Kural çok basit!

Yayınlama: 24.05.2025
A+
A-

“Bir milleti yok etmek isterseniz, askeri istilaya lüzum yoktur. Ona tarihini unutturmak, dilini bozmak, dininden soğutmak ve dolayısıyla manevi değerlerini, ahlakını soysuzlaştırmak kafidir.” der Peyami Safa.

Bugünkü sosyolojik anlayışa uygun olarak toplum ve devleti birbirinden ayrı varlıklar olarak ele alan büyük İslam bilgini İbn-i Haldun’a göre ise bir toplumun alametleri belli bir çerçevede zaten çizilmiştir.

Şimdi bu yazımızda, o alametleri ve aşamaları nasıl anlatmış İbn-i Haldun, önce ona bir bakacağız, sonra da taşı asıl gereken yere, gediğine birlikte koyacağız.

Ayrıca burada İbn-i Haldun’un görüşlerinin çok az bir kısmına değinmek istediğimi de belirtmek isterim. Felaket tellallığı yapmak istemem ama üzülerek ifade etmek isterim ki; uyanıp bir an evvel kendimize gelmez isek, ülkenin şu anki gidişatı hem Peyami Safa’yı, hem de İbn-i Haldun’u haklı çıkaracağa benzer.

Demedi demeyin!

***







İbn-i Haldun devletin geçireceği aşamaları bu anlamda beşe ayırır; bunlar: kuruluş, istibdat, refah, barış ve nihayetinde israftır.

Teferruatı ise şu şekildedir:
1- Dayanışmanın yok olması
2- Üretimin zayıflaması
3- Tüketim çılgınlığı
4- Vergilerin artması
5- Liyakatın dikkate alınmaması
6- Adaletsizliğin yaygınlaşması
7- Umutların kırılması
8- Göçün hızlanması
9- İblisane bir gurur ve kibir
10- Gösteriş, riyakarlık ve yalakalık

Ve en kötüsü ise her şey normalmiş gibi, bütün bunları görmezden gelen ve kabullenen bir toplumun olması. İşte sonumuzu hazırlayacak olan gaflette bu, zanımca.

Konuyu biraz daha açacak ve nihayete getirecek olursak; İbn-i Haldun bu satırları boşuna kaleme almış olamaz. Devlete, yetkililere ve vatandaşlara sesleniyor.







Hadi yukarıdaki durumun tarihi, sosyal ve ekonomik bazı izahları olabilir diyelim; fakat şunu bilelim ki Kur’ani ve insani izahı olamaz. Hesabını ahirette veremezsiniz yani.

Diğerlerini mevzu bahis etmeden – o teferruatı size bırakıyorum- , sadece birinci sırada yer alan ‘dayanışmanın yok olması’ maddesini ele alacak olursak mesela.

Bence çaktınız mevzuyu. Ve hemen ilk aklınıza gelen, “Hangi dayanışma, nasıl dayanışma, nerede o dayanışma ve sırtını bir birine dayayan kaç fert görebiliyoruz çevremizde?” deyiverdiniz yüksek ihtimalle.

O halde aynı istikametteyiz!

Şu ayete de ayrıca dikkat çekmek isterim: “Mü’minler ancak kardeştirler.” (Hucurat; 8) Din kardeşiyiz yani. Bu kardeşliğin ise asıl ve tek olan çimentosu vardır ki; o da imandır.

Şu halde, “Ne oldu bize?” dedirtecek o iman anlayışı nerede?

Aslında yol belli, izan belli. Anlayabilirsek kavramları, bizim imanımızı çözmeden kardeşliğimizi de çözemezler, evelAllah.

Doğru mu?

Bana göre koca bir evet.

Ancak yine bana göre; önce o imanın idrakinde olacağız, sonra da eyleminde, yani pratikteki uygulamasında.

Pratikteki uygulama derken, basit bir kuralı kastediyorum; o kural da çok basit: Aklını çalıştırmazsan, aklını çalıştıran kişiler için çalışırsın.

Sonrasında ise bizi bekleyen pişmanlıklar ve İbn-i Haldun’un kaleme aldığı alametler silsilesi ve Peyami Safa’nın o meşhur sözü.

Unutma! Toprağın altında pişmanlıklarından Allah’a tövbe etmek isteyen milyarlarca insan var. Biz ise şu an hayattaysak, hâlâ fırsat verilmişlerdeniz.

Vesselam.

Simytech     Sifa