Sahildeki kızla dertşen Tufan hayretten donmuş şekilde devam ediyordu.
“Yarım saat içinde bana anlattıkları inanılmazdı. İşte herkesin kaderi bir ayrı hikayeydi. Kaldığı yere gittik ki genç güzel bir kadının yaşadığı yer nasıl bir batak haneydi. Adını bile bilmediğim, bu kıza çok üzülmüştüm. Hastaneye gittik durumu Jale’ye anlattım. Adı Sümeyra imiş. Jale’ye teslim ederken Sümeyra, ’’sana söz abi buradan çıkınca hayata bakışım değişecek’’ dedi. Ellerimi sıkı, sıkı tuttu. Gözlerimin içine bakarak, “bir gün elbet bir gün tekrar karşılaşacağız” dedi ve Jale ile birlikte uzaklaştı. Eve döndüğümde öğlen olmuştu. Bilana evde ve yine soğuk rüzgarlar estiriyordu.
Arada bir Sümeyra kıza ziyarete gidiyordum. Bazen göstermiyorlardı. Jale’den bilgi alıyordum. Maria’yı sorduğum zaman, “İngiltere’ye kızı babasına götürdü” diyordu. Çok özlemiştim Maria’nın gözlerine bakmak benim için mutlulukların en güzeli idi. Bana yetiyordu. Ona çektiğim hasret güzeldi. Böylece aylarca kendimi avutuyordum. Belki Bilana’nın üzerimde hakkı vardı. Oğlumun annesi idi. Ama bir türlü Maria takıntım bitmiyordu. Yine gaflet içinde bir akşamda monoton ev halimizdi. Bilana ütü yapıyordu. Onur’um artık ana okuluna başlamıştı. Artık çok güzel konuşuyordu.
Tüm gün annesi ile meşgul olduğu için, annesinin çerkez lisanını çok güzel telaffuz ediyordu. Kendi, kendine oynuyor, konuşuyordu. Birden çocuk ağlamaya başladı. Nasıl ağlıyor, sanki canı yanıyordu. Annesi hemen yanına koştu; susturmaya uğraşıyordu ki ütü büyük bir ses ile patladı. Koştum hemen evdeki yangın söndürücü ile, söndürdüm alevleri. Kan ter içinde kalmıştım. Kendi kendime, “hayırdır İnşallah” derken zil çaldı. Koştum kapıya büyük abim, rengi benzi atmıştı. ’’Abi hayır olsun hani yengem çocuklar’’ desem de anlamıştım. Vardı yine üzücü bir haber, ’’annem mi’’ dedim. Korka, korka abimin gözleri kızarmış bir şekilde, ağlamaklı bir halde, ’’gidelim mi’’ dedi.
İki kardaş hastaneye gidene dek, tek kelime edemiyorduk ben, ’’ne zaman ne oldu abi?’’ diyerek sordum? Abim, ’’dün gece benim kuççuk gız Zehra kızamuk oluk, yengen, ’’anam gelik olsa bari Tayyar gözüy önünde oluktu. Kele gadanı alıykım! Hele getiriysin anamı’’ diyerek yalvardı. Bende acıyıkım yengene, “he” dedim. Arayıkım anamı, anam bu. “Yok” demeyik, koptum vardım anama. Anam hazırlanıy bekliyikim on dakka bekledim seslendim, “ana ana” ses yok. Huylandım, girdim içeri ne görüküm biliysen? Ana yerde yatık olmuş. Tezden ambulans çağırıkım . Tansiyonu çok yükselikmiş kalbi cılızımış anlayıksan? Anam ağır hasta’’ dedi.
Hastaneye geldik ki anacığımı babamın odasına hatta yatağına yatırmışlar. Beni görünce heyecanlandı, ’’yurum, oğlum yüreğimin ağrısı hoş geliksin’’ derken zorlanıyordu. Sesi zaten fısıltı gibiydi. Sandalyeyi aldım, hemen yanına oturdum. Ellerini ellerime aldım öptüm. İçin, için ağlıyordum. Kendimi toparlamaya çalışarak, ’’ ne olmuş efendim amana? Nazik sultanımıza? Yoksa yorulmuş mu? Ah be anacım tutturdun bir haftacık evime gidiyim. Bak hastalandın artık sen beni dinle olur mu canım anam?” Diye sorarken, ellerinin soğuduğunu hissetim. Annem anılarına, geçmişine çok düşkün duygusal ince zarif bir kadın.
Babam da hep konaklarda yaşattı anneciğimi. Dilinde hep sultanım diyerek, hitap ediyordu. Gaziantep’ de ve Amsterdam’ da soy ismimizi değil ‘Tayyar zengin’ derlerdi. İki erkek kardeşime de düğünlerinde zaten bizim yörede adet olmuştur, geline altın kemer alınır. Onu da kızın çarşı mahiyetinde, kimler varsa onlar beğeniyor! Yanı sıra cam kırığı denilen popüler bilezik, beşi bir yerde olmazların olmazı, on tane Adana burma hepsi kalın yani içi boş değil. En az bir buçuk metre burma zincir, kolye ve tura, akrabalardan gelen hediyeler hariç. Yatak odalarını, salonda ne ihtiyaç varsa, yaptı iki kardeşime de namına layık düğünler yapıldı. Biz Hollanda’ya dönüşümüzde, Gaziantep’te ki evimizde ebem Hatun, hiç evlenmemişler halam Zarafet, Melahat bir de Zeynep vardır. Kadir Amcanın kızı. Kadir amca bizim arazileri yöneten amcamız, babam onu çok sever ve güvenirdi. Amcalarım ikisi Maraş’ta ucu buçuk bilinmez kocaman bir aile, Mayıs’tan Eylül’e kadar bizim evde cıvıl cıvıltı.
Babamı kaybettikten sonra, bir kez gittik o da babamı götürmüştük. Anamı yolluyorduk arada Türkiye’ye gidince. Çok morali düzgün geliyordu. Annemi alnından öperken, ’’Nazik sultan iyi ol ana oğul, memlekete gidelim’’ dedim.
Hiç kuru olmayan güzel gözleri dolu, dolu oldu. Acı bir tebessüm belirdi yüzünde, ’’kısık bir sesle’’ İnşallah’’ dedi. Dermanı yoktu. Parmağınla çekmecesini tarif etti. Gittim çekmecede bir mektup vardı. Aldım yanına geldim. Bana, ’’Babanın vasiyeti, sağlığında benimde haberim olmadan bu vasiyeti hazırlamış.’’ Dedi. ’’yorma kendini anacığım’’ dedim.
Yavaşça rengi sararmıştı, ben konuşmadan yorulduğunu düşündüm. Abim içeri girdi, arkasından ortanca abim girdi, yengeler girdi. Bilana’yı sordu annem, tam o anda Bilana içeri girdi. Annem çok mutlu idi. Doktor bir ara içeri girdi bizleri dışarı davet ederken annem elini, “dur” anlamında kaldırdı. Doktor bana baktı omuzlarını kaldırdı. Dışarıya çıktı.
Hemen koştum arkasından tutum arkadan omuzundan, baktı, gözlerime ve, ’’dakikalar çok kıymetlidir. Anneniz gibi sizde değerlendirin’’ dedi.
O an annemin öleceği gerçeği bir bıçak gibi yüreğime saplandı. Koştum odasına abilerim ağlıyordu. Yengelerim ağlıyordu. Gözlerim dolu dolu yüreğim titriyor. Annemin yanına gittim, ellerini tuttum gözlerime bakarak, “hepinizi çok seviyim kuzularım” dedi ve şahadet getirerek gözlerini kapattı.
Annem Allah’a kavuşmuştu. Babam ile iki yıl sonra kavuşacaklardı. Ellerim soğudu, figan koptu etrafımda. Yüreğimiz kanayarak, anacığımı babamın yanına koyduk. Hayat devam etse de anılarımla yaşıyor olmuştum. Annemi defin ederken babamı da ziyaret ettim.
Ona karşı içimde ki sitem bitmiyordu. Durdum duamı yaptım, suyunu döktüm. Çöktüm ayak ucuna başladım dertleşmeye, ’’ah be babam, hata yaptın, yanlış yerden başlattın hepimizi. Abimi ayırdın, beni ayırdın. “Para, para, para” dedin, örf dedin, örf dedin ve bana olmazların olmazını miras bıraktın. Ah babam ah hepimizin hayatını dağıttın. Yaşamak istemediğimiz hayatların içinde, bocalayarak, bak nasıl yaşıyoruz. Hiçbir zaman üç kardeş, dertleşemedik, anamıza derdimizi desek de anamın gönlünde dertli bir sır olur, kalırdı. Anama bile sevdanı, göstermedin. Hak ettiği gibi sevemedin. Korktun baba, korktun. Bizi sevmeye korktun. Yüreklerimizde sakladığımız hayallerimizi anlatamadık sana korkumuzdan.
Böyle mi baba oğul, dertleşecektik? Sen benim bedenimi ayırdın Maria’dan, gönlümden ayıramadın babam’’ ağlayarak mezarlığın dışına çıkmıştım. Dedim ya acılarım anılarımla harmanlanmış bir halde iş dışında bir de oğlumdan başka lalettayine bir hayatın içinde yarım kalmış bir aşkla evli bir adamı nasıl yaşıyordum?
***
İşte böyle günlerim geçiyordu. Altı ayda bir tesadüf olursa Maria’ya hastanede rastlıyorum. Soğuk bir selamla, geçiştirmeye çalışırken, ikimizin yüreğinde fırtınalar kopuyordu. Bazen üç bazen dört ayda bazen de görebilir miyim? Diyerek gidiyordum. Bir gün Bilana’yı doğum kontrolüne götürmüştüm. Bilana’nın son ayları idi.
Sıra bekliyorduk. Asistan Bilana’yı çağırdı. Bilana içeri girdi. Bir kahve almak için, kahve aparata doğru yürüdüm karşı koridordan, Maria geçti. Önce yine hayal gördüğümü sandım. Ama koştum arkasından, gayri ihtiyari. Sağa sola şaşkınca bakıyordum ki kayboldu. Orada ki sekretere sordum, “yabancılara hastalarımız hakkında bilgi vermiyoruz” dedi. Anladım ki görüşmek istemiyordu. Döndüm kahveyi aldım. Bilana odadan çıktı. Neşe ile, ’’yavrumuz bu hafta doğabilirmiş’’ dedi. Sevinmiş gibi yapmak zorunda kaldım. Çünkü benim aklım hala Maria’da kalmıştı. Jale’ye ne zaman sorsam İngiltere’de diyordu. Bazen parkta Kiraz kıza rastlıyordum Jale ile. Kiraz sekiz yaşına gelmişti. Onur ile bir başka kaynaşıyorlardı. İçimde bu kıza karşı anlatılmaz bir duygu vardı. Sanki kan çekiyordu. Kaç kez Jale’ye sormaya niyet ettim ise, hastalığın depreşti, rüyaların etkisi hala geçmedi diyecek diye, korkumdan sormadım. Artık çok yorulmuştum. Bilana doğum yaptı, zaten evimizde bahis etmiştim, bir vefalı teyzemizin kızı Onur ve Bebek Tayyar ile ile çok iyi ilgileniyordu. Ev işlerine yardım ediyordu. Ayrıca Bilana’ ya yardımcı bir kadın haftada bir gelip dip temizlik yapıyordu. Bilana ile aramızda ki soğukluk gitmemişti.
Fakat ev hali gerekli sorunları, ev hallerini, birlikte çözüyorduk. Ama aşk olmadığını, ikimizde biliyorduk. Bir sabah telefon çaldı. Telefonun ucunda Maria, ’’alo! Maria’’ dedim. Maria, ’’merhaba Tufan nasılsın?” Diyerek sordu? “kötü bir şey mi var?’’ dedim.
Maria, ’’seninle önemli bir konuyu konuşmamız lazım, bugün öğleden sonra …. Caddesinde dört yol var ya, hemen köşede ki kafeterya. Oraya gelir misin müsaitsen?” Diyerek sordu. ’’tabi tabi gelirim tamam’’ dedim ve telefonu kapattı. Arkamı döndüm Bilana kucağında bebek ile, gözlerime bakmıyor sanki sorguluyordu. Hiçbir şey söylemeden, evden çıktım. Dışarıda içtim bir sigara, yürüdüm biraz sonra döndüm, parkın önünden dediği adrese gittim.
Maria süzülmüş ve çok zayıflamıştı. Beni görünce çok heyecanlandı! Bunu hemen anladım. Ama hemen toparladı kendini. Tıpkı son kahvaltımızda olduğu gibi. Ama ben onu görmenin mutluluğu içerisinde, yüreğim boğazımda çarpıyordu. Heyecandan titrediğimi, belli etmemeye çalışıyordum. Oturdum karşısına bir süre konuşmadık. Yine her zaman ki gibi yüz hatları hafif gerilmişti. İstemeyerek, zorlanarak otoritesini, sergilemek zorunluluğu vardı. Onu iyi tanıyordum. Başını kaldırdı ve tüm cesaretini toparlayarak, “Tufan seni buraya bir gerçeği açıklamak için çağırdım. Lütfen hiç sözümü kesmeden, beni iyi dinle. ’Sen hastaneye geldiğinde, ben hamile idim. İyileşmen için dualar ediyordum. Dört ay gözünü açamadın, ancak ilk gece baban beni senin başında görünce, dünyaları başıma yıktı. Evime geldi, tehdit etti. Gece yarısı geliyordum, senin yanına. Ablam çok yardımcı oldu. Tam her şeyi anlatmaya karar vermiştim ki sen evlendin. Bende senin huzurunu bozmak istemedim. Çünkü eşin seni benden haklı olarak çok kıskanıyor. “Beni istemeyen Kiraz’ımı ister mi?” diyerek sordu?
Afalladım, ’’ Kiraz ne alaka şimdi’’ dedim. Sustu ve gözlerindeki mahzunluk ve yorgunlukla devam etti, “Tufan Kiraz’ın hiç İngiliz babası olmadı, ben hiç evlenmedim, Kiraz senin kızındır’’ dedi. Çantasından çıkardığı zarf açılmamıştı. Doğumdan iki saat sonra, bunu aldım. Açmadım bir gün gerçeği kendin gör istedim. Çok niyetlendim olmadı kısmet bugüne imiş. Ne zaman istersen yeni DNA testi için biz hazırız. Düşünmek için fazla zamanın yok, ailen ile konuş bu bir sır kalamaz. Beni ablamdan bulabilirsin’’ dedi. Ayağa kalktı. Kolundan tuttum ayağa kalktım, ’’yürü’’ dedim. Öfke ile çıktık kahveden onu doğru karşı ağaçlığa kolundan tutarak götürdüm.
Bıraktım, ’’Yeter! Maria yine aynı böyle bizi bitirdin kestin attın. Elimden tutup benimle savaşmadın. Kaçtın, Kaçtın, hep kaçtın! Neden? Paylaşır bir çözüm bulabilirdik. Ama yok, Maria’nın kişiliği gururuna bir yerlere sıkışmış. Neymiş babam problemmiş, geçer giderdik, savaşırdık. Şimdi bana kızımı sekiz yıl sonra söylüyorsun. Bravo! Maria Bravo’’ deyip alkışlarken yüreğimde volkanlar patlıyordu.
Maria beni orada bırakarak koşarak yanımdan ayrıldı, ağlayarak gitti. Bu şekilde bu kafa ile eve gidemezdim. Dolaş dolaş bütün gün dolaştım. Eve geldim. Nasıl anlatabilirdim bunu Bilana’ya? Hayatımın hangi tarafına tutunsam yıkılıyordu. Artık geceleri avare gibi dolaşıyordum. Kiraz’a nasıl açıklayacaktım. “Kızım ben senin babanım” nasıl diyecektim.
***
Bir gün akşam soğuk bir havaydı. Kapıya iki yüz metre kala arkamdan bir ses, ’’abi! Abi’’ bana sesleniyor. Döndüm arkamı, oda ne! Benim sahil arkadaşım. Çok şaşırdım! Çok şık ve güzeldi, ’’ooh! Dedim bizim kız” “sen nerden çıktın?” diyerek sordum. Onu görmek beni çok sevindirmişti. Hemen koştu elime sarıldı. ’’ Ayıp ediyorsun kız, hemen iki yılda beni ihtiyar ettin’’ dedim. Tebessüm ederek başını öğe eğerken ’’saygımızdandır abi’’ dedi, ’’olmaz böyle. Ayakta mı sohbet edeceğiz kızım ya! Hadi gel bizim evde sıcak bir şeyler yer içeriz’’ derken elimi uzattım.
“Ben Tufan eh artık tanışalım mı?’’ diyerek sordum. ’’ Benim adımda Selma abi. Ama yok gelmem abi. Yakışık almaz, ben gündüz gözü gelirim’’ dedi. Giderken, arkasından tebessüm ederken, demek ki başarmıştı. Peki şimdi ne yapıyordu? Ne adresi ne telefonu vardı. Kendi kendime hay Allah, şaşırttın beni Selma’’ diyerek başımı iki yana sallarken tebessüm hala yüzümdeydi. İçeriye girdim. Daha sonra Selma bir pazar günü çıktı geldi. Eli kolu dolu, çocuklara Bilana’ya bir çeyrek altın almış. Bilana çok sevdi Selma ile arkadaşlığı. Selma devletin temizlik işleri ile ilgili bir kurumunda çalışıyormuş. Evi rahatı iyi imiş. Eski hayatından hiç bahis etmez, konu oralara yaklaşınca hemen ortaya bir konu atıyordu.
Pedekog aracılığı ile, Kiraz’ımla karşılaştığımız o gün yaşadığım heyecan mıydı? Mutluluk muydu? Rüya mıydı bilemedim! Ben doktorun karşısında ki koltukta oturuyordum. Aniden kapı çaldı. Dizlerim titremeye başlamıştı. Kalbim fırlayacakmış gibi çarpıyordu. Kapı açıldı, Kiraz sanki yıllardır kucağımda büyümüş gibi, ’’baba! Babacığım! Canım babam biliyordum hissediyordum’’ diyerek boynuma atladı. Kapıda duran Maria, bizi büyük bir mutlulukla izliyordu. Doktor hiç şaşırmadı, ’’ Bilinçlendirilmesi, dışında bu hareketi, tamamen iç güdüsü ruhsal açıdan ön sezidir. Göreceksiniz, çok uyumlu sevgi dolu bir baba kız ilişkisi olacaktır. Çok enteresan bir durum gelişmez ise, bana gelmenize gerek yok. Anne baba olarak, hukuksal işlemlerde ebeveynlerin anlaşması doğrultusunda, ben de gerekirse onay verebilirim’’ dedi. Kiraz’ımı kokladım başını koydu omzuma ve, ’’babacığım bir daha hiç ayrılmayalım olur mu?’’ derken, benim sarı kuşumun ağladığını fark ettim. Minicik parmakları ile, göz yaşlarımı siliyor sildiği yeri öpüyordu. Sarıldım kızıma sıkı sıkı, “benim de içime doğmuştu sanki babacığım’’ diyerek bastım bağrıma yavrumu…
Babamın yüreğimin sesine ‘örf adet’ diyerek, kulak vermemesi, kucağımdaki yavrumun yıllarca baba kokusu duymadan büyümesine belki elli yaşında bile olsa kalbindeki babasız büyüdüğü o yılların acısı hiçbir zaman kalbinden silinmeyecek hep kanayacak.
Şimdi bana soracaksınız, Bilana nasıl karşıladı? Ben Bilana’ya her şeyi anlatmasamda zaten gelişen olaylar, tesadüfler ona gerçekleri ayna gibi tutuyordu. Maria doktor çıkışında oldukça yorgun ama mutlu görünüyordu. Bana her zamanki gibi sert bakışı ile, ’’al bu gece götür diyeceğim ama sizinkilerin kabulleneceği vakit alabilir’’ dedi. Ben artık Öyle bir hale gelmişim ki ‘inceldiği yerden kopsun’ diyecek hale gelmiştim, ’’ne münasebet ben kızımı kimden saklayacağım, madem sen uygun gördün ben kızımla yatarım bu gece, ’’ diyerek, Kiraz’ıma yöneldim, ’’ tamam mı babacım?’’ diyerek kızıma sordum Kirazım annesine bir bakış attı, sonra gözlerini kırparak, ’’tamam babacığım tamam’’ dedi.
Kızımı aldım kucağıma doğru, eve gittim. Kapıyı evimizin kızı açtı. Kiraz’ı duyunca Onur’um deliye döndü. Koşarak atladı ablasının kucağına, işte orada kurulanmayacak yasaklı cümleler yakıyordu içimi, ’’oğlum bak Kiraz senin ablan” Çok zordu. Çok işi akışına bıraktım. Çocuklar oynadılar, hopladılar sağ olsun evimizin kızı, kendi odasında, Kiraz’ıma yer yapmış, ama ben ona söz vermiştim. Kiraz bir yanımda, Onur bir yanımda misafir odasında ki yatakta üçümüz uyuduk. Sabah Pazardı. Kahvaltı öncesi ve sonrası Bilana bana hiçbir şey sormadı. Bilana’ya, ’’ bugün yapmak istediğin bir şey var mı Bilana? ’’diyerek sordum? Bil ana, ’’ Hayır Tufancım bebek henüz küçük siz küçüklerle biraz vakit geçirin. Zaten Onura’da epeydir zaman ayıramadık, Onur’cum Kiraz ablasını çok seviyor zaten, çocuklara iyi gelecektir’’ dedi. Koca günü evlatlarımla kana, kana yaşadım. Ya Maria hiçbir zaman söylemese idi. Akşam saati eve döndük. Zaten Onur arabada uyumuştu. Hemen bizim kız kucağımdan aldı Kiraz’la içeri girecektik ki, Maria geldi, ’’kızım artık rahatsızlık vermesek, zaten yarın okul var, hadi kızım teşekkür et gidelim’’ dedi.
Kirazım boynuma sarıldı, ’’iyi geceler babacım tekrar görüşmek üzere, seni çok seviyorum. Kardeşimi benim için öper misin’’ diyerek içindeki hüznü, benim sekiz yaşında ki yavrum acaba minicik aklına, minicik yüreğine nasıl sığdırıyordu.
Yüreğim sızladı,’’tamam canım en yakın hafta sonunda hatta Hafta içinde okul çıkışında mesela’’ deyince. Kiraz’ımın mutluluğunu anlatmak imkansızdı. Annesinin arabasına neşe ile bindiler yarı yola kadar el salladı, öpücük attı. İçeri girdik kızımız sofrayı hazırladı. Yemeğimizi yedik, Bilana, ’’biraz konuşalım mı Tufan’’ dedi. Biliyordum onunda artık bıçak kemiğe dayanmıştı, ’’tamam kahvelerimizi salonda içeriz’’ dedim.
***
Bakalım bıçak kemiğe dayanmıştı da Bilana eşinden mi ayrılacaktı, yoksa Kiraz’ın Onur’un kardeşi olduğu gerçeğinin o da mı farkına varmıştı. Bunu önümüzdeki Pazartesi öğrenceğiz. O zamana dek esen kalın gönül dostları.