Ölümsüzlük iksiri

Yayınlama: 08.10.2019
A+
A-

İnsanoğlu yüzyıllardan beri ölümsüzlüğe çare aramıştır.

 







Gılgamış, ölümsüzlüğü aradığını bildiğimiz ilk ölümlü.  M.Ö. 2800 lerde Mezopotamya’daki Uruk kentinde hüküm sürmüş, ölümsüzlüğün ve bilginin peşinde koşan bir kral.







Onun ölümsüzlük peşindeki serüvenini buluntu kil tabletlerden öğreniyoruz. Gılgamış Destanı, tarihteki ilk yazılı destan, 56 kil tablete Akad çivi yazısı ile kaydedilmiş. Gılgamış da gerçekten yaşamış bir kral.

Destana göre Uruk Kralı Gılgamış, yakın dostu Enkidu’nun ölümünden çok etkilenir ve ölümsüzlüğün sırrını aramaya çıkar; ölümsüzlüğü bulacak ve halkına hediye edecektir. Ölümsüzlüğe erişmesi için Ut-Napiştim’i bulması gerekir, çünkü bilgi ondadır.

Ut-Napiştim, tufanı yaşamış bir bilge.

Tufan hikayesine göre, tanrılar tufan gerçekleştirerek insanları yok etme kararı alırlar ancak Tanrı Ea karşı çıkar. Ut-Napiştim olaydan haberdar olur ve bir gemi inşa ederek ailesini, bazı zanaatkar insanları, hayvan ve bitki türlerini gemiye alır. Tufan başlar, tüm yeryüzü sularla kaplanır, yedi gün- yedi gece sonunda suların çekilmesi ile gemi Nisir Dağı’nda karaya oturur.

Bildiğimiz Nuh Peygamber öyküsü. Üç büyük dinin kutsal kitaplarında yer alan bir öykü.

Destana dönersek, Gılgamış büyük uğraşlar sonunda bilge Ut-Napiştim’e ulaşır ve ölümsüzlük otunun yerini öğrenir. Gılgamış ölümsüzlük otunu bulur ancak bir yılan otu çalar ve yer. Büyük hayal kırıklığı içindeki Gılgamış, ölümsüzlük şansını ebediyen yitirmiş olarak ülkesine geri döner.

Gılgamış destanı yalnızca bir ölümsüzlük arayışı değil, geri planda bilgiye ulaşma serüvenidir. Ölümsüzlük bilgisine!

O zamandan bu yana ölümsüzlük bilgisine ulaşabilen de olmamış.

Günümüz insanı da ölümsüzlüğü aramakta.

Ancak günümüz insanının elinde önemli bir araç var: Bilim!

Henüz ölümsüzlüğe ulaşamadı ama bilim ve teknolojinin yardımı ile insan ömrünü uzatmayı başardı.

Özellikle son 50 yılda yaşamı etkileyen çok önemli gelişmeler yaşandı. En önemlilerden ikisi şüphesiz organ mimarisi ve klonlama.

Peki, bunlar insanı ölümsüzlüğe götürebilecek mi?

Organ mimarisi, eski ve işlevini yitirmiş organların yenileri ile yer değiştirmesi ve bu şekilde insan vücudunun yenilenmesi olarak tanımlanıyor.

Bir organ yapmak için önce onun iskeletini kurmak ve ardından organı hücre hücre yapılandırmak gerekiyor. İskelet oluşturmak için doku uygunluğu olan donör ya da hayvan organları kullanılmakta. Örneğin, kalp üretimi için  bir domuz kalbi alınıp hücreleri kazınıyor, iyice temizlenen kalp kası üzerine insan kök hücreleri yerleştirilerek kalp üretiliyor.

Ama çok önemli bir sorun var: Bildiğimiz kadarı ile beyin yapılandırılabilmiş değil, yani henüz değil.

Beynin yapısı bir iskelet çıkarmaya izin vermiyor çünkü çok fazla su içermekte.

Yeni bir beyin yapılabilse bile kişilik ve bilgiler ona nasıl aktarılır? Yanıtı henüz verilemeyen sorular.

Beyin, sağlam başka bir vücuda geçirilebilirse kişiliği oluşturan bilgiler de korunmuş olacaktır.

Ancak beyin naklinde omurilik, beyincik vs gibi karmaşık bir çok detay var, en azından şimdilik, beyin nakli teknik olarak çok olası görülmüyor. Ama gelecekte neden olmasın?

Öte yandan nakil gerçekleşse de ölümsüzlük için çare değil. Sonuçta beyin bir organ ve zamanla işlevini yitirecek bir yapı.

Peki “Klonlama” ölümsüzlük yolunda bir adım olabilir mi?

Klonlama, bire bir kopyalamak değil, türün bir anlamda devamı. Bitkilerde klonlama zaten yapılıyor, hayvanlar üzerinde denendi. Bazı spekülatif haberler olsa da henüz insan klonlaması yapılmadı, etik nedenlerle. Gelecekte yapılmayacak demek ise çok zor.

Teknik olarak ölü bir insanın bir hücresinden klonlama yapmak mümkün. Klonlama yoluyla o insanın genetik yapısı  kopyalanır ancak sonuçta farklı bir birey ortaya çıkar. Çünkü beyinsel aktiviteleri ve kişiliği oluşturmada çevre ve zaman çok önemli faktörler.

Yani Mozart’ı klonladığımızda, klonlanmış Mozart o olağanüstü müzikleri besteleyen kişi olmayacak. Benzeri olacak ama aynısı olmayacak. İyi ki de olmayacak, bir de Hitler’in klonlandığını hayal edin!

Sonuçta görülüyor ki klonlama da ölümsüzlüğe çare değil.

Ancak geleceğin teknolojisi ölümsüzlük yolunda önemli bir seçenek sunuyor; “Dijital Kopyalama”.

Zeka ve kişilik, beyindeki trilyonlarca nöronun ürünü olan bilgi ve deneyimlerin toplamı, ölüm durumunda beyinle birlikte onlar da ölüyor.

Beynimiz bir bilgisayar gibi çalışır. Bilgisayar ağlarına benzer bağlantıları beyin yapısında da görmek mümkün. Nöro-zihin anlamına gelen “konektom”, beyindeki sinirsel bağlantıların merkezi; tüm anıların, düşünce ve bilgilerin saklandığı yer.

Eğer tüm bu zihinsel bilgi ve deneyimler bir bellek oluşturmak üzere toplanır ve dijital ortama aktarılabilirse, bireyin bire bir gerçek kimliğini oluşturmak da mümkün görünüyor. Günümüzde sosyal medyada özellikle yaşamsal veriler için bu zaten yapılmakta. Oluşturulan dijital beyin bir anlamda aklın karakutusu ve gerçek hafızadan çok daha güçlü olacağı öngörülüyor.

Bu nasıl olacak, beynin bire bir aynısını kopyalamak mümkün mü?

Bilim kurgu tadında öngörülere göre ölüm anında beyin çıkarılıp korumaya alınır, sonra tümüyle dijitalleştirilmek üzere olabildiğince küçük dilimlere ayrılır  ve bilgiler haritalanıp kopyalanır. Böylece bir bilgisayar ortamında insan beyni yeniden oluşturulabilir. 100 yıl sonra teknoloji buna olanak verecek deniyor, hayali bile zor!

Peki ya vücutlar, vücut olmadan olur mu diyeceksiniz. O daha kolay.

Kendi vücudu ile tıpa tıp aynı, robotik- yaşlanmayan ve dahası ölümsüz vücutlar geliştirilecek ve bu ölümsüz robotik vücutlarla hareket eden, eski bilgi ve deneyimlerini koruyan ve onları kullanabilen dijital akıllı insanlar var olacak.

Bu yönde çalışmalar hızla ilerliyor ve bir gün gerçekleşecek deniyor.

Şöyle bir gelecek hayal edin.

Dijital beyinli, kendi vücudunun aynısı içinde robot insanların var olduğu bir dünya. Evde sizinle yaşayan robotik babanız; işte yönetim kurulu başkanınız robotik ölü, pardon ölümsüz başkan.  Çevrenizde gerçek ile değilini ayırdedemediğiniz insanlar.

Bu yolla ölümsüzlük gerçekleşmiş olacak mı?

Oldu diyelim, ya sonra?!..

Simytech     Sifa