Gönül dostları, bir önceki bölümde, Jale, “Galiba dedem ölmüş, bir ay sonra Maria doğduğunda ben iki yaşındaymışım.’’ Deyince tufan küçük dilini yutar gibi olmuş ve orada kalmıştık.
Jale Tufan’a, ’’evet’’ dedi ve devam etti. Bana kızar mısın? bilmiyorum Tufan. Ama, sana anlattıklarım gerçeğin ta kendisi.”
Annem dedem ölünce hiç miras derdine falan düşmemiş. Hemşire olduğu için nöbet günlerinde bize Hacer teyze bakıyormuş. Şimdi çok yaşlı biz ona bakıyoruz. Bebeklikten, ergen çağımıza kadar Hacer teyze bize sofrada besmeleden, namaza kadar çok Müslüman kurallarını, öğretti.
Şimdi Alzaymır başlangıcı, ama hala örgüsü elinde! Evimizin en kıymetli köşesinde kalbimizdedir. Gençliğinde bize, haminne demeyi öğretmişti. Yıllardır haminne diye hitap ediyoruz. Kimsesi yokmuş. Zamanında, eşi ile kumar yüzünden ayrılmış, kökeni mübadelede Türkiye’ ye gelen Selanik eşraflarından kendi ve eşi de İzmir’de doğmuş. İşte kader onlarında yolunu bir şekilde birleştirmiş. 2 yıllık evli iken eşi Hollanda’ya işçi geliyor, bir yıl sonra hanımını yanına alıyor. Tabi zamanla, her orta halli gurbetçilerle, komşuluklar, dostluklar kuruldu. Fakat haminnemin evi aşırı lüks üstelik mülktü.
Neden? Nasıl? düşüncelerinde iken, tesadüf kumar oynadığını öğrenince. Yer yerinden oynamış, etmiş eylemiş oturdukları evi ihbar etmiş ama icra dışında kimse mülke el koyamıyor.
Bir gece eşi Amsterdam otobanında kaza yaparak hayatını kaybedince, eşi ile altı aydır ayrı yaşıyorlardı. Zoruna gitmişti, intihara teşebbüs edince annemle tanışıyor …
Maria ile bana güvenilir bakıcı mutlak gerek. Aklında bu düşünce O parası olup, huzuru olmadığı yıllarda annem ne bilsin Hacer hanıma kocasından büyük bir miras kaldığını. Kocasından kalan paranın, haddi hesabı yok! Ama hacer hanım aksine çok mütevazi yaşıyormuş. Ama yalnız kimi kimsesi yok! İntihar olayından sonra, annemle samimiyetleri artmış. Tam bir İstanbul şivesi ile konuşuyordu. Neyse anneme teklifi gayet kibar bir telaffuz ile küçük bir evde küçük bir aile olalım demiş. Oda kabul etmiş. ben orta okula gidiyordum, ananemi kaybettik. Velhasıl Hacer teyze villasını kiraya vermişti. Vermişti bu şartla bize kira paralarını saklayan haminnem bizi en güzel okullarda okuttu. Anneme anne, abla oldu. Biz de iki kardeş annemiz gibi sağlık sektörüne hizmet için okuduk. Ben psikiyatrı okudum. Maria baş hemşireliğe, doktor asistanlığını okudu. Ben doktoram için Londra’ya gittim 3 yıl İngiltere’ de okudum. Maria staj için, Türkiye’de olmayı tercih etti. Antalya Üniversitesi’nde yüksek okudu. 5 yıl ayrı yaşadık. Son yıl ben gitmiştim, araba ile.
İşte dönüşümüzde tanıştığınız kahvaltı salonu! Bende park arıyordum. Hatta, abin olmalı iri yarı esmer bir beyefendi ile selamlaştık. Sonra orada Maria kalmak istemedi. Sordum hayretle, ’’kız ne oldu arkandan kovalayan mı var?’’ diyerek sordum? Çok heyecanlı idi, ’’ Anlat hele ne oldu?’’ diyerek sordum?
Maria bana aptal aptal bakarak, yine önüne döndü. Ellerini ovuşturuyordu. Yanakları kızarmıştı ve titriyordu elleri. Bir saat ben araba sürdüm, ikimizde susmuştuk. Baktım olacak gibi değil, çektim benzinliğe oh kahve olsun yeter dedim. Ne güzel bir yerdi. Unutamıyorum!.. Biz dağ üzeri gelmişiz denize nazır bir kahve her yer yeşile boyanmış gökyüzü pırıl, pırıl güneşin en keyifli hali, geldik güzel bir masaya, oturduk.
Gözleri dalgın, nemli uzaklara bakıyor. Vurdum elimi masaya. İrkildi. Korktu. Yaklaştım, ’’anlat ablacığım ne oldu?’’ diyerek sordum. Başını yavaşça çevirdi, korkmaya başlamıştım. Sesini kısarak, ’’ abla, abla ben. Ben, abla ben âşık oldum.’’ derken sesi titriyordu. Bir bardak su verdim. “Eyvahlar olsun.” dedim içimden. Annemin hikayesini ya ben ya Maria yaşayacaktı! Demek ki kader kardeşimi seçmişti. Bir saat geçmeden, siz sanki bizi takip eder gibi, hop geldiniz. İkinci kez orada görüştünüz. Artık ben Hollanda’ya kadar ismini bile bilmediğimiz olumsuz bir aşkın ilk aşamalarını yaşadık… Sonrası Malum.
***
Hollanda’ya dönüşümüzden aylar sonra, artık ilişkiniz hakkında bir karar vermesi gerekiyordu. İşte o sıralarda annem haminnem, ben her akşam bu mevzuda tartışıyorduk. Ama o sana çok inanıyordu. Senin ailenle sorununu anlamıştı. Seni koruma amaçlı sessizce çekildi. Seninle konuşmak için, geldiği yerde seni bulmuş. Bize haber verdi. Senin başında oturuyordu. Ailen geldi. Yaşlı adam Maria’ya ettiği sözler, beni ne kadar çok üzmüştü. Onlar beni Hollandalı sandılar. Bende çok bozulduğum halde gülümsüyordum. Maria gözleri doldu doldu kalktı odadan çıktı. Yaşlı adam tamamen sizin ilişkinize asla onay vermeyecekti!… Maria çok zor bir kararın eşiğinde iken bizim haklı olarak, baskımızın çok etkisi oldu.
Ve sana kendi veda etti, etmek zorundaydı. Sonra sen iyi olana dek, hep baş ucunda idi. Babana verdiği sözden ötürü, senden hep kaçtı. Kaçıyor, kaçacak. İşte merak ettiğin ben buyum. Maria sana çok iyi bakmamı, yalnız bırakmamamı, çok, çok tembih etti. Ben de sana kötü arkadaş olmadım hani!’’ dedi.
Tufan bir şey diyecekti, sonra vazgeçti. Yine durdu, “Maria şimdi nerede?” diyerek sordu. Jale hemşire, “bunu sana söylemem yasak ama inan şimdi nerede bilmiyorum’’ dedi. Sadece değişik numaralarla arıyor, ben arayamıyorum.” dedi. Tufan gördüğü rüyaları anlatmak istedi, ama sonra düşündü, ’’bunca sırrı saklayan bir kadın, hala iyi olmadığımı düşünecek. Vay birde Maria’yı aynada gördüğümü söylesem hepten deli diyecektir. Yok! Yok! söylemem’’ der. İçinden sessiz düşünürken.
Bunu sormamakla yeni doğmuş kızından bi haber yaşayacaktı. Oysa Jale hemşireye sorsaydı, bir kızı olduğunu söyleyecekti.
Bu güzel yemekte, en güzel mevzu Maria’nın hala bekar olmasına çok sevinmişti. Çok mutluydu. Aradan üç ay geçmişti. Bir gün Tufan’ın evine abisi gelir. Diller dökse de nafile, Tufan abisini çok seviyor sayıyordu. Yengesini de çok sayar severdi. Fakat babasına çok kırılmıştı. Bir kez olsun gerçek samimiyetle, bir baba gibi, Maria ile insan olarak konuşsa idi belki Maria her şeyi babasına anlatırdı. Bunları yaşamazlardı.
’’ısrar etme can kandaşım canını ver de vereyim. Babam benim hayatımı bitirdi. Allah biliyor. Benim vicdanım rahat tek kaygım anam.” Dedi.
Bir içini çekti, derin bir of çekti. “Çok özledim annemi abi çok özledim ya.’’ dedi. Abisi,’’eh! Hayda be oğlum anamın hatırası için” dedi.
Tufan kahırlı, kahırlı, ’’abim ben Maria’nın aşkını gönlümden ölene dek atamayacağım. Babamda zaten beni ölümden sonra da affetmez. Ama ben Maria’yı bulursam evleneceğim abi. Velhasıl babamla benim barış yapmam imkânsız’’ dedi. Abisi boynunu büküp giderken Tufan yıkılmıştı.
***
Kapının önüne çöktü hüngür, hüngür ağlamaya başladı. Ağladı, ağladı, ağladı. Kahır içinde yanıyordu yüreği. Hemen antidepresan haplarına koşuyor, sonrada saatlerce uyuyordu. Aradan neredeyse bir ay geçmişti. Mayıs ayı biraz, biraz ısıtmaya başlamıştı. Tufan evden çıktı. “Bu güzel havada yürümek güzel gelecektir bana” diyerek bakkalın, kasabın önünden alemin alemine bakıyordu. Epey yürüdü Türk marketin önünde mahalleden bir arkadaşını görür, sohbet eski çocuk yılları olunca tadından geçilmiyordu. Tufan bir an durdu. ’’ Ya! Şey. Bizim mahalleden Orhan vardı, hep kalede duruyordu.” diyerek sorar. Arkadaşı ’’ha! Bizim kaleci Orhan’’ dedi. Tufan,’’hah! Evet o Orhan’’ dedi.
Arkadaşı, ’’evet evlenip, Ensede’ye taşınmıştı. Maşallah durumu iyi bir Ermeni arkadaşla ortak olmuş, belliki maddi durumu iyi idi. Altında Mercedes vardı. 10,000 kılık kıyafette güzeldi. Ha! Bak elinde telefon vardı. Arkadaş hanımı ile yanımda görüştü. Çok şaşırdım. Neler icat ediyor adamlar. Neyse geçenlerde Orhan buralarda idi. Hoş beş ettik ayak üstü, seni sordu. Bizde abinden duymuştuk. Komşum ya. İngiltere’ de dedik.’’ dedi güldü. Ve devam etti, “Sonra bir hastası varmış, arkadaşıymış, oraya gideceğim demişti. Sormuştum? Bizim çevreden değil demişti. Neyse kardeşim görüşürüz.” dedi vedalaştılar ve arkadaşı gitti.
***
Tufan yürümeye devam etti. Az ilerden sahile dönecekti. Hafif yokuş çıkılıyordu. Tufan baktı. Önüne bir elma yuvarlanarak geliyor gülerek baktı, “önde giden hanımın çantası delinmiş galiba.” diye düşündü.
Başladı koşmaya. Koşarken, “acaba Türk mü?” diye düşünür Ve, ’’hanımefendi! Hanımefendi biraz bakar mısınız?’’ diyerek yavaşça çekine çekine seslendi. Kadın durur ve ’’buyurunuz’’ der demez elindeki tüm çantalar yerlere serilir. Donmuş bir şekilde bakışırlar. Tufan hayretler içinde, ’’Anne! Annem sensin! Annem.’’ diyerek koştu sardı annesini.
Anne boğazına düğümler dizilmiş bir halde, gözleri yaşlarla doluydu. “Oğlum Tufan’ım yüreğimin yarısı’’ diyebildi. Çünkü hıçkırıklardan, konuşamıyordu.
Sarıştılar ana oğul dakikalarca. Sonra Tufan annesinin elini tutarak, hemen yandaki pastaneye götürür. Otururlar yan, yana Nazik hanım bir eli ile oğlunun yüzünü okşayarak,’’ Kele yumrum nediyiksin aylar bitik oluk yurum, gözüm, can evlat anayım ben, seni çok göresim gelikti. Çok ağıt edikim yurum! Bir kez aramayıksın annem.” derken kanlı revan yaşlar, gözlerinden, kış yağmuru gibiydi. Tufan elleri ile annesinin gözlerindeki yaşları silerek, ellerinden öptü. Baktı annesine. Biraz özlem, hayranlık göğsüne sığmayan ana hasreti sevgisi. Gözleri dolu, dolu annesinin iki elini eğilerek öper. Başını biraz kaldırır, ’’peki benim can anacığım, sen oğlunu bu kadar severken yerim yurdum belli niye arayıp sormadın beni?’’ dedi.
Nazik hanım biraz kızgındı yaş dolu gözlerle Döndü Tufan’a şefkatle baktı ve yüzünün şekli yine gerildi. Kızgın gözlerle, ileri daldı gözleri sonra yüzü mahzunlaştı gözleri yine kederli gözyaşlarına teslim oldu. Başını önüne eğdi. Sessiz kırgın bir sesle, ’’abinle senin eve gelicidik. Babana sordum biz gidiyik sende gelicin mi Tayyar Bey? İzin veriy misin?” diye. “Vay gadanı alırım etmediği kalık mı oğlum? Kalktı baban ’’eğer sen o eve oğluna git. Seni boşarım diyen kötü hanek etti yurum.” Varamadım kuzumun hastanesine’’ derken üzüntüsü zirvede idi. Tufan,’’annem seni şimdi taksiye bindirmeliyim, yoksa rahat edemem. Beni hiç görmedin abilerime, yengelerime onlara da deme anacığım. Ben bir şeyler ayarlayacağım, sana haber edeceğim. Tamam mı anacığım? Üzülme ben çok iyiyim, sende bak anam, canım anam sakın artık üzülmek yok, her şey güzel olacak’’ dedi ve ana oğul caddeye çıkarlar.
Tufan hem mutlu olmuştu ama, çok da hüzünlenmişti. Annesi taksiyle giderken, arkasından el sallıyordu, ama kafasındaki düşünceler, çok başkaydı. Sonra uzun, uzun sahilde yürüdü. Dokuz ayın sonrasındaki ilk günlerinde, neleri duymuş, neleri görmüş yaşamıştı.
Demek ki bütün kabahatli benim. Ve etrafımdan herkes kaçıyor. Oturdu sahilde ki kanepeye yaktı bir sigara, uçsuz okyanusa baktı baktı baktı. Ne zaman kurtulacaktı bu rüyalardan? Çok ağır uyuşturucu tedavisi görmüştü ve hala tedavisi bitmemişti. O gördüğü kabuslar, şelaleler, örümcekler, karanlıklar uyuşturucu krizlerinde yaşadıkları imiş. Dört mevsimi yaşamıştı. Ölümün kapısından dönmüştü. Allah’ımız yaşamasına müsaade edince, en sevdiğini Maria’yı yolladı. Maria elinden tuttu çıkardı kendisini.
Devam etti kendi kendine konuşmaya. Her nefesim kesildiğinde dualarımdan sonra annemi ve Maria’yı sık sık görüyordum. Ya şelaleye ya da uçsuz beyaz bir ışığa gayri ihtiyari yürüyordum. Kocaman okyanusun ortasında boğulmamak için çabalarım tam artık takatim biterken rüya değişiyordu.
***
Annem babam ilk donma tehlikesi yaşadığımda hastaneye gelmişler. Doktor ailem olmaları münasebeti ile, “çok ağır bir depresyon neticesi ile düzensiz uyuşturucular da alınca, artık beyin teslim oluyor. Çok uzun bir tedavi süreci var önümüzde’’ demiş. Babam, ’’tabiki’’ teselliyi ailesinde değil uyuşturucuda bulunca belasını bulluk. Yörü avrat yörü. Ben daha da bozulmadan yörü. Ölürse Allah’ımızın yaşar sa kimin için, bu hallara düşük oluksa, gelik başında hanek etsin. Yörü’’ diyerek hastaneyi terk etmişler.
Doktor hayretler içinde arkalarından bakarken, Maria ve Jale hemşire doktorun yanına yaklaşarak tanıdıklarını söyleyip gönüllü nöbetler istemişler.
Elindeki sigarası çoktan sönmüştü. Sanki tüm yıldızlar denize inmişti. Ayın şavkı o kadar güzel görünüyordu ki denizi doğanın güzelliğini hayran hayran izliyordu. Oysa neden mağlup olmuştu hayata karşı. “Allah’ımızın çizdiği inişli çıkışlı yoldan, yürümek zorundayız’’ düşünceleriyle ayağa kalktı, şöyle biraz sitemkâr, biraz esprili bir sesle, ’’iyi geceler Amsterdam. Ben senin kucağında mutlu olamadım. Merak ediyorum sen koca okyanusun kucağına nasıl bocalıyorsun kim bilir?” Diyerek evinin yolunu tuttu.
Kapıya geldiğinde bir de ne görsün? Maria kapıdaydı. Düşüp bayılmamak için ayakta zor duruyordu,’’Maria bu ne kadar güzel sürpriz.” diyebildi.
Devam etti, ’’hoş geldin Maria’’ Kapıda bir müddet bakıştılar. Tufan kapıyı açtı kapıda durdu. Maria, ’’girmeyeceğim Tufan’’ dedi ve devam etti, ’’sen beni arıyordun? Geldim. Şunu bil ki artık sen ben diye bir şey yok. Beni arama. Yaşadık ve bitti. Bu gerçeği kabul et. Ama seni çok seven birinin hayatını belki güzelleştirebilirsin. Ama bizden olmaz, olamaz! Belki ikimiz hükümet kurarız. Ama, yuva kuramayız. Lütfen Tufan her şeyi biliyorsun, yaşadık gördük. Demek ki boşa çaba, olmuyor! Olmayacak. Herkes yoluna gitsin. Yolun açık olsun Tufan. Mutlu çok mutlu ol.’’ der ve altı, yedi merdiven inmeye başlar. Tufan’ın nutku tutulmuş gibi, arkasından baka kalmıştı.
Bakalım bu iniş her ikisini nereye sürükleyecek. Çok değil haftaya tekrar birlikte olacağız. O zamana değin hoş ve esen kalın.