PIKNIK

Yasak Aşk Bölüm 1

Yayınlama: 06.02.2023
A+
A-

Çok değerli gönül dostlarım. Yine gerçek, yaşanmış  bir öykümüzle, birlikteyiz. Daha önceki öykülerimizde olduğu gibi pırıl pırıl bir kahramanımız ile bazen ağlayacağız, bazen mutlu olacağız. Onunla kader yolunda birlikte yürüyeceğiz, hayatına hep birlikte yöneleceğiz.

Yasak Aşk Bölüm 1

Görelim kahramanımız, kader yolunda neleri yaşayacak?

Bu sefer ki öykümüz Gaziantep’te küçük tarihi bir konakta başlıyor. Evin annesi Nazik Hanım, ince uzun esmer zarif bir bir bayandı. Sohbet ederken hayret veren, naif ses tonu ile hitap ederken, saygısı ile komşularının takdir ve sevgisi ile arkasından daima hoş sözler edilen biriydi. Nazik Hanım yıllardır yorulmaz yılmazdı, her zaman daim böyleydi.

Evin babası, Tayyar Bey her ne kadar nazik olmasada edebini, adabını bilen; bonkör, iyi niyetli kişiliğine sahip ailesine çok düşkün ama çok otoriter, tutkularına ve adetlerine bağlı bir aile reisi idi.

Hollanda’da isimli, düzenli, saygın aileler arasında idiler. 3 tane oğulları vardı. Bunlar; Hakan, Serkan ve kahramanımız Tufan’dı. Tufan’ın büyük abisi evli, ortancası nişanlı idi. Kahramanımız ise bekar, yakışıklı ve esmer bir delikanlı idi. Tufan elektrik mühendisliği son yılını tahsili ediyordu. Ailemizin babası Tayyar Bey, yıllar önce Hollanda’ya turist gitmiş, çok maceralar yaşayarak, işçi olmayı başarmıştı.







Hollanda’da kocaman bir aile olmuşlardı. Malulen emekli  (İş görememezlik) olmuştu. Hani bir söz vardır -hayat müşterektir- İşte Nazik Hanımda, aileye malulen emekli geliri olarak, ailesine gerekli katkıyı yapıyordu.  Karı koca yıllarca çalışmış, oğullarını okutmuşlardı. Oğulları meslek sahibi kariyer sahibi  olmuştu.

Tayyar Beyin atadan kalma pamuk tarlaları, fıstık bahçeleri limon bahçeleri vardı. Kardeşler babaları ölünce bağı bahçeyi paylaşmış konağı da kardeşlerinden Gulden (eski Hollanda parası) karşılığı satın almıştı. Bu konudan birazdan bahsedeceğim.

Tayyar Bey Gaziantep’te babadan kalma muhteşem konağı parasını ödeyerek kardeşlerinden almak için yıllarca çalışmış didinmiş. Dört erkek kardeş dört bacı bu evde, büyümüşler, evlenerek yuvalarına uçmuşlar.

Ama hiç bir zaman ailede kopukluk küslük olmamış. Tayyar Bey bu güzel konağı izole ettirerek, tamamen eski usul dayamış döşemiş. Konağın ön bahçesinde el sanatları işlemeli orta büyüklükte bir havuz varmış ve içi her gün temizleniyormuş. Havuzun içinde soğuk su balıkları, bahçeyi saran asma, terasın üstü gül sarmaşıkları, akşam sefaları doluydu. Tayyar bey çok titizdi. Konakta aile hariç altı kişi varmış. Ailenin uzak köylerde olan öksüzleri, evde kalan kızlar, gibi, konağı çekip çevirenler. Ama Tayyar Beye, “Beyim.” diye hitap ederler saygıda kusur etmezlerdi. Tayyar Beyde onların hiçbir ihtiyacını eksik etmez, daima bağrına basardı. Aynı sofraya oturturdu. Babasından kalan manevi değerleri köydeki yetişmiş kızlara gençlere, emanetti.







***

Konağın adını veremiyorum. Gaziantep ’te çok eski tarihi konaklar vardır bilirsiniz. Müsaade ederseniz bu konağın hikayesini sizlere kısaca anlatmak istiyorum.

Harp zamanında Türk askerlerini Fransızlar ararken, konağın Ermeni sahibi dışardaki sesi duyar, Türk askerlerini saklar. Ermeni ve zengin olduğu için ona inanan Fransız askerleri gider. Sabaha kadar Tayyar Beyin atası ile muhabbet ederler. Arkadaş olurlar. Tayyar Beyin atası teşekkür etmek anlamında belinden köstekli saatini hediye eder. Ermeni Agop çok duygulanmıştı. Üstelik seksen beş yaşınaydı. Dededen oğula miras kalan bu tarihi konağı, Tayyar Beyin atasına zabitlerin şahitliğinde kağıtlı kürekli hediye eder. Böylece konak Tayyar Beye kadar gelmişti.

**

Konağın bahçesi çiçeklerle asmalar ile kaplıydı. Çünkü o evde tek eğlenceleri yılda bir kez Gaziantep’te olan yuvalarında cümbür cemaat birkaç hafta tatil yapmaktı. Kültürlerinden hiçbir şey kaybetmeden, kapalı bir kutuda yaşıyorlardı. Ama bunun farkında değillerdi. Bu tatilde de evin büyük oğlunu evlendirmişlerdi. Gelin erkek kardeşinin büyük kızıdır. Sorgu sual yok. Kardeşler, yani babalar anlaşmış, karar vermiş ve söz kesilir on beş gün sonra düğün olur. Töre böyledir.

Aileye ne yabancı damat gelebilir, ne de yabancı gelin. Bu töre, Tayyar Beyin atalarından gelen kökü sağlam bir töredir. Yaşantıları, tamamen doğal, sanki hiç Avrupa’ya gitmemişler, tamamen kendilerine dönük ve içlerine hiçbir zaman yabancı girmemişti. Evlerine gelen dost misafir, hariç tabi. Büyük oğlunun eşi, Tayyar Beyin erkek kardeşinin kızı, “Aman el kapmasın.” düşüncesi ile (aslında maksat malı mülk yabancıda ziyan olmasın.) A’dan Z’ye bütün ailenin bu fikrini, Allah’tan başka kimse bozamazdı.

Yıl doksanlarda Tayyar Beye arkadaşları,’’Neden temelli dönmüyorsun, hiçbir şeye ihtiyacın yok arkadaş?” diyerek sorarlarmış? Tayyar Beyden yanıt, ’’Keyfimden’’ şeklinde oluyordu. Özel yaşamına en yakın arkadaşını bile sokmuyor mesafe koyuyordu.

***

Bir izinde bayram seyran, tüm aile toplanır. Kimi hala kızı, kimi amca kızı, kimi teyze kızı idi. Maalesef bu tüm yörelerimizde zaman, zaman oluyor. Gelecek nesilleri acaba nasıl bir düzen bekliyordu. Gelen yeni nesil için, zor imtihan, zor bir durum. Hayat işte! bazen kaderi unutuyoruz biz kullar. Oysa yarınlarımızın hatalarını bizler, bugünden hazırlıyoruzda haberimiz yok.

Neyse biz öykümüze dönelim.

Kahramanımızın ailesi, bizim Gaziantepli gurbetçilerimiz yine güzel, sorunsuz, neşeli ve bir yaz tatili yaşıyorlardı. Akdeniz sahillerinde dolaşıyorlardı. Hafta sonları amcalar halalar teyzeler ve hanımları hepsi kuzen. Aile toplanır çeşit çeşit yemekler yapılırdı.

Yoğun bir enerji ile tatilin tadını, kaleleri olan, konaklarında, büyük bir huzur neşe ile çıkarıyorlardı. Çoğu zaman misafirleri de oluyordu. Evlerinde zevk ile ağırlıyordular. Tatilin sonlarına doğru, aileyi sarıyordu, garip bir hüzün rüzgârı. Vatandan ayrılırken, Hollanda’ya askere gider gibi, hasret çok acıtıyordu gurbetçi ailenin yüreğini. Tıpkı bizlerin de acıyan yüreklerimiz misali.

***

Yine bir sabah kahvaltılar yapılmış, hazırlıklar tamamlanmıştı. Gurbete dönüş vakti gelmişti. Sabah ezanından sonra yola düşerler. Adana’da mola vererek, sabah kahvaltısı yapmak üzere, Adana’mızın çoğunlukta olan popüler kahvaltı kafeteryaları mevcuttur.

Ailemiz bu nezih kafeteryalardan birine girerler. Kafeteryanın bahçesi çok güzeldi. Çiçekler, güller, sarmaşıklar birde kocaman bir çeşme vardı. Kahvaltı öncesi herkes yüzünü yıkamak için lavaboya giderken, Tufan acele ile çeşmeye koştu. Çok acıkmıştı. Bir an evvel kahvaltıya yetişmek için acele ediyordu. Suya elini uzattı.  Avucuna dolan mis gibi suyu yüzüne vurmaya başladı. Elini yüzünden çekerken son derece şaşırdı. Ellerini yüzünden yavaşça çekti. Çeşmede son derece güzel, zarif, sarı saçlarına vuran güneş yüzünü aydınlatırken mavi gözlerindeki tebessüm cennet gibiydi. Tufan gözlerini alamıyordu. Karşısında adeta bir melek vardı. Donmuştu.

Kendini kaptırmış, gözlerini alamıyordu. Babasının sesi ile irkildi. Kaç dakika bakıştıklarının farkında değildi. Uçmuştu. “Pardon.” diyerek çeşmeden çekilirken güzel kız da tebessüm ederek, “Olabilir” anlamında gülümseyerek, omuzlarını hafifçe kaldırdı. Tufan geri geri çekilirken, kızın saçları yüzüne değmişti, ayaklarını hissetmiyordu. Bakmalara doyamıyor, kendini alamıyordu. Babası uzaktan şaka yaparak seslenir, ’’ Oğlum gözünü alamayısın yorum, de gel gayrı tatil bitti. Okul var okul.’’ diyerek kahkahayı basar. Tufan mahcup mahcup başını eğerken, babası,” gel paşam gel.” diyerek sesinin tonunu biraz ciddi, biraz yumuşak bir ses ile, ’’engin daldan armurt yemiysen kele. Ama yine de oğlum sen sürüden ayrılma, gurt kapmasın. Kendi çöplüğünde otlan. Davul bile dengi dengine.’’ der.

Yine sert otoritesini, Tufan’ın anlayamadığı kısa cümleler ile, beylik telaffuzları ile, sertliğini ortaya dökmüştü. Zavallı Tufan, bu sözleri anlamadığınamı üzülsün,  bu ikaza vereceği cevap ile, ailesini kaybedeceğine mi üzülsün?

Bunlar gibi çook üzüleceği mevzu vardı babası ile. Ama saygılı olmaya çalıştı. Mesleğine çeyrek kalmıştı. Düşündü, ’’Belki babam haklı. Belki henüz daha erken.” diyerek, daldı iyice üzüntülere. Ama ne kardeşlerini, ne de annesine ve babasına, üzüntü getirmedi. Yine güzel yüzle gülerek yüreğindeki fırtınayı bastırmaya çalışıyordu.

Böylece Hollanda’ya dönerek, herkes bıraktığı yerden, hayatına başlayarak devam ederler. Ve Aradan kocaman iki yıl geçer. Bu zaman içerisinde, Tufan sarışın meleği aklından çıkartamıyordu.

***

Ortanca abisi evlenmiştir. Bunun dışında Tufan mezun olur. Çok önemli bir şirkette çalışmaktadır. Tufan monoton bir hayatta yürüyordu. Arabası vardı, kariyeri vardı ama mutlu değildi. Nedendi bu mutsuzluk ? İşten eve gelene dek, kendi kendine, hayallerini düşünerek efkarlanıyordu, ’’Abilerim evlendi. Bana soran yok.’’ gibi sitem dolu düşünceleri ile evin önünde, kontağı kapatırken eve geldiğini fark ediyordu. Çeşmede gördüğü o güzel kız arada bir aklına gelince yüzünde tatlı bir tebessüm beliriyordu. Romantizmin heyecanı kalbini kıpır kıpır yapıyordu. Acaba aşık mı olmuştu? Bunu bilemiyordu.

Kış iyice bastırmıştı. Kar yoğun, her taraf bembeyazdı.Tufan çalıştığı büronun penceresinden dışarı baktı. Ne kadar güzeldi, tıpkı kartpostal gibiydi. Bembeyaz kar.

Böyle dalgın, dalgın bakarken, içeriye patronu girer. Hollandaca başlar söze, “Hallo bay Tufan, nasılsınız?’’ diyerek samimi bir üslupla sorar ve devam eder, ’’ bugün önemli bir bağlantımız için Amsterdam’da bir toplantıya girilmesi gerek. Peter gidecekti ama, hasta yatıyor leş gibi grip olmuş. Bu iş sana kaldı.’’ der. Tufan tereddüt bile etmeden kabul eder. Çünkü mecburdur. İşidir. Hemen eve gelir üstünü değişir biraz annesine takılır alel acele çıkmalıdır. Annesi biraz kaygılıdır. Kar buz endişe etse de gitmesine engel olamazdı. Derken annesi bir azık kutusuna biraz börek,  termosa da çay hazırlar ve Tufan annesini öperek arabasına biner.

Amsterdam’da toplantısını bitirir, geri dönüş yoluna koyulur. Gece olmuştur. Saat 22:30 yol sis ve kardan görünmüyordu. Biraz daha gidince polisin yolu kapattığını görür. Riziko almamak için ileride hotelde kalabilirim diye düşünür. Hemen ileriden levhadan sinyal vererek otele yönlenir. Resepsiyona gelir ve hemen kendine bir oda ayırtır. Çok acıkmıştı. Restoranda girer, tek tük kalantor müşteriler vardır. Rica ederek servis saati olmadığı halde bir şeyler ısmarlar. Annesi gelir aklına. Annesi duysa neler ederdi dışarda yemek yemesine. Yüzünde bir sevgi tebessümü oluştu.

Yemeğini yerken çevresini de izlemekte idi. Bir an durdu. Sonra birden taş kesilmişti, hayretler içindeydi. Evet evet, ta kendisi idi. Çeşmede gördüğü kız buydu. Masada bir hanım ve iki bey daha vardı. Bir iki dakika bakınca masadakiler de ona bakarken, kızda başını çevirdi Tufan’a baktı. Evet oda tanımıştı Tufan’ı.

Kız uzaktan kibarca selam verdikten sonra, masadakilere dönerek bir şeyler söyledi. Tufan heyecandan elleri titriyordu. Şaşırmıştı. Kalbi gümbür, gümbür atıyordu. Masadaki  adamları görünce, “Birinden biri mutlak kocası, arkadaşıdır.” diye düşündü. Kafasının içine bir sürü tahminler dolaşıyor, kalbi heyecandan güm güm atıyordu. Ayağa kalktı, terasa doğru yürürken, kızın ayağa kalktığını görür. Bir an yanına geleceğini sanır. Heyecandan bayılacak haldeydi. Fakat oda neydi? Kız yanındaki erkeğin engelli arabasını sürüyordu. “Eyvahlar olsun.” dedi.  Kocası kötürüm. “Demek ondan kız fazla bakamıyordu.” diye hayret ile, içinden yorumlar yapıyordu.

Terasta yaktı bir sigara, çok efkarlanmıştı. “Kader durmadan karşılaştırıyor, oda evli çıkıyor.” diye kendini kendine sığmıyordu. İki çekti söndürdü, ellerini açarak, ’’OY ALLAHIM ben ne yapayım?’’ dedi.

Hemen arkasından, “Âmin.” diyen bir kadın sesi ama o kadar sessiz zarif bir sesti ki. Tufan arkasını döner dönmez yine donar kalır. Kalbini durduracak kadar  şiddetli  bir heyecandı bu. Kızın gözlerinden kendini alamazken, kız, “Merhaba.” derken elini uzatıyordu. Kaç saniye baktığının farkında olmayan Tufan kızın sesi ile ayıkır. Merhaba derken ellerinin titrediğini kız bile anlamıştı. Yine ilk girişi kız yapar, ’’ Ben Maria.’’ der. Tufan, ’’Merhaba ben de Tufan, karşılaşmalarımız tuhaf oluyor ama tanıştığıma çok memnun oldum.’’ der.

Bakalım bu tanıma faslı kahramanlarımızı nereye sürükleyecek bunu bir sonraki Pazartesi’ne devam ederek öğreneceğiz gönül dostları.

Simytech     Sifa