Doğuşta tertemiz yaratılan insanı ifsat nasıl oluyor da varlığını hala hayasızca, pervasızca ve insafsızca etkin bir şekilde sürdürerbiliyor anlaşılamıyor?
Çağımızda anlaşılmayan ve insanı kahreden o kadar çok duygu ve düşünce kulvarında yüzüyoruz ki, halimizin ne olduğundan bile bi haberiz.
Hayatın artık nefes alınabilecek bir penceresi kalmadı maaalesf. Olsa olsa cenderesi var. O cenderede de izahı zor olan o kadar çok durumla karşılaşır olduk ki; Nicel olarak azınlıkta olan iyilerin (salih) nitelikli işleri (salih amel) ve hayır duaları, kötülüğe galib gelmese de onu dengeliyor olmalı Allah’u alem. Aksi halde şu yaşananların bir izahati olabilir mi, kafa basmıyor hakikaten.
Allah insanı dünyalı olarak yarattı, fakat o insan kendini dünyaya ait sandı ve kandıkça kanarak; taptıkça taparak, bütün dünya lezzetlerine sürekli talip oldu. Zannetti ki; yaptığım çirkeflikler görünmez ve bir başıma saltanatımı sürer giderim.
İnsanoğlunun çirkefliği, bazen derin bir hayal kırıklığı yaratır. Kendi çıkarlarını koruma güdüsüyle hareket eden insan, bencillik ve hırsla başkalarına zarar vermekten asla çekinmez olur. Çirkeflik, çoğu zaman zayıflığın ve içsel boşluğun dışa vurumudur da aynı zamanda; kişi, güçsüzlüğünü saklamak için başkalarına saldırır, karalar ve onları sürekli aşağı çekmeye çalışır.
Kıskançlık, nefret ve öfkenin iç içe geçtiği bu tavır, insanoğlunun en karanlık yanlarıdır. Dost görünüp fırsatını bulduğunda acımadan merhametsizce vuranlar, yanlışın peşinde koşarken haklı gibi davrananlar, kendi içindeki karmaşayı er ya da geç dışarı yansıtır.
Bütün bu çirkeflik, aslında insanın kendisiyle olan mücadelesini kaybetmesinin bir sonucudur ve er yada geç bir hata yapar. Çünkü işin içerisinde İblis’te vardır.
Bu sebeple de sureti çirkin olan çirkeflerin akıbeti ise hep hüsran oldu. Çünkü İblis bundan haz alacaktır.
İşte o hüsranın bir başka verisyonunu iliklerinize kadar yaşamamak için; Siz siz olun çirkefliği artık sadece yüzlerde aramayın, çirkeflik artık yüreklere, dalaklara ve dahi tüm iç organlarına yerleşmiş durumda eşrefi mahlukatın
Mevzu bahis olan o tür insan müsvetteleri (doğrular üzerine alınmasın) sokak sokak, cadde cadde, ev ev, artık hanelerimizde, bahçemizde, soframızda ve dahi taziyelerde yanıbaşımızda yer alır olmuş da haberimiz olmamış.
Suçluyu suçsuzdan, adili adil olmayandan, katili zanlıdan nasıl ayırt edeceğimizi ayıramadığımız şu günlerde artık yalan söylemeyen gözlere, kim kimin nesi, ya da fesi demeden daha dikkatli bakın!
Onlar yalan söylemez derler zira. Şeytanı şeytanlığından utandıran o insan müsvettelerine dikkatli bakmazsanız bir gün olur sizin Narin’inizi de alırlar elinizden.
Günümüz sosyetesinde cılız da olsa; “Eğer şeriat bunları ipte sallandıracaksa, ben kapanmaya da razıyım.” şeklindeki seslerin bile yükseldiği bu olaya dahil olanlara söv, tükür yüzüne, bedbahtliğına ve kahpeliğine. O bedene kıyanlara ve kıyanlara sessiz kalanlara.
Ne diyordu Nazım Hikmet,
Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
Uçurtması geçiyor ağaçlardan,
Siz de böyle koşturdunuz bir zaman,
Çocuklara kıymayın efendiler,
Bulutlar adam öldürmesin.
Herkesin yaşattığı her şeyin, bir gün kendi sınavları olacaklarını gayet iyi bilsek de; Bu gibi vakalarda yürek nasıl soğur ve ruh nasıl huzur bulur onu bilemiyorum.
Hatırladıkça kelimelerin dahi gözyaşı akıttığı şu satırları kaleme alırken bemim aklıma artık tek bir şey geliyor.
Cehenenmin zebanileri yok ki teslim edesin, ateşten fokurdayan kuyuları yok ki içine atasın. O halde geriye bir tek şey kalıyor; İdam isteyenler parmak kaldırsın!
Vesselam,