Türk’ün varoluş şifreleri

Yayınlama: 29.06.2025
A+
A-

Tarih boyunca milletler çeşitli krizler, işgaller ve yıkımlarla karşı karşıya kalmış; kimi yok olmuş, kimi de küllerinden yeniden doğmayı başarmıştır. Bu yeniden doğuşun temelinde çoğu zaman sadece din değil, milli kimliğe, diline ve kültürel mirasına sımsıkı sarılmak vardır.

Türk milleti de bu gerçeği en çarpıcı biçimde tarih boyunca defalarca tecrübe etmiştir. Çünkü millet olmanın temelinde yalnızca inanç değil, ortak tarih, dil, kültür ve kökler yatar.

Bugün bir toplumun ayakta kalmasını sağlayan en güçlü yapı taşı, onun etnik ve kültürel benliğidir. İnançlar zamanla değişebilir, mezhepler bölünebilir, kutsallar bile farklı yorumlanabilir. Ama bir millete adını veren etnik köken, dili ve tarihi hafıza sabittir. Türk milleti, binlerce yıllık geçmişiyle, Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan köklü bir medeniyet zincirinin devamıdır. Bu zinciri koparmaya çalışan her girişim, milletin benliğine vurulmuş bir darbedir. Dini kimlikler, bireysel inanç alanına girer ve evrensel özellikler taşır bu anlamda denecek bir şey yok. Ancak millî kimlik, bir toplumu var eden, onu başka milletlerden ayırt eden temel unsurdur. Örneğin bugün dünyanın dört bir yanında aynı dine mensup milyonlarca insan vardır ama onlar ayrı ayrı milletlerdir. Çünkü her biri farklı bir dile, kültüre, tarihe ve geleneksel yaşama sahiptir. Yani demek istediğim Müslüman olmak Türk yapmaz; Arap da, Fars da, Boşnak da Müslüman olabilir ama Türk olmak yalnızca Türklükle mümkündür.

Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, milletin kurtuluşunun din üzerinden değil, millî bilinç ve kültürel uyanış sayesinde gerçekleşeceğini çok net biçimde görerek; ileriye, çağdaşlığa ve milli birliğe yönelmekten yana teşvik etmiştir. Ona göre millet, yalnızca bir inanç birliği değil, dil, tarih, ırk ve kültür birliğidir. Bugün içinde yaşadığımız coğrafyada da benzer bir mücadele sürmektedir. Dini kimlikler üzerinden toplumlar bölünmekte, mezhepler arası kavgalar körüklenmekte, halklar birbirine düşman edilmektedir. Oysa milletlerin kaderini tayin eden asıl unsur, ortak bir geçmişe, kültüre ve kimliğe sahip çıkmalarıdır. Dilini kaybeden bir milletin hafızası silinir; tarihini unutan bir milletin yönü şaşar; kültürüne yabancılaşan bir toplum ise başkalarının rüzgarına kapılıp sürüklenir. Bu nedenle, Türk milletinin bugünkü ve gelecekteki kurtuluşu, sadece İslamcılık, merkezli söylemlerde değil; Türklük bilincinde, Türk diline sahip çıkmada ve ortak kültürü yaşatmada gizlidir. Aşık Veysel’in sazıyla, Yunus Emre’nin diliyle, Dede Korkut’un hikayeleriyle var olan bu millet, ancak bu değerleri yaşatarak ayakta kalabilir. Bize düşen görev, evlatlarımıza yalnızca dinlerini değil; geçmişimizi de öğretmek, onları köklerinden de haberdar etmektir. Çünkü kökü sağlam olan bir ağacın fırtınadan korkusu olmaz.

Yani dinin yerine kültürü koymak değildir anlatılmak istenen mesele; dini bireysel ve evrensel, kültürü ise toplumsal düzeyde doğru yere oturtmaktır.

Unutulmamalıdır ki, dinler evrensel olabilir, ama milletler millidir. Ve milletleri ayakta tutan, sadece inanç sistemleri değil, kendi dillerinde yazılmış kendi kahramanlarının anlattığı destanlardır.







Bu bilinçle hareket edersek, hiçbir güç ne Türk’ü tarih sahnesinden silebilir, ne de bu milleti kimliksiz bırakabilir.

Hüseyin Nihal ATSIZ’IN da dediği gibi:

“Yüzde yüz Türk olduğun gün cihan senindir!”

Sağlığınız daim vatan sevginiz hakim olsun.



Sifa





Almelo Yunus Emre Camii