Toplantı sonrası Tufan’ın sözlerine Maria,’’Evet haklısınız büyük tesadüf.” diye gülümseyerek cevap verir. Tufan, “Buyurun oturalım diyeceğim ama, eşiniz yanlış anlayabilir.’’ derken kalbinin gümbürtüsü, boğazına kadar geliyordu. Maria,’’Buyurun oturalım ama fazla vaktim yok.’’ der. Tufan “Buyurun.” anlamında elini öne uzatarak yürüdüler. Tufan’ın soracakları çoktu. Ama hangisinden başlasam hesabı bir telaş bir telaş. Kız masaya otururken, Tufan Maria’nın sandalyesini tutuyordu ancak centilmenliğinin farkında bile değildi. İç güdüsü ile davranıyordu.
İlk hamleyi yine Maria yapar, ’’Siz evli misiniz?’’ diyerek sorar? Tufan, ’’Ya siz?’’ der. Maria tatlı, tatlı gülümser ve, ’’Peki Tufan Bey önce ben. Çünkü siz beni Türkiye’de gördünüz, siz beni yıllar sonra burada gördünüz haklısınız.’’ der ve başlar,”Ben Utrecht şehri bölgesinde bir çiftçinin kızıyım, kocaman bir ailem var. Ben Türkiye’de üniversite sağlık sektörü okudum bitirdim. Mesleğimde başarılı olmam için, Türkçeyi çok iyi öğrenmem gerekiyordu. Bu nedenle beni Karadenizlilere benzetiyordu arkadaşlarım. Evli değilim, o gördüğün şahıs Hollanda ’nın en zenginlerinden biri. Ben ona bakıyorum maaş alıyorum. Çalışmazsam okulumu ödeyen aileme borcumu ödeyemem.” dedi. Ve devam etti. “Evet benim babam hala çiftçi ve parası çok. Ama ben aileme borcumu ödemeliyim.’’ dedi.
Masadaki çift babam ve ikinci eşi. Ben annemi çok erken kaybettim. Annem bizi bırakıp gitti. Babam yeniden evlendi ama beni hiç ihmal etmedi. Bana çok yatırım yaptı. Beni ziyarete gelmişler.” dedi.
Tufan, ’’Evet sıra bende.’’ diyerek şeceresini anlatır. Bu sohbet o kadar güzelmiş ki saati fark etmemişler. Garson lobiye geçmelerini önerirken hava aydınlanıyordu. Aşk saati unutturmuş gibiydi. O zamanlar henüz cep telefonları yoktu. Bu sebeple bir birlerinden iş yerlerinin telefonlarını, adreslerini alırlar ve ayrılırlar.
Tufan eve nasıl geldiğini hatırlayamıyor, kafasında Maria ile düşünceleri, sorguları bitmiyordu. Otelden ayrılırken gözü arkada kalmıştı.
Eve girince annesi, ’’Tufan, oğlum sen mi geliksin?’’ diyerek seslenir. Tufan o kadar dalgındır ki annesini duymadan paltosunu asar. Annesi telaş ile, “Oğlum, Tufan’ım, eyimi misin oğlum?” diyerek telaş ile sorar. Tufan, “Yok annem ya. İş güç işte, kafam takılmış.’’ der ve kapatır.
Sonraki günlerde, aramak ya da aramamak arasında, karar veremez. O geceden beri tüm düşünceleri, Maria’ya odaklanmış bir durumdaydı. Ama bir türlü arayamıyordu. Kar tüm hızı ile devam ediyordu. Hollanda çok soğuk bir kış yaşıyordu. Tufan saat 17:00 gibi bürodan çıkar. Bir iki adım atmıştır ki karşısında Maria! Hayretle sorar, ’’Maria! Merhaba ne arıyorsun burada? Maria gayet sakin bir sesle, ’’Seni arıyorum Tufan, seni arıyorum.” derken Tufan’ın eli ayağı çözülmüştü.
Maria koşarak geldi ve Tufan’ın boynuna sarıldı. Tufan şaşkın ve aptallaşmıştı ancak garip bir mutluluk sardı yüreğini. Bıraktı elinden iş çantasını, sarıldı yeni tanıştığı sevdiğine.
O günden sonra yemeklere çıktılar, sinema, tiyatro gibi sosyal oluşumlar, artık 3 ay sonra aşklarını inkâr etmiyorlardı. Hayatlarının en mutlu zamanını aşkı yaşıyorlardı. Bir üç ay daha geçer. Artık Maria ve ailesi evlensinler istiyorlardı. Ancak maalesef Tufan’ın ailesi bilmiyordu daha durumu. Yalnız büyük yengesi hariç. Bir tek o biliyordu. Ama kimseye söylemiyordu. Çare değildi, Maria artık ilişkilerinin resmiyete dökülmesini istiyordu. Tufan’da deli gibi aşık, ne olacaktı bu ilişkinin sonu?
Tufan Maria’ya tatlı sözlerle, ’’Halledeceğim.’’ sözü ile uzatmaya çabalasa da artık Maria’nın kararı kesindi. Artık geceleri uyuyamayan Tufan ailesi ile konuşmaya karar verir. Ertesi gün işten çıkar çıkmaz, annesine güzel bir çiçek alır. Babasına da tatlıcıdan baklava alır ve doğru evin yolunu tutar.
Kapıya gelince heyecan başlar, “Acaba baba nasıl karşılayacaktı? diyerek yüreğine korku yerleşir. Anahtarı ile kapıyı neşe ile açar ve, “Ben geldim diye bağırır.” Nazik Hanım yine mutfaktan telaşla çıktı,’”Oy benim Arslan’ım işinden eylenceli geliysin şükür gadanı alırım oy.’’ diyerek, oğluna koşar. Sarılır, elindekileri alırken de seslenir, ’’ Huu! Tayyar Bey, oğlumuz anacığına çiçek, babasına da baklava getirik.’’ derken yüzündeki tebessümü bile böyle tatlı naif gözleri nemliydi. Çünkü oğlu evdeydi, mutluydu ve kendisi de mutluydu. O, gururu gözlerinde çakmak-çakmak sevgi ile gülümsüyor; ana olmanın tüm meziyetlerini farkında bile olmadan sergiliyordu.
Ana var, anne var. Nazik Hanım bu güzel meziyetlerinin farkında değildi bile. Onun vazifesi kocasını, evlatlarını mutlu etmek, kendi varlığına değer vermeyip, hastalığını bile belli etmeyen bir anne düşünün artık!
Tufan annesinin yanağını okşayıp, babasına da, “İyi akşamlar.” diyerek, elini öpmeğe eğilir. Bu saygısı babasına yıllarca sürmüştü. Tufan nerede ise 30 yaş oluyordu. Babası elini çekerek, “Da tamam sağol.” der gibi elini dizinin üstüne koyarak, diğer elini hafiften havaya kaldırırmış. O gecede öyle olmuş. Ama Tufan konuşmak zorundaydı. Yoksa Maria cayacaktı. Haydi BİSMİLLAH diyerek başladı söze, ’’Baba, günün nasıl geçti? diyerek sordu önce. Tayyar Bey, “Tufan ayda yılda tatlı getirince vardır bir derdi.” Diyerek, “Eh hayda ağzından çıksın gayrı ne diyciysen de yurum. Belli var bir derdin kele, hayda.’’ dedi.
Tufan farkında olmadan 4 kez, “Baba.” deyince adamın sabrı tükenmek üzereydi. Tayyar Bey otoriter bir sesle, ’’Ula oğlum! Ula yurum, Ne diyciysen de gayrı.’’ der. Tufan telaşlı bir sesle bu kez, ’’Baba ben evlenmeye karar verdim.’’ derken yüreği titriyordu. Ve devam etti, ’’Baba kız arkadaşım var, niyetimiz ciddi sizde müsaade ederseniz evlenmek istiyoruz.’’ dedi.
Tayyar bey doğruldu. Hiç istifini bozmadan, yalandan bir tebessüm ile, ’’Ne diyek yorum, haydi hayırlısı.” dedi ve devam etti, ’’De bakalım hele kimmiş bu talihli gız? Yorum yoksa Türkiye’de, Ula yok, yoksa Entep’te aklını akraba kızlarından birine mi gaptırdın?’’ diyerek umutla ve sevinçle sorar?
Tufan babasını dinlerken, kendini kendi anlattıklarına o kadar adapte etmişti ki hiç istifini bozmadan çok saygılı bir hitap ile, ’’Hayır baba. Evlenmek istediğim kız Hollandalı nezih bir ailenin kızı. İsmi Maria. Her defasında, kader bizi karşılaştırıyordu ne hikmetse. Tanıştık, sizlere diyemedim. Biz 6 aydır samimi arkadaşız babam. Ve artık evlenmek istiyoruz. Bana destur ver.’’ diyerek, derin bir nefes alır.
Tayyar bey mi? Çoook sinirlenmişti. Adeta konuşmuyor kükrüyordu. Ayağını ileri atarak, bir hışım ile ayağa kalktı. Başını Tufana çevirirken, gözleri öfkesinden çakmak-çakmak olmuştu. Dişlerini sıkarak, ’’Bak bana sakın ha sakın benim evime ve bana gelin diye, Hollandalı kraliçenin kızı da olsa getirme, ağnadın mı lan?’’ dedi ve hırs ve sinirle söylenerek odadan ayağını yere vura-vura çıktı.
Nazik hanım mutfaktan elinde tatlı ile odanın kapısında sessizce ağlıyordu. Tufan annesinin yanına gözleri dolu-dolu yaklaştı ve gözlerine bakarak yavaş ve titreyen bir sesle, ’’Annem, canım annem ne olacak şimdi benim halim? Maria’dan ayrılamam, sizden ayrılamam, ben ne edeyim anam yaa! Of.’’ diyerek, iyice sarılır anacığına.
Zavallı Nazik hanım, sarılır oğluna ama yine sessizce ağlıyordu. Ve bugün sevindiğinin bedelini bir kez daha ödüyordu. Ne deseydi? Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık. “Yüreğini dinleyerek, kaderinde ne varsa, onu yaşayacak. Seviyor ise, mutlu ise, varsın gitsin kaderine.” düşünceleri ile istemeyerek, oğluna, ’’Git, git oğlum. Sevdandan değil, sevildiğinden emin ol, koş yüreğinin sesine.’’ derken, oğlunu kaybedeceğini düşünüyordu. Ana oğul sarılırlar. Nazik hanım yavaşça geri çekilerek, “Tamam, yeter ki senin canına zeval gelmesin. Git oğlum.” diyebildi. Tufan dış kapıya doğru yöneldi. Tayyar Bey hala odasında söyleniyordu.
***
Tufan kendini dışarı atar atmaz, yaktı bir sigara oturdu kapının önüne. Öfke ile, “Neden ya? Neden.” diye söylendi. Ne yapmalıydı. Saat gece 11.00 yürümeye başladı. Arabasına bindi, kendini Maria’nın kapısında buldu. Yarım saat kadar oturdu. İçeri girip her şeyi anlatmak istedi.
Ne yapmalıydı?
Sonunda indi arabadan kapıya dek gitti, ama zili çalamadı. Çok samimi bir arkadaşı vardı. Orhan. 10 km uzaktı ama olsun. Bindi arabaya doğru oraya gitti. Kapıyı çaldı, kapıyı sarışın güzel bir kız açtı. Orhan’ın kız arkadaşı Karin’di. Karin yüksek sesle Hollandaca, ’’Tufan geldi’’ dedi. Tufan içeriye girdi, Orhan elinde sarılı sigarası, mumlarını yakmış ekostik bir müzik ile keyfi yerindeydi. Orhan şaşırmıştı. Tufan hiç böyle yapmazdı.
Telaşla doğruldu, ’’Hayırdır kanka? Kötü bir şey yok İnşaAllah.’’ diyerek sordu. Tufan, ’’ Çok kötü kanka, ben sıkıştım kaldım, çok zor bir durumdayım.’’ dedi ve olayı anlattı.
Orhan çok şaşırmıştı. Doğruldu. Sardı bir sigara, ’’Al oğlum ya! En azından rahatlatır.’’ dedi. Tufan yok falan dedi ise de aldı sigarayı. Kafası iyi olmuştu. Başladı konuşmaya, saatlerce konuştu anlattı, anlattı, anlattı. Ve nihayetinde fark etti ki Orhan ve kız koltukta uyumuş kalmışlardı.
Kalktı eve gitti. Duşunu aldı. Tayyar Bey kahvaltıya inmişti. Söyleniyordu yine işte! Tufan kalktı. Giyindi. Çıkarken de annesi seslendi, ’’Oğlum bir şey yemiy misin? Kele hasta olucun.’’
Tufan sesini yükseltmeden, ’’Yok anam yok ben aç değilim.’’der. Huzursuzluğunu annesine daha fazla yansıtmak istemiyordu. Annesinin zaten çok üzgün olduğunu biliyordu. Arabaya doğru yürüdü. Birden şaşırdı. Heyecanla, “Maria! Maria senin ne işin burada?’’ diyerek sordu.
Maria, ’’Gelemez miyim? Yasaklı mıyım?’’ deyince Tufanın eli ayağına dolanmıştı ve hemen, ’’Aman Maria! Olur mu öyle şey? Hoş geldin.’’ Diyerek koşar sarılır. Sanki tüm çiçekler, Maria kokuyordu. Nasıl anlatacaktı olanları.
Maria,’’Konuşmamız lazım galiba Tufan, gözlerinde böyle bir ifade görüyorum.” der. Ve manalı- manalı bakar. Tufan, ’’Tamam hadi gidelim kahvaltı edelim, zaten çok acıktım. Evden kahvaltı etmeden çıktım.’’ derken, konuşma fırsatı olacağından, emindi. İsviçreye yaptıkları kaçamak da birbirlerine söz vermişlerdi. Ölüme dek ayrılmayacaklardı. Öyle ya da böyle bir şekilde anlatmalıydı. Bu mevzu olacaktı. Tufan, ’’ “Tamam, seni Amsterdam’ın en güzel, kahvaltı salonuna götüreceğim.’’ der ve kahvaltı solonun yolunu tutarlar. İkisi de çok mutludur. Keyifle kahvaltılarını yaparlar. Bulundukları mekân nezih Türk kahvaltı salonlarından biri olduğu için Türk kahvaltıları zaten bizlerde muhteşemdir. Türk toplumunun bir sözü vardır, hatta herkes bilir, ’’Güzel bir gün iyi bir kahvaltı ile başlar.’’
Babasının evine gelen Tufan ne yapacaktı? Nasıl hareket edecekti? Bu geliş nelere mal olacaktı bir sonraki haftaya öğreneceğiz gönül dostları. O zamana dek esen kalın.