Şaşı değil kör olmak gerek!

Yayınlama: 20.05.2019
A+
A-

Hatırlar mısınız bilmem!

Hani eskiden derlerdi ya, “Türkiye sömürgeleştiriliyormuş, vatan toprağı satılıyormuş, misyonerler ülkemizde cirit atıyormuş, din elden gidiyormuş, Sevr hortluyormuş, özelleştirme adı altında iştiraklerimiz yabancılara devrediliyormuş, memleket karış karış satılıyormuş, kendi vatanımızda sürgün durumundaymışız v.s” diye.







Vatanın tehlikede olduğuna ilişkin ve kutsalalrımıza yönelik dış mihraklı ‘yüksek düzeyden’ uyarılar bu aralar yeniden seslendirilmeye başlandı sanki.







Sanki yeniden hortluyorlar! Birer-birer değil, onar-onar.

Önce Kaşıkçı olayı, sonra Yeni Zellanda’daki o vahşet ve yayımlanan manifosto ve sırada kimbilir başka ne iğrençlikler.

Kaşıkçı cinayeti devletimizin üzerine yıkamayan zihniyet veya işbirlikçileri  ‘tarih tekerrürden ibaret’ misali aynı oyunu; bir daha, bir daha ve bir daha oynamaktan zevk alıyorlar. Ama hedef büyülterek, zaman ve mekan değiştirerek. Bunun örneklerini sıklıkla görmekteyiz

Mesela; Avrupa parlemontosu’nda (AP) yapılan oylama, “Müzakereler durdurulsun” şeklinde sonuçlanırken, AB’nin Türkiye’yi yeniden müzakere masasına çağırması için oldukça tepki çeken hukuksuz maddeler önergeye sokuldu bie. Örnek oalrak, Ayasofya Camii. Özellikle Türkiye’nin iç meselelerine karışmak için her şeyi yapan Avrupa, bu sefer de Ayasofya’nın statüsü üzerinden dayatma uygulamaya çalışıyor. Bir yandan Türkiye’nin terörle mücadelesini durdurması öncelikle istenirken, diğer yandan Ayasofya maddesi. Bu ve benzeri maddeler ve meseleler sizlere şaşırtıcı gibi gelse de şaşmayın. Mesele aslında o kadar da anlaşılmaz değil. Şöyle ki: Avrupa’daki Türkiye karşıtları kriz ve kaosların daha da derinleşmesi durumunda ‘Nerede Türkiye’deki demokrasi ?’ diyerek muzakerelerin durdurulması için bayrak açıp “oh, işte kurtulduk” demenin hayaliyle yaşıyorlar. Bunu 31 Mart Seçimlerinde’de hayal ettiler. Üstelik böyle bir durumda kendileri sorumlu olmadan Ankara’yı da sorumlu tutabilecekler.

 

Sadece Avrupa’mı ?

 

Hayır! dünyadaki tüm Türk düşmanları farklı hesaplar peşindeler.

Amerika’da farklı hesaplar yapılıyor. Kıbrıs rumları, Türkiye’nin sıkışmasını kendi lehlerine kullanabileceklerinin her daim heyecanı içerisindeler. Ermeni diasporası da her sene ve her daim hareketlenmeye hazır. Hem Amerikan Kongresi’ndeki taslaklarla, hem de Avrupa ülkelerinin parlamentolarında bekleyen ‘Sözde soykırım’ önerilerileriye.

Türkiye’nin iç kavgaya düşmesi, krizlerden başını kaldırmaması, sivil-asker ilişkilerinin gerilmesi her daim olduğu gibi yine herkesin işine geliyor.

Kürt sorununu köpürterek binlerce yıldır kardeşçe yaşayan insanımızı birbirine düşman edenlerlerle, Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak isteyenlerin iştahları yeniden kabarıyor. Yeniden yapmak istiyorlar.

Hedef belli: önce kriz, bıkkınlık, bunalım, kargaşa, kaos; sonra da böl, parçala ve yönet!

Biz içerde birbirimizi yerken Türk düşmanlarına da böylece gün doğuyor. Onların ellerine fırsatlar veriyoruz. Ve onlar bu fırsatlarla eninde sonunda bir devin ellerini kollarını bağlayabileceklerini görüyorlar. Bunu tarihimizde daha önce yaptılar.

Daha bir kaç gün önce özel bir kanalda açıklamalarda bulunan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun şu sözlerine dikkat, “Özellikle son 1 hafta 10 gündür Türkiye ile ilgili ciddi bir tehditle uğraşıyoruz. Herkes, İstanbul ve Ankara’da, tüm Türkiye’de arkadaşlarımız alarm vaziyetindeler. Çok dikkatli ve önemli bir iş çıkardılar. Bu tehditi burada söyleyemiyorum ama ciddi bir tehdit. Türkiye’de onlarca saldırı engelleniyor çoğundan kimsenin haberi olmuyor. Türkiye’nin güvenlik kuvvetlerine teşekkür etmek gerekirken şaşı bakışı biraz ucuzculuk olarak görüyorum.”

Demek ki ciddi tehditler ve bunu hala ısrarla göremeyenler var ve olacaklar da. Demek ki Türkiye’nin etrafı hala tuzaklarla dolu ve bizi bir fare gibi kapana kırstırmak istiyorlar.

Biz ise hala birbirimize kötülük ediyoruz. Sürekli birbirimizi yargılıyor, karalıyor ve çamur atıyoruz. Birbirimizin önünü kesiyoruz, sövüyor, sayıyoruz. Bir deve kuşu misali bir türlü başımızı kumdan kaldıramıyoruz. Göremiyor ve sormuyoruz bir türlü, “Biz bu tuzağın neresindeyiz?” diye.

Ne demişti Rahmetli Erbakan Hoca, “Bir gün mesele Suriye olursa, bilin ki hedef Türkiye’dir”.

Şu an mesele Suriye olduğuna göre, demek ki hedef Türkiye. Bunda anlaşılmayacak bir şey var mı? Anlamamak için şaşı değil, kör olmak gerek.

Vesselam,

Simytech     Sifa