Erbakan: Sen zeki çocuksun, seni severim biliyorsun.
Gazeteci: Sağ olun Hocam…
Erbakan: Ama bakıyorum da Siyonizm’in mıknatısı seni de kendine çekmeye başlamış.
Gazeteci: Hocam bir şey sorabilir miyim?
Erbakan: Tabii ki buyur?
Gazeteci: Bu Siyonizm’in mıknatısı nasıl bir mıknatıstır ki; taa Amerika’dan, İsrail’den bizi çekiyor da, sizin mıknatıs bu kadar yakından çekemiyor.
Erbakan: Çünkü bizim mıknatıs tahtaları çekmez evladım!
* * *
Tarih bu anekdotu bir zamanlar sayfalarına küçücük bir not olarak düşmüştü.
Bir zamanlar…
Küçük bir not olarak…
Belki de masumane bir espiri olarak…
Ancak bugün görüyoruz ve anlıyoruz ki, bu adamın (Erbakan Hoca’nın) her sözü bir ders, her kelamı bir tarihmiş.
Bakar mısın şu söze?
“Çünkü bizim mıknatıs tahtaları çekmez” diyor,
Yani bir diğer tabirle,
Yani nezaketen, “Sen ‘ODUNSAN’ ben ne yapayım evladım” diyor,
İşte o odunların kökleri maalesef hala kurumamış, yeşeriyorlar bir şekilde.
Ama sonuçta birer odun olarak.
Şimdi diyeceksiniz ki, ‘Odunun faydası yok mu?’
Olmaz olur mu? Var tabii ki,
Ya üzerinde oturmaya yarıyor, ya da ateş yakıp ısınmaya.
Şimdi bunları niye dedim? Şunun için:
Bir zümreyi anlamakta hala zorlanıyorum.
Malumunuz: Vatan neredeyse elden gidiyordu, sivil halkın üzerine kan kusar gibi mermi kustular, meclisimiz bombalandı, asma köprününün tepesinden alınlarından vurulup yere serildiler…
Ama birileri kalmış hala laf yetiştiriyor, ‘İlla da benim odunum.’ diye
Hatırlarsanız bir zamanlar şunu demişlerdi: “Bunların alt tabanı ibadet ediyor, orta taban ticaret yapıyor, üst taban ihanet ediyor.”
Meğer bu cümle eksikmiş te, şöyle tamamlamak gerekiyormuş: “Bunların alt tabanı ibadet ediyor, orta taban ticaret yapıyor, üst taban ihanet ediyor, bir yandan da odun yetişiyor.”
Zira, göremiyor yakınını da cezbediyor uzaktakiler hala onu. Hala Amerika’ya ve Amerika’dakine inanıyor.
Yuh artık…
Yazık!
* * *
Ve bütün bu olanlardan sonra en çok gündemde olan konu!
İdam yeniden gelmeli mi?
İsterseniz bu soruya şu hikaye ile cevap verelim;
Bir gün Yavuz Sultan Selim pazarın birini gezmeye karar verir ve saka kuşlarının satıldığı bir tezgaha yönelir. Bütün sakalar 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 50 altındır.
Yavuz Sultan Selim sorar: “Bunlar 1 altın da bu neden 50 altın?
Satıcı: “Hünkarım, 50 altınlık olan, ötüşüyle diğer saka kuşlarını kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.”
Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve “ver o kuşu bana” der.
Herkes şaşkınlık içinde ne yapacak acaba koca padişah bir saka kuşunu diye düşünürken, Yavuz Sultan Selim kuşun kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki: “Kendi ırkına ihanet edenin sonu budur.”
Vesselam,