şey düzelecek elbet.” diyerek, Yıldız’ı teselliye çalışıyordu. Aradan iki hafta geçmiş, yıldız yavaş-yavaş ortama alışmaya başlamıştı. Gelinliği ve kınalığı alınmıştı. Mağazada gelinliği giydiğinde bir kuğu kadar güzel olmuştu kızcağız. Hakan dili tutulmuş gibi, ’’Meleklere benzedin sabahımın Yıldız’ı’’ deyince, Yıldız hayretle, ’’Sen neden girdin içeriye? Gelini düğün öncesi görmek uğursuzluktur derler sevdiğim.’’ diyerek Hakan’a sitem etmişti. Hakan Yıldız’ı kucağına almış çevire-çevire döndürerek, bağırarak ve, ’’Artık mutluluğumuzu kimseler bozamaz sevdiceğim.’’ diyerek şımarıklık yapıyordu.

Düğün hazırlıkları böylece sürerken biz bir hafta daha ara veriyoruz dostlarım. Çok daha enteresan olaylarla haftaya yeniden beraberiz.

Sabah Yıldızı 9. Bölüm

Evet Hakan’la Yıldız’ın düğün hazırlıkları Fransa’da olanca hızıyla devam ediyor. Biz de devam ediyoruz dostlarım.

***

Yıldız’ın bir yanı hüzün bir yanı çok mutluydu. Bir gün abisinin, babasının af edeceği, anneciğine ve ablasına sarılacağını günü hayal ederek, avunmaya çalışıyordu.

Aile artık salonu tutma kararı almışlardı. Düğün Fransa’da olup Den Haag’da adresi kimseye vermeyeceklerdi. Yıldız ve Hakan Üniversiteyi bir yıl dondurmuşlardı. Hakan’ın babası paraya acımıyordu. Bir yılı ikisinin de parasını karşılamıştı.

***

Hafta sonuydu. Eylül başlangıçlarından güzel bir akşamdı. Ev sahibi Hakan’ın halasıydı. Kocaman bahçeli bir evdi ve çok güzel bir sofra hazırlanıyordu. Evin gelini, evin kızları, Yıldız, Hakan’ın tatlı dilli, kız kardeşi bahçe cıvıl cıvıldı. Gençlerin cıvıltısı büyüklerin sohbeti, hanımların sohbeti çok hoş bir aile ortamı idi.

Katiyen şımarmayan Yıldız masum tebessümü ile insanların samimiyetini izliyordu. Herke sofraya oturmuştu. Elinde sürahi ile Yıldız sofraya ayran getiriyordu. Derken evin gelini içerden kapıya çıktı, ’’Babaaa Hollanda arıyor.’’ deyince, Yıldız’ın elindeki sürahi şanıgııır sesi ile yere düşer.

Hakan’ın babası gayet rahat bir tarzla sakince, ’’Dur güzel gelinim, neden panikledin? Korkma evladım, dur hele bakalım ne diyorlar.’’ diyerek içeri girer. Her kez susmuş hayret vee endişe ile kapıya bakıyordu.

Hakan hemen Yıldız’ın yanına koştu. Elini tuttu. Kısık bir sesle, ’’Korkma ben yanındayım, korkma canım benim.’’ diyerek biraz da endişeli tavırla Yıldız’ı teselli etti. Yıldız bembeyaz olmuş, rengi atmıştı. Endişe ve korku içinde bir heykel gibi Hakan’ın elini sıkıyordu.

İçerden çıkan kayınbabası önce ciddi bir tavırla kapıda durdu. Ve sonra kahkakayı bastı. Sevinçle gülerek, ’’İşte bu kadar. Dünürüm Hakan’ımı, Yıldız’ımı affetmiş. Hoca efendi aradı. Hatta abla hanımı da affetmiş. Herkes yolunda yürüsün mesut bahtiyar olsunlar demiş. Hadin şimdi yemeğimizi yiyelim.” diyerek yemek masasına oturdu. Ayakta heykel gibi duran Yıldız ve Hakan’a da, “De haydi oğul oturun sofraya, dikilip kaldınız. Çok şükür hayırlı bir haber aldık.’’ dedi.

Yemekten sonra çaylar içilirken Hakan’ın babası, ’’Artık Hollanda’ da rahatça düğünümüzü yaparız. Gelinimin babası, muhterem dünürümün bir ricası var. Her baba gibi, kızımın kuşağını bağlamak ve evimden telli duvaklı gitsmesini isterim diyor.’’ dedi.

Yıldız’ın yüreği hoplamıştı. Ne olmuştu da babası böyle söylemişti. İnanmak mümkün değildi. Hakan’a sessizce, ’’Olmaz, olamaz. Benim tanıdığım babam asla affetmez.’’ dedi. Hakan, ’’Neden affetmesin aşkım? Bence baban yumuşadı. Ablanı seni özledi, göreceksin bak her şey düzelecek.’’ dedi.

Yıldız yaşlı gözlerindeki, hüzünle hafifçe tebessüm ederek, sevdiği adama umutla ve inançla baktı ve ’’İnşaAllah canım İnşaAllah.’’ dedi. Lakin içindeki endişe gitmiyordu. Bütün gece bu endişe ile uyuyamadı.

Sabahın erken saatlerinde herkes ayaklandı. Hollanda’ya dönülmesine kayınbabası karar vermişti. Yola çıktıklarında Yıldız’ın dışında herkes neşeliydi. İki araba gidiyorlardı. Sohbetler oluyor, benzinliklerde kahveler içiliyordu.

***

Hollanda’ya gelir gelmez telefon trafiği hızlanır. Büyükler kararlarını alırlar ve Yıldızın baba evinde kınasının olması gerektiğine karar verilir. O gece Yıldız ve Hakan’ın gözlerine uyku girmiyordu. Bahçeye çıkarlar. Herkes derin uykuya dalmıştı. Yıldız ve Hakan üzgün bir halde verandanın altında otururlar. Kısa bir süre ikiside sessizlik içinde dururlar.

Hakan sessizliği bozarak kısık bir sesle gökyüzüne baktı ve, ’’Ne güzel bir hava var.’’ dedi. Yıldız ise, ’’Evet yıldızlar pırıl-pırıl’’ diye karşılık verdi. Hakan,’’Hiçbir yıldız benim sabah yıldızım kadar güzel deyildir.’’ diyerek ellerini masanın üstüne koymuş, gökyüzünde yıldızlara bakan Yıldız’ın iki elini avuçlarına alarak gözlerini Yıldız’ın parlayan gözlerine sevgi ile dikti. Bir eli ile Yıldız’ın dalgalı saçlarını yavaşça okşarken devam etti, ’’Yüzü ay misali sevdiğim, neden o güzel gözlerinde hüzün görüyorum? Bu ayrılığımız son ve çok kısa bir ayrılık olacak. Sadece kına gecesi babanlarda olacaksın. Bende üzülüyorum, bu bir gece bana yıllar kadar uzun olacak ama o geceden sonra bir ömür seninle olacağım. Sana dokunmaya kıyamıyorum.  Ne olursun sende iyi düşün. Mutsuz bakışların yüreğimi dağlıyor Yıldız’ım.’’

Yıldız yine tekrar etti, ’’Bilmiyorum. İçimde kötü bir his, bir korku var. Sanki bu gidişimden sonra seni bir daha göremeyeceğim. Korkuyorum Hakan korkuyorum! Babamdan çok korkuyorum.’’ dedi.

Hakan yıldızı kendine çekerek, bağrına bastı ve, ’’Korkma Yıldız’ım, her şey güzel olacak korkma.’’ dedi. Fakat içindeki tedirginliğin nedenini ve sıkıntının sebebini çözemiyordu.

Sonra devam etti, “Hadi canım, sen bizim kızın yanına git ve güzel, güzel uyu. Bak kınamıza bir gün var. Yarın annene sarıl dertleş Cuma günü kınamız var.’’ dedi. Yıldız Hakan’ın yanından ayrılırken, gözlerine uzun uzun baktı ve kapıdan dönerek koştu sarıldı, sarıldı ve ’’Seni çok seviyorum’’ diyerek gitti.

Peki bu gidiş son gidim miydi. Haftaya devam ediyoruz. O zamana dek Allah’a emanet.

Sabah Yıldızı 10. Bölüm

Yıldız odasına uyumaya çıkarken, söylediklerinden çok etkilenen Hakan olduğu yere oturdu. Başını ellerinin arasına koydu. Derin, derin düşünüyordu. “”Acaba Yıldız haklı olabilir mi?”  diye düşündü.

Sabaha kadar oturdu. Oracıkta uyukladı. Sabah annesinin sesi ile uyandı, ’’Oğul yavrum heyecandan gözüne uykular girmiyor, hele az kaldı iki gün sabret hele.’’ dedi. Hakan annesine sarılarak İnşaAllah anam İnşaAllah.” diyerek içeriye yürüdü.

Aile kahvaltı masasına toplandı. Kahvaltı edilirken sohbetler muhabbet neşe ile devam etti. Akşamüstü Yıldız’ın kınalığı ve gelinliği hazırlandı, Yıldız büyüklerle kayınbabasının elini öptü ve, ’’Çok teşekkür ederim. Evinizde, yanınızda hiç yaşayamadığım, belki de bir daha yaşayamayacağım mutlu günleri yaşadım. Kusur ettimse bağışlayın. Hakkınızı helal edin.’’ dedi.

Kayınbabası ise, ’’O nasıl söz kızım? Sen gelinimiz kızımızsın. Bir iki gün sonra seni baba kapısından telli duvaklı alacağız, düğünümüzü edeceğiz hanım kızım. Sen keder etme.” der.

***

Akşam saat 20.00 sularında Yıldız ve hakan Yıldız’ın babasının kapısını çalarlar. Kapıyı açan annesi, ’’Yavrum! Canııım… Kavuşturan Allaha şükürler olsun. Buyurun oğlum hoş geldiniz.’’ diyerek içeriye alır.

İki genç salona girerler baş köşede oturan Galip suratı asık bir şekilde Yıldız’la göz göze gelir. Galip ayakta duran Yıldız’a şiddet ve korku veren bakışları ile hesap soruyordu.  Ömer yan koltukta oturmuş, korkunç bakışlarından titreyen Yıldız’a nefretle bakıyordu. Yıldız’ın korkudan tüm vücudu titriyordu.

Salon kapısını yanında çekingen bekleyen Hakan,Yıldız’ın çok korktuğunu fark etmişti. Hemen Yıldız’ın yanına giderek, “Müsaade edersenbabamızın elini öpmek istiyorum.’’ der ve hemen eğilir. Suratını çeviren Galip istemsiz, elini uzatırken yüzünü çevirir.

Ömer gözlerindeki nefreti, o saklamadan olanları izlerken, ’’Bu burada kalmaz değil mi baba? Namusumuz kirlendi. Bu kızın uğursuzluğu yüzünden ben karımı kaybetmedim mi baba?’’ derken, kimse anlamadan babasını tehdit ediyordu.

Hakan Galip’in elini öptükten sonra Ömer’e yönlenir. Ömer var hızı ile yerinden kalkarken elinin tersi ile iteler ve, ’’De get, benim sizle işim olmaz.’’ diyerek odadan çıkar.

Galip, ’’Haydi delikanlı sen git. Biz ailece biraz konuşak, dertleşek. Kına gecesi görüşürüz, salatamla.’’ der.

Hakan sokak kapısına yürükken Yıldız gözlerinden yaşlar süzülürek Hakanını gözlerine derin-derin baktı ve sanki, “Ben seni çok sevdim Hakan’ım. Kısa da olsa çok mutlu oldum. Ahirimde sen zahirimde sensin. Bana hakkını helal et.’’ dermişcesine sıkı-sıkı boynuna sarılarak ayrılmak istemez. Hakan’da sarılır. Bir yumak gibi sarılan gençler, hıçkırıklara boğulmuşlardır. Zor ile yutkunan Hakan hıçkırıklardan boğulan titreyen kısık bir sesle, ’’Etme sabahlarımın Yıldız’ı. Neden böyle söylüyorsun. Sanki bir daha görüşmeyecekmişiz gibi helalleşiyorsun. İki gün sonra beraber olacağız. Bak korkuyorsan seni alıp gideyim, geri götüreyim seni, söyle kurban olduğum alıp gideyim seni.’’ dedi. Yıldız, ’’Hadi git üzülme, kader ne derse o olacak.’’ dedi.

Farkında değillerdi Saliha Hanım gözyaşlarını sile-sile onları izliyordu. Ellerini bir türlü bırakmıyorlardı. Hakan Yıldız’ın ellerini zorlukla bırakırken. Yıldız perişan bir halde annesine dönüp sarıldı. Saliha Hanım, ’’Vay kuzum. Vay benim kadersizim.” diyerek bir yandan saçlarını okşuyor diğer yandan ağlıyordu.

Saliha Hanım yavrusunun acı çekmesine dayanamıyordu. Çok çaresizdi. Kızına sarılarak içeriye, odasına götürdü. Yıldız annesi çıkınca kendini kaybetmişçesine ağlıyordu. Bir el şakağına değmişti. Başını kaldırınca Enver’i gördü. Enver sevgi ile bakıyordu ona. Ağlayarak,’’Aba, aba ağlama aba.” diyordu. Yıldız’ın elini tutmuş ezbere konuşuyordu Enver, ’’Aba, Ömer pis buba pis, ağlama aba, sen güzel aba sen güzel.” diyordu.

Yıldız Enver’i kucakladı sarıldı. İki kardeş hıçkırarak ağlıyordu. Saliha hanım kapıda durmuş biri akıl hastası yavrularının sevgisine, kadersiz kızına ağlıyordu. Sanki ölüm sessizliği sarmıştı odayı.

***

Sizin ve herkesin beklediği olay yaşanacak mı? Yıldız’ın korktuğu başına gelecek mi? Bir sonraki sayımızda final yapıyoruz dostlarım. Öykümüzün final bölümünde ben gözyaşlarımı tutamadım. Bakalım siz ne yaşayacaksınız? Haftaya görüşmek üzere.

Sabah Yıldızı 11. Bölüm

Ölüm sessizliğinin kapladığı Galiplerin evinde derken kapı açıldı. Galip Yıldız’ın odasına girdi, istifini bozmadan sert bir dille Yıldız’a, ’’Bırak ağlamayı, kalk bir namaz kıl. Sağ döndün ya, olan olmuş ne edek.’’ derken bir yandan da kapının eşiğinde öfke içinde Yıldız’ı ve sarıldığı Enver’i izleyen Ömer’e garip garip bakıyordu.

***

Saliha hanımın içine bir korkudur düşmüştü, ’’Yine ne hainlik düşünüyorsunuz baba oğul?’’ diyerek kendi kendine içinden konuşuyordu.

Akşam yemeğinde sofraya oturan Yıldız’ın boğazından su bile geçmiyordu. Galip çok düşünceliydi. Eli şakağından inmiyordu. Gece yarısı herkes bitkin, Yıldız ise tüm gece Hakan’la güzel anılarını düşünerek uyumuştu. Saliha Hanım geç vakte kadar kızının yanında uyukladı durdu.

Ancak bir ara su almak için mutfağa yöneldi. Balkonda Galip ve Ömer usul-usul konuşuyorlardı. Biraz kapıya yaklaştı. Farkına varan Galip, ’’Ne o avrat, kapı mı dinliyorsun.” deyince Saliha hanım, ’’Yok merak ettim vakit hayli geç oldu.  Kötü bir şey var sandım.’’ dedi. Galip, ’’Hadi sen de yat avrat. Yarına çok ağlayacaksın kızını gelin edince.’’ dedi.

***

Saliha Hanım yatmadan Enver’in odasına girdi. Uyuyordu garibim, saçlarını okşadı anası, sevgi ile kapısını çekti, odasına gitti. Saat gece yarısı olmuştu. Derken bir inilti duydu. Yıldız çok ağlamıştı. “Acaba yine mi ağlıyor?” diye odanın kapısına geldi. Bir de ne görsün Ömer’in elinde yastık Yıldız’ı boğuyor.

Saliha Hanım bağırıyordu, ’’Yapma oğlum kıyma bacına oğluum. Yapma oğlum kıyma bacına.’’ diyerek çırpınıyordu çaresiz anne.

Ne var ki Ömer Yıldız’ın üzerinden elinde yastıkla doğrulmuştu. Bu doğruluşun bir anlamı vardı. Koştu anneciği kızına ve çaresizce sallıyordu kadersiz Yıldız’ını.

Geç kalmıştı, çok geç kalmıştı. Vurmaya başladı Ömer’e, ’’Ne yaptın sen. Ne yaptın seeenn. Nasıl kıydın yavruma Ömeeerrrr?” diyerek çırpınıyordu.

Galip ise taş kesilmiş bir halde Yıldız’ın yüzüne bakıyordu. Gözlerinden süzülen yaşın farkında değildi.

***

Anne çırpınıyordu, bir Galip’e vuruyor, bir Ömer’e vuruyordu. Ve sonunda çöktü dizlerinin üzerine zavallı kadın tükenmişti.

Zavallı Yıldız nefessizdi. Enver sadece, “Aba uyuyor, aba uyuyor.” diyordu.

Ömer taş gibiydi, çığlığa gelen konu-komşu ve ev ana-baba gününe dönmüştü. Öykünün en başındaki tehdidini gerçeğe dönüştüren Galip gelen polise Enver’in adını vermişti.

Enver, “ABA ÖLDÜ.” diyordu. Polis Enver’in kriz sonucu yaptığına inandı. Saliha hanım hastaneye kaldırıldı. Hakan çıldırmış bir şekilde Ömer’e saldırıyor…

***

Dualar, ağlayanlar ağıt yakanlar vs….

Fakat ne çare güzeller güzeli Yıldız’ı kurban etmişlerdi. Morga giden Hakan parmağında yüzüğü gördü. Elini öperken artık Yıldız cevap veremiyordu.

Ertesi gün cami avlusuna Yıldız’ın tabutu gelmişti. Annesi elinde gelinliğini kınalığını tabuta elleri ile serdi. Herkes ağlıyordu. Saliha Hanım bağırıyordu, “Galip bey gözün aydın kızın gelin olmuş. Duydun mu Galiiiippp” diyordu.

Ömer’e de, “Bacın gelin olmuş Ömeeerrr. Bacına bak bacınaaaa” diyerek delirmiş gibi, “kızım Yıldız’ım gelin oldu.” diye çığlıklar atıyordu.

Ayten’in yanında iki polis vardı. Perişandı Ayten. Galip’e ve Ömer’e, ’’Gazanız mübarek olsun, bacımı toprağa gelin ettiniz.’’ diyerek cenaze namazında titreyen bedenine zor sahipti. Tam düşecekken Hakan, ’’Abla.” diyerek tuttu.

Anasına sarılan Ayten, “Üzülme anam, cennete gitti Yıldız’ım. Cehenneme gidecekler düşünsün.” dedi. Tabut giderken Ayten anasını aldı iki polisle ayrıldı cenaze yerinden.

***

Aradan 6 ay geçmişti. Ayten annesi ile polise tüm gerçekleri anlatmıştı Galip hapishanede 3 ay yaşamıştı. Kalp krizinden ölürken Ömer’de kendini hapiste asmıştı.

Ayten ve annesi memleketlerine temelli dönmüşlerdi. Saliha Hanım her sabah Yıldız’ın mezarına gidiyor, yavrusu ile dertleşiyordu. Yine bir sabah mezarlığa gitti. Yıldız’ın mezarı gül bahçesi gibiydi. Saliha hanım mezarın başında Hakan’ı görünce yığıldı mezarın yanına ve sarıldı. Hakan sevdiğinin anasıyla ağlıyordu. İkisi de sarmaş dolaş sessizce ağlaştılar.

Hakan elinde Yıldız’ın verdiği tesbihe yüzüğü geçirmişti, ’’Bak Yıldız’ım tesbihinle geldim. Seni unutmayacağıma söz verdim unutmadım Sabah Yıldız’ım. Artık annemizle ben de her sabah yanına geleceğim. Sana sevdiğin bu güllerden her sabah getireceğim.’’ dedi, mezar taşını okşadı. Annesi mezar taşına her zaman kırmızı yüz örtüsü getiriyordu. Bu aylarca devam etti.

Hakan her şeyi artık öğrenmişti. Anlatmıştı yüreği yanık ana her şeyi Hakan’a. Aradan bir yıl geçmişti. Hakan mezarlıktayken Yıldız’ın annesi gelmemişti. Hakan anlamıştı kızının hasretine dayanamayan Saliha Hanım kızının yanına belki de cennete gitmişti.

Hakan artık her ölüm yıldönümünde gidiyor Yıldız’ı yalnız bırakmıyordu. Gözleri yaşlı Hakan, ’’Ben seni ölene dek unutmayacağım Yıldız’ım.” diyerek Fatiha okuyarak mezarlıktan uzaklaşıyordu.

Uzaklaşırken de dönüp dönüp arkasına bakıyordu. Arabaya bindi. Gözlerinden Yıldız’la anıları film gibi geçti. Dalmıştı o günlere. Derken, bir çocuk sesi ile irkildi, ’’Babacığım kim yatıyor o mezarda.’’

Hakan gülümseyerek saçını okşadı kız çocuğunun ve, ’’Adaşın kızım adaşın Yıldız’ım benim. Ama senin kaderin ona benzemeyecek, bana benzemeyecek İnşallah.” dedi.

Kızının saçını okşayan Hakan arabasını çalıştırdı. Yeni kurduğu hayata doğru uzaklaştı.

-SON-

Sevgili gönül dostlarım, Allah kimseyi evlat acısı ile imtihan etmesin. Evlatlarımız bize Allah’ın emanetidir.Kız çocuğu doğan evin bereketi tükenmez.” der Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav). Yeni öykümüzde buluşuncaya dek sevgi ile sağlıkla evlatlarımızla ailelerinizle mutlu kalın dostlar.

Yaşar içyüz  25-10-2021

Simytech     Sifa