PIKNIK

Bırakın da kendi gömleğimizi kendimiz giyelim

Yayınlama: 19.11.2009
A+
A-

Yine hey heylerim üzerimde bu gün. Neler oluyor neler, neler yazıyorlar neler, neler duyuyorsun neler. İlla da basıyorlar insanın damarına. Eh kalem ehli olunca da duramıyorsun işte. Hele de birileri hala bu oyunların farkına varamıyorsa.

Bir zamanlar onlarca kardeşimden sorular almıştım, şu meşhur açılım konusu ile alakalı, “Ne düşünüyorsun bu konuda? Karşı mısın, değil misin?” diye.

Şunu demiştim o zamanlar, “Ne düşüneyim. Her şey ortada değil mi? Adamların saltanatı sona eriyor. Bütün dertleri bu. Bu kadar kısa ve basittir olay! Hem insanlığın onur, haysiyet, şerefine ve adalete uygunsa. İnsanların arz ve taleplerine cevap verebiliyorsa neden karşı olayım ki? İnsanların birbirine düşmanca bakması beni neden mutlu etsin ki? Bir insanın vururlup devrilmesi beni neden mutlu etsin ki? Bir başkasını mutlu edecek şey beni neden mutsuz etsin ki? Yani barış kardeşim barış. Bakın ne diyorum, barıştan bahsediyorum. Barışı kimler neden ister veya kimler neden istemez? Bu kadar şeyi hala anlayamadık mı? Anlayamıyorum! Bu topraklara barış gelmesi neden yanlış olsun! Yüzyıllardır her şeyini paylaşarak düşmana karşı sırt sırta bu toprakları savunan bu iki toplum neden bu gün de paylaşmasın ve savunmasın? Bana göre, bu süreç insanımızın insanlığına bir katkıdır. Kolay mı? 150-200 yıllık yaralara neşter vuruluyor. Türkiye bu fırsatı iyi kullandığında, aslında bir başka kurtuluş savaşı da bu olacaktır.”

Her ne kadar onlar oyalama takdikleriyle o zamanlar devlete kumpas kurmuş olsalar da, ben bugün yine benzeri şeyleri söylüyorum. Bu milletin sırtında olmaz yaraları açtılar, sonra onları zamanı geldiğinde kaşıyıp duruyorlar.

Bu gün de öyle değil mi?

Diyarbakır’da HDP İl Başkanlığı önünde bekleyen ve dağa kaçırılan evlatlarını geri isteyen annelerin haline bir baksanıza. Kaç siyasetçi, kaç ünlü ve kaç yazar duruma tepki gösterdi. Ne kadar içler acısı değil mi?







Bu millet neleri görmedi ki, neleri yaşamadı ki; Faaili meçhuller, susturulan düşünceler, gece baskınları, kayıp ve yitikler, ters ilişkiler, asit kuyuları, darbeler, felan, filan…

Bu güne kadar izlenen tablo hep böyle oldu. Ancak, siz hiç bu güne kadar komşu olan Türk veya Kürt ailenin birbirlerinin evini taşladığını duydunuz mu? Yüzyıllardır kardeşi kardeşe vurdurmaya çalışıyorlar. O kadar insan öldü. Anne babaların yüreği sızladı. Ama ne kadar başarılı olabildiler?

Demem o ki; yine olamayacaklar! Hasılı kanımca, ne yaptılarsa etle tırnağı birbirinden ayıramadılar. Ayrılır mı et tırnaktan? Ayrılmaz. İllada ayıracak olursanız kan akar değil mi? İşte bunu yapmaya çalıştılar yıllardır.

Birileri düğmeye basıyor, dünya ona inanıyor. Bu gün ulusalcılık, dün milliyetçilik, bir başka gün ırkçılık. Ne farkeder ki.







Bunlar hoş şeyler değil. Önce insan olmalıyız insan. Zulme karşı mazlumun yanında olmalıyız önce. Akıl, Kur’an ve vicdan da bunu ister değil mi? İyilik, illa ki sevdiklerimize yapılacak diye bir kaide yoktur. Bazen iyilik sevmediklerimize de yapılabilir. Peygamberimiz’de  (s.a.v) zamanında iyiliği herkese yapmıştır. Yapılan iyilik iyiliğe, insanın onurunadır. Allah’ın seni sevdiği gibi insanlığı ve pişmanlığı sevmekle bir şey kaybetmezsin.

Korkma ve sesini yükselt. Böyle yaparsan sadece büyürsün.

Hiç bir milletin ırkçılık belasına düşmesinden yana değilim. Bir adem bir alemdir. Bir insan bir insanın üstünü çizemez. Allah’ın emeği olan insanı, nasıl olur da asarsınız, kesersiniz, dağlara bayırlara kaçırırsınız.

Devlet mutlaka kutsaldır. Ancak, Kur’an’la inşa olmamış akıllar devleti kutsayıp tanrılaştırarak, insanı da karınca gibi ezerse bu da olmaz, ne olur o işin sonu. Çok vahim olur. Yani devletin imanı önemlidir. Devlet sadece bana değil düşmanıma da adil olmalıdır. Devlet, insan için vardır zaten. İnsan varsa devlet vardır.

Problem ise, Türk veya Kürt olmakta değil. Alevi-Sünni meselesi de değil. Azgın azınlığın çoğunluğa tahammülsüzlüğüdür. Zihin ve zihniyet çarpık olunca devletin pastasını kimseye kaptırmamak için, yönetici elitin, milletin tepesine çöreklenmesi de işin bir başka cabası.

Hala anlamadınız mı?

“O suyun başını tutanlar yok mu?” diyorum. Suyun başını tutanlar! Tanıyamadık mı hala onları?

Bu topraklarda eğitim sistemi, öğütüm sistemi halini nasıl almıştı unuttunuz mu?

Hatırlayınız lütfen!

Hem haydin okula diyeceksiniz, hem de kılık kıyafeti bahane ederek, sırf başörtüsünden dolayı suçsuz günahsız kızları okula sokmayacaksınız. Sonra da kalkıp okumak istiyorlarsa arabın topraklarına gitsin diyeceksiniz. Neler gördük, neler duyduk, neler yaşadık! Hala da yaşıyoruz.

Ya kim karar verdi kardeşim bu deli gömleğini bu milletin sırtına giydirmeye? Uymuyor işte, anlamıyor musunuz, uymuyor! Bu gömlek bu milletin sırtına uymuyor. Bırakın da, kendi gömleğimizi kendimiz giyelim.

Vesselam,

Simytech     Sifa