Zor zamanlarda konuşmak her zamankinden daha kolay olsa da, çok daha fazla dikkat ister. Zira zorlukları yaşayanların bedenlerindeki yaraları kadar ruhlarında da açık ve hala kanayan yaralar vardır.
Kimimiz bazı yakınlarını kaybetmişken, bazılarımızın ayağı toprağa basan hiçbir yakını kalmamıştır. Sallanan sadece bedenler olmuyor, asıl derin izler ruhlarımızda kalıyor.
Ateş düştüğü yeri kavururken; alevleri yaklaşan, yakından bakan, gönlünü açan, el atam herkesi yakıyor.
İşte tam da bu noktada ağızlardan çıkan her söz kurşun gibi ağır, mermi gibi yaralayıcı olabiliyor.
Konu felaketlerin ilahi hikmetlerini idrak etmeye gelince, basma kalıp cümlelerle yaklaşmak hem sözün sahibini hem de sözün menziline giren herkesi yoruyor.
Allah adına konuşmak gibi ciddi bir riski göze alıp, felaketlerin sebeplerini matematiksel bir formülle çözerek sonuçları bilgiç bilgiç açıklamak maalesef kimseye bir fayda sağlamıyor hatta zarar veriyor.
Bela ve musibetlerin umumi olması bize umum hakkında Allah’ın takdirinin hikmetini tayin hakkı vermiyor. En fazla kendi nefsimiz hakkında konuşabiliriz ki, bu da zandan ibaret olur ama hiç değilse kimsenin vebaline girmeyiz.
Yaşadığımız salgın ya da deprem gibi felaketlerin hikmeti hakkında konuşmak ciddi bir iş. Şöyleydi de Allah belamızı verdi demek de yine Allah adına konuşmak oluyor.
Kendimizle ilgili bile bu kadar rahat ve kesin konuşmamız doğru değilken toplumu mahkum ederek ilahi takdirin hikmetini çözmüş edasıyla konuşmak ne büyük cüret.
Her birimiz kendi hesabımızı -tıpkı ahirette yalnız vereceğimiz gibi- kendi başımıza vermeli ve tefekkür etmeliyiz. Kendimizde olanları gördüğümüzde ise kimseye diyecek bir sözümüzün kalmayacağı aşikardır.
Felaket zamanlarında insanların iman ve teslimiyetlerini destekleyici konuşmalardan başkasına ihtiyacımız yoktur. İnsanları suçlamak ya da aşağılamak gibi tuhaf yollara kapılmanın alemi yoktur.
Allah kainatın Rabbidir ve her işinde hikmetler vardır. Bunlardan bizim bilmemizi istediklerini vahiy yoluyla bildirmiştir. Daha ötesini alim ve fazıl Müslümanlar bizlerin idraklerinin alacağı seviyelerde anlatırlar, biz de dinler ve teslim oluruz.
Depremlerin hikmetlerini kesin olarak bilmemiz mümkün değildir. Bu konuda ilahi bir vahiy ya da şüphesiz bir ilham olmadan konuşmak da mümkün değildir.
Sünnetullaha aykırı fiil ya da oluşumların kişilerden veya toplumlardan kaynaklanan pek çok şekilleri vardır. Aynı şekilde kainatın işleyişine dair bilmediğimiz daha neler varken, her şeyi çözmüş gibi ahkam kesmek akıl karı değildir.
Biz Allah’tan gelene boyun eğer ve bir yaprağın bile onun iradesi olmadan dalından kopamayacağını biliriz. Ancak neden incir yaprak dökerken zeytin dökmez bunun kesin sebebini bilemeyiz. Bilim ise bu konuda zandan ve tahminden öteye geçemez.
Deprem gibi insan akıl ve idrakinin, güç ve gelişmesinin engel olma ihtimali bulunmayan bir hadiseyi de ne ilahi ne de bilimsel olarak mutlak çözmek pek kolay görünmüyor.
Hocalar da jeologlar da çaresiz bu gerçeğe boyun eğecektir. İşin aslını ahirette ancak kesin olarak öğreniriz inşaallah…