Çoban kazandı çoban!

Yayınlama: 10.10.2014
A+
A-

Değerli okurlar;
Baya bir zamandır sizlerden uzak kaldım.
İhtimal odur ki bu sebeple gönül koydunuz bana.
İzin sonrası bir türlü dökemedim kağıda şu beynimdeki har-gürleri…
Affınıza iltica ettim artık ne deyim.

Ve başlayalım yazmaya!







***







Önce bir hikaye: (Neden önce hikaye, buna sonra değineceğiz)

ŞİMDİ:

Vaktiyle, (Yaşanmış bir hadisedir Konya civarında.)
Yüksekçe bir tepede, bir medrese ve o medresenin hocası talebelerine ders anlatırken zaman zaman durur dermiş ki, “ÇOBAN KAZANDI ÇOBAN”

Tabi talebeler bir anlam veremiyor. Ne demek çoban kazandı çoban!

Bir, iki, üç … Ha bire böyle diyor, “Çoban kazandı çoban”

Bir gün bir yakını, “Efendim” demiş, “Siz sohbet aralarında böyle dersiniz de, bu çoban kimdir, kazandığı nedir, nasıl kazandı? Biz de onu merak ederiz.” Hocaefendi bir ‘AAAH’ deyip gözleri buğulanarak gençliğinde yaşadığı bir hadiseyi anlatmış ki, hadise şudur:

Diyor ki, “Evladım, biz gençliğimizde iki arkadaş bir yola giderken namaz vakti oldu. Bir pınarın başında abdest aldık, tam namaza duracağız derken, bir çoban, “ben de cemaate katılayım.” dedi. O da geldi abdestini aldı, beraberce namazımızı kıldık, namaz bitince gönlümüzü bir hoşluk aldı ve dedik ki, haydi her birimiz bir dua etsin, diğer ikisi de ‘AMİN’ desin.

Önce ben elimi açtım ve dedim ki, “Ya Rabbi! Bana şöyle yüksekçe bir tepede güzel bir medrese ver. Orada senin rızan için ilim-irfan öğretip, talebe yetiştireyim.”

Diğer arkadaşlarım, ‘AMİN’ dediler.

Sonra benim arkadaşım elini açtı ve dedi ki, “Ya Rabbi! Bana mal mülk ver. Beni zengin eyle, senin yolunda sadakalar dağıtayım. Fakirleri doyurayım, hizmetler edeyim.”

İkimiz, ‘AMİN’ dedik çobanla birlikte.

Ve Allah (c.c) ona mal verdi mülk verdi. Fakir fukaraya da öyle yardımı dokunur. Ümmet-i Muhammed’e hayır eder.

Onun duası kabul oldu.

Eh ben işte gördüğün gibi bu medresede hocalık ederim. Bana da burada böyle bir yer nasip etti. Anlarım ki duam kabul olmuş.

Sıra çobana gelmişti namaz sonrası. Ellerini açtı ve çoban dedi ki,”Ya Rabbi! Sen benden razı ol. Beni de senden razı et.”

Biz de arkadaşla ikimiz, ‘AMİN’ dedik beraberce. Şimdi dönüp bakarım ki benim duam kabul olmuş. Arkadaşımın duası kabul olmuş. Bilirim ki çobanın duası da Bi-İznillah kabul olmuştur.

Onun için diyorum ki, ÇOBAN KAZANDI ÇOBAN.

***

Hasıl-ı Kelam;

Dünya senin olsa, dünyayı birisine bağışlasan, Allah rızası için olmadıktan sonra, hiç bir işe yaramaz. Yeryüzünün en büyük alimi olsan, bütün yeryüzü senin taleben olsa. Allah rızası için olmadıktan sonra, yine hiç bir işe yaramaz. Ama, Allah senden razı olsa. Sen, Allah’tan razı olsan. Hiç bir şey bilmesen, yeryüzünde hiç bir şeyin olmasa. Değil dünya, ahirette de o sana ‘AZIK’ olarak yeter.

Böyle anlatıyordu değerli dost Serdar Tuncer bir sahur programında izleyenlerine…

***

Neden bu hikaye konusuna gelince! (Bu anlatımdan esinlenerek) …

Türkiye’miz çok badireler atlattı. Birileri karanlık odalarında gözleri parlayarak bin bir türlü oyunu perde arkasından sahneye uyarlarken, bizler maalesef yeni yeni o savaşın sonuna geliyoruz. Ya da geldiğimizi sanıyoruz. Zira ‘bu savaş bitmez’ diyenlerin sayısı azımsanmayacak derecede fazla.

Ne savaşı, hangi savaş diyorsanız?

Bu gün sokaklarda cirit atan kendini bilmezlerin sözüm ona savaşlarından bahsetmiyorum. Ona da bilahere geleceğiz. Hani şu; Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar kılıçların çekilip seçimlerinin ardından durağanlaşan, kardeşleri birbirine düşüren, eşlere boşanma davaları açtırtacak kadar çirkefleşip çocukları yetim bırakan, dostları birbirlerine sırt çevirten o kahrolası; ‘paralel midir, yoksa değil midir?’ ‘Yolsuzluk mudur, yoksa değil midir?’ in savaşından bahsediyorum.

İçinizden, “Sen hala orada mısın be abi” diyenler varsa şayet!

Diyorum ki!

Evet kardeş, ben hala ve belki de son kez oradayım.

Zira bu izin döneminde Türkiye’deyken yüreğim bir kez daha yandı.

Bir kez daha dedim, ‘EYVAH’ diye…

Ve dememek için bir kez daha ‘EYVAH’ diye..

Hatırlatmak istiyorum yukardaki satırları bir kez daha; Avazım çıktığınca bağıra-bağıra, altını silinmez kalın çizgilerle kazıya-kazıya!

UNUTMA:

Yeryüzünün en büyük alimi sen olsan,
Bütün yeryüzü senin taleben olsa.
Kur’an, tefsir, hadis, fıkıh, v.s. medreselerinde vaazların eksik olmasa.
İnsanlar etrafında bin bir pervane olsa.
Allah rızası için olmadıktan sonra hiç bir işe yaramaz, yaramaz, yaramaz!

Öte yandan;

Seçim, servet, mevki, makam derken, dünya senin olsa,
Makamındaki güç ve kudret sayesinde dünyaya hükmetsen.
Dünyayı birilerine bağışlayacak kadar paran olsa.
Ve bunu bağışlasan ya da bağışlamasan.
Allah rızası için olmadıktan sonra hiç bir işe yaramaz, yaramaz, yaramaz!

Dedik ya;

Ama, Allah senden razı olsa.
Sen, Allah’tan razı olsan.
Hiç birşey bilmesen, yeryüzünde hiç bir şeyin olmasa.
Değil dünya, ahirette de o sana ‘AZIK’ olarak yeter, yeter, yeter.
Hani derler ya! “Belki de artar bile.” diye

Ve şimdi ben soruyorum!
Pek değerli okurlarımın yanı sıra, özellikle de sık-sık bana soranlara. Anladık mı şimdi kimin ne kazandığını? Ya da nasıl kazanacağını?

Vesselam,

Simytech     Sifa