PIKNIK

Atatürk sormuştu, ama biz unuttuk!

Yayınlama: 15.02.2012
A+
A-

“Büyük olmak için hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın!.. diye boşuna demiyordu Atatürk.

Çünkü aldattılar!

Hem de iltifat ederek, alkış tutarak, çanak tutarak…

Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlere, 150 bin askerimiz esir düşmüştü. Bu askerlerden bir kısmı ise Mısır’ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı’na hapsedilmişti. Kampın tam adı, ‘Seydibesir Kuveysna Osmanli Useray-i Harbiye Kampı’ idi. Bu kampta, 1918’de Filistin cephesinde esir düşen 16. Tümen’in 48. Alayı’na bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu. İşte bu askerler 12 Haziran 1920’ye kadar, iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşagılamaya maruz kalmışlardı.

Bu insanlık dışı muamelenin nedeni ise o dönemin Ermenileri idi…

Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan, yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kampların İngiliz komutanları, azılı Türk düşmanı kesilmişlerdi. Savaş bitmişti. Ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, İngilizler’in işine gelmiyordu. Çünkü, olası yeni bir savaşta, ‘bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri’ Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti.







O halde; Çözüm toplu katliamdı!

Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin çok uzerinde krizol maddesi katılmıştı. Mehmetçikler, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyorlardı. Ancak İngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı. Mehmetçikler, bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi. Ancak bu kez İngilizler havaya ateş etmeye başladı. Askerlerimiz, ölmemek için çömelerek başlarını suya soktular. Ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu. Çünkü gözleri yanmıştı…

Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu. Bu vahset, 25 Mayıs 1921 tarihinde TBMM’de görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref beyler bir önerge vererek, Mısır’da esirlerin krizol banyosuna sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan İngiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) teşebbüse geçmesini istediler. Tabi ki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı ve bu hesap sorma işide unutuldu gitti.

 







Ama onlar unutmuyorlar…

İşte onlar kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna böyle sunuyorlarken; en üzücü olanı ise güya bizden bazılarının, bu karalama kampanyalarına çanak tutmasıdır.

 

Daha vahimiyse onlar ‘SÖZDE ERMENİ SOYKIRMI’ yapıldı diye dünyayı ayağa kaldırırken bizim tarihimizden haberimizin bile olmayışıdır!

 

Aksine tarihimize biraz merak duyanlarımızsa iyi bilirler.

 

Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında Anadolu işgal edilirken, işgalci güçlere çanak tutan bu Türk olmayan azınlık unsurlar Anadolu toprakları üzerinde yüzyıllarca keyif ve rahatça yaşam sürmüşlerdir. İşte o günlerin bu rahat insanlarının şimdilerde milletimiz ve devletimiz üzerinde oynadıkları oyunlara dikkatli bakmak lazım değil mi?

 

***

 

Şimdi bir anekdot: ATATÜRK SORDU!

 

– Bu villa kimin?

– Kirkor Efendi’nin Paşam!

– Şu köşk?

– Dimitri Efendi’nin Paşa Hazretleri!

– Ya şu ilerdeki konak?

– Salamon Efendi’nin

 

Atatürk bu kez, az ötedeki toprak damlı, virane bir evin sahibini öğrenmek için sorunca, Adanalı gazi cevap verdi:

 

– Recep Çavuş’un Paşam!

 

Atatürk, Bu duruma biraz üzülmüş, biraz da sinirlenmiş idi, yanındakilere emir verdi:

 

– Çağırın şu Recep Çavuş’u!

 

Recep Çavuş gelince; bir asker selamından sonra, “Emredin Paşam.” dedi.

 

Ata bu kez Recep Çavuş’a sormaya başladı:

 

– Bu villa Kirkor Efendi’nin, bu köşk Dimitri Efendi’nin, şu konak Salamon Efendi’nin, o virane de senin! Bu Ermeniler, Rumlar, Yahudiler o binaları dikerken sen neredeydin?

 

Recep Çavuş, yıllarca savaş meydanlarında koşturmanın verdiği gönül yorgunluğuyla cevap verdi:

 

– Sizinle beraberdim Paşam! Trablusgarp’ta, Çanakkale’de Sakarya’da.

 

Atatürk, bu cevap karşısında gözyaşlarını yüreğinin derinliklerine akıtıyordu.

 

Evet Recep Çavuş memleketin istiklalini, namus ve şerefini korumak için savaşıp Adana’da toprak damlı bu külübeyi yapmaya ancak zaman bulabilirken, memleketin bütün zenginliklerine sahip olan bu azınlık unsurlar da para ve mülklerinin üstüne yenilerini yığmakla meşgul olmuşlardı!

 

Atatürk Recep Çavuş’a sormuştu, biz de kendimize soralım bari.

 

Haydi Recep Çavuş o zamanlar savaştan gözünü açamadı diyelim!

 

Ya o ve onların torunları olan bizler?

 

Kirkor’ların, Dimitri’lerin, Salamon’ların torunları nelerle meşgul sizce?

 

…Gülersiniz tabii. Biliyorsunuz çünkü!

 

Vesselam,

Kaynak: Tarih Vesikları (Osmanlı Arşivi)

Simytech     Sifa