Savaşların ortasındaki ‘biz’

Yayınlama: 18.01.2020
A+
A-

Affınıza mağruren!

Sağlık sebeplerim münasebetiyle bu aralar fazla yazamıyorum. Bu sebeple okurlarımdan gelen sorular yine çok birikti.







İran’ın Ortadoğu’daki ‘kılıcı’ Süleymani Amerika tarafından bombalanınca, bir bomba da Müslüman toplumunun ortasına düştü.







Merak ediyor Müslüman toplumu!

Diyorlar ki ne olacak şimdi?

3. dünya savaşı kapıda mı?

Bir ‘büyük’ mezhep savaşı bizleri mi bekliyor?

Yoksa bütün bunlar armegeddon (kıyamet) senaryoları mı?

***

Evvela şu:

Müslüman bir ülkede, ya da toplumda, şayet bir vahşet ya da sorun varsa ve bu vahşetin altında illa ki bir sebep aranacaksa, bunun nedeni asla ve katten sadece siyasi liderler olmamalıdır. Bu sebep Müslüman ümmetin bölünmüşlüğü ve parçalanmışlığıdır da aynı zamanda.  Bunu Irak’ın Saddam’ında gördük, Libya’nın Kaddafi’sinde gördük, Suriye’nin Esed’i ve Filistin’in Hamas’ında da (farklı liderlerce yönetilen İslami Direniş Hareketi) görmekteyiz. Öyle basitçe liderleri suçlamakla kenara çekilemezsiniz yani! Bu işlerin; geçmişi, geleceği, askeri, siyasi, sosyal ve ticari boyutlarının yanısıra, bir de ‘bireysel’ kısmı vardır diyorum. Olaylara, son düşen damla yerine, biraz da geniş bir perspektiften bakalım diyorum.

Yazının sonlarına doğru ‘bireysellik’ten maksadımın ne olduğunu da  birlikte anlayacağız inşaAllah.

 ***

Geçmişe biraz uzanalım mesela; yolsuzlukları yüzünden seçimleri kaybeden El-Fetih’i; ABD’si, İsrail’i, Avrupa’sı, neden tanıdı da, halkının yüzde 71 oyunu alan Hamas’ı tanımadılar? İsarail Filistin’de taş üzerinde taş koymazken, neden bağırdılar haftalarca aylarca cıyak-cıyak ve durmadan saldırdılar? Ve bütün bu saldırıların iç siyasete yönelik açılımları da var ayrıca. Şöyle ki: Öldürülen her Filistinli bir oy anlamına geldiği için, ABD ve İsrail Hamas’ın tam olarak gitmesini de istemiyor aslında. Amaç, her seçim dönemi Filistin’de kan emerek oy toplamak. Zira, bunda da başarılı oluyorlar. Tıpkı bir dönemler W. Bush’un Ladin üzerinden yaptığı siyaset gibi. Bunu biz yapsak ne barbarlığımız ne vahşiliğimiz kalırdı.

Hadi bunlar neyse!

Diyelim ki biri bana bir taş attı da başımı yardı. Bu bana, taşı atan kişinin beşikteki bebeğine kadar bütün ailesini yerle bir etme hakkını mı verir? Bütün bunları bir araya koyunca, insan soruyor haliyle kendi kendine, “Hitler mi zalimdi, yoksa İsrail mi?” diye

***

Dedik ya, “bu işlerin; geçmişi, geleceği, askeri, siyasi, sosyal ve ticari boyutları var.” diye

Adamlar hem bizi birbirimize düşürüp topraklarımızda savaş çıkarıyor, hem asker göndererek askeri eğitim veriyor, hem de yardım melaikesi gibi üstüne üstlük bir de silah satıyorlar.

Ne ticaret ama!

Ticaretle kalınsa iyi. Sosyal, itikadi ve kültürel anlamda da çökertiyorlar sizi. Sonra da yıllarca oraya yerleşerek kanını emiyorlar insanlığın. Akabinde de dalga geçercesine, “Biz size demokrasi ve özgürlük getirdik” dedikten sonra defolup gidiyorlar.

Ve bunu binlerce kilometre uzaklıktan gelerek defalarca ama defalarca yapıyorlar.

***

Diyeceğim şu ki;

 Size savaşların iç yüzünden kısaca bahsettim, ancak kanlı yüzünü burada detaylarıyla anlatmayacağım. Bombalardan, dökülen kanlardan, yarım kalan hayallerden, açmadan solan fidanlardan fazlaca bahsetmeyeceğim.

Ancak şunu söylemeden de geçemeyeceğim.

Hani, bütün bu Müslüman ülkelerde bombalar patlarken, dizi keyiflerimizden ve kahkahalarımızdan ödün vermiyoruz ya. Hani, savaşların tozu dumanı altında kalan yetimler susuzluktan inim-inim inleren, içimiz bile sızlamadan, artık Amerikan ve İsrail markası olduğunu dünyanın bildiği coca cola ve pepsileri lokur-lokur götürüyoruz ya. Marlboroları keyifle püfür-püfür tüttürüyor, markalardan asla vazgeçemiyoruz ya. Yarın mahşerde, Rab’bimizin huzurunda; kendi vatanlarında katledilen bu insanlarla, ellerimiz kelepçeli şekilde yüzyüze geldiğimizde ne diyeceğiz acaba?

“Duymadık, görmedik PARDON biz suçsuzuz” mu diyeceğiz?

Yok hayır!

Kurtarmayacak bu bizi.

Ve yukarıda da bahsettiğim gibi, Müslüman ümmetin bölünmüşlüğü tam da burada başlıyor aslında. Olayın tam da ortasında olan bizleriz aslında. Şimdiler de ne kadar aymasak da, Ümmed-i Muhammed’e açılmış bu savaşın hesabını vereceğiz o gün ve sabitlenecek suçumuz.

 Bir zamanlar üç kıtada hüküm sürmüş Eyy Osmanlı’nın torunları.

Savaşlar, iktidarlar ve liderler hepsi gelip geçicidir. Hatta bu; cihana hükmeden, emrine rüzgarlar ve cinler verilen Hz Süleyman (a.s) dahi olsa böyledir. Kaldı ki Kasım Süleymani kim ola?

Allah dilediğinde kişiye ya da, her iktidara, onu yıkacak birilerini musallat eder. Nitekim Süleyman’ın kurduğu o muhteşem devlet de oğlu Rehoboam’ın zevk ve sefaya dalması sonucu parçalanmamış mıydı? Kendisinin ise, bastonunu kemiren ağaç kurdu olmasaydı, öldüğünü dahi kimseler anlamayacaktı. Nihayet baston kırılıp Süleyman devrilince gerçek anlaşılmış oldu.

Dostlar! Sözün özü şu ki:

Bizim de gerçeklerle yüzleşme vaktimiz geldi de geçiyor bile. Biz hesabı sormaya evvela kendimziden başlayalım diyorum. Hz. İbrahim’e (a.s) su taşıyan kuş misali, nerede durduğumuza bakalım diyorum.

Var mı daha ötesi?

Vesselam…

Simytech     Sifa