Bu yazımda sizlerle geçmişte yaşanmış olan ve insanı hayrete düşüren bir olayı paylaşmak istiyorum. Olay derken aslında bir programı. Bir yarışma programını. Sonrasında da her zaman olduğu gibi işin bizi ilgilendiren kısmına gireceğiz İnşaAllah.
Bir televizyon kanalında sunumunu A. İhsan Varol’un yaptığı Kelime Oyunu isimli, bir yarışma programı var. Şahsen kendimin de sıkça izlediği bu programın takipçileri iyi bilirler. Bu programda toplam 14 tane soru soruluyor ve 4 dakika süre veriliyor. İsterseniz süreyi durdurduğunuzda 30 saniye içerisinde sorulara cevap verebiliyorsunuz. Her soru sorulduğunda harf satın alabiliyorsunuz ve her harf ekranda yansıyan cevap kutusuna yerleştikçe sorunun cevabına biraz daha yaklaşıyorsunuz. Cevabı bulduğunuz anda süreyi durdurup puanı kapıyorsunuz. Tabi verilen cevap doğruysa. Değilse o harf kadar puanınızdan o siliniyor.
Diyeceğim o ki: Geçtiğimiz aylarda yayımlandığı bir önceki kanalında bu programa bir yarışmacı katıldı ve öyle bir şey yaptı ki, herkes şok oldu. Tek bir harf satın almadan ve tek hata yapmadan 23 saniyede 9800 tam puan alarak 5 yıldır yayımlanan programın yeni rekortmeni oldu bu adam. Ve ‘Kelimelerin ustası’ dediler ona.
“E’ olabilir” diyorsunuzdur içinizden de, öyle değil işte…
Bu öyle bir şeyki: Adam, sunucu daha soruları okumadan yapıştıryor cevabı. İnsan cevapları önceden bile bilse bu kadar hızlı olamaz.
‘Ohaaa’ “Ya kardeşim bir oku da emin ol şu sorulardan” felan diyorsun içinden. “Bu kadar da olmaz” diyorsun. Sanki bilgisayarı insan şekline sokmuşlar ve sandelyeye oturtup ‘hadi yarış’ demişler. Bu adamın göz ve beyin arasındaki sinir dokularının hakikaten incelenmesi lazım. ‘Soruları çalmış ezberlemiş’ desek yine bu kadar hızlı ve hatasız olunmaz yahu.!
Yani kısacası bu adamı tarif etmeye kalksaydık şöyle derdik herhalde:
Soruların sorulmasını beklemeden, monitörden soruyu okuyarak maksimum 3 saniye düşünerek cevaplayan bir robot.
Vallaha tebrik etmek lazım. Bu nasıl pratik zekadır şaşıyor insan. Söylediğine göre, 5 yaşından beri 25 senedir bulmaca çözüyormuş. Programda bile bulmaca var adamın cebinde.
Bununla kalınsa iyi. Adam bir de öyle ciddi, öyle samimi ve öyle içten ve efendi ki, aklı kadar kişiliğiyle de hayran bıraktıryor kendini. İşin ilmi kısmından sonra bizi ilgilendiren ikinci husus da buydu zaten. Bunu sadece ben demiyorum. Mesela girin internete, yazın ‘kelimelerin şampiyonu Yusuf Dinçer Beyaz Show’da.’ diye ve izleyin bakalım ne diyor Beyazıt Öztürk (Beyaz) Yusuf’un kişiliği hakkında. Ya da ne bileyim yine internetten Seba Tümer’in programından takip edin. 30 yaşında ama hiç kız arkadaşı olmamış mesela. Ve bekar…
Hazreti Yusuf’u hatırlıyoruz ha keza bize.
Esas olarak işin bizi ilgilendiren kısmı da bu ya zaten…
Düşünebiliyor musunuz? Bu zaman da böyle bir insan.
Vallaha helal olsun…
İnsan bu adamı görünce; ilimi, bilimi, edebi, terbiyeyi, seviyeyi, ölçüyü hatırlıyor birden. Zaten Beyaz’da programında aynı acı itirafları dile getiriyor ya!
Paparazzi, diziler ve sosyete hakhında bazı sorular soruyor mesela Yusuf’a. Tabii o içi boş soruların hiç birini cevaplayamıyor Yusuf.
Ve Beyaz, “Ya ne efendi adamsın, ne güzel adamsın, süper bir adam çıktın, ben sonuna kadar senin yanındayım. Buradan söylüyorum; bu cevheri görün, bırakın beynini ve bildiklerini şu efendiliği görün, ağlıycam şimdi yemin ediyorum. Vallahi ağlıycam ya. Ya biz böyle insan görmeyi özlemişizde mi sen bizi bu kadar etkiledin? Ne acayip bir şey, şöyle bir insan görünce içimiz kabarıyor. Hocam büyük derssin. Her konuda büyük derssin yani.” diyerek alnından öpüyor Yusuf’u sonunda.
Ve biz de ister istemez şu ayetleri hatırlıyoruz haliyle:
“Oku! Yaradan Rabbinin adı ile! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı! Oku! İnsana bilmediklerini belleden, kalemle yazmayı öğreten Rabbin en büyük kerem sahibidir.” (Alak, 96:1-5)
“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” (Zümer, 39, 9)
Hasıl-ı kelam:
Beyaz’ı veya sizi bilemiyorum ama, bana bunları hatırlattı Yusuf.
Ve son olarakta şu hikayeyi:
Köyün en zenginiydi. Kısa bir süre önce dünyada ki en değerli varlığı eşini kaybetmişti. Çoluk çocuğu olmadığı için servetini ne yapacağını herkes merak ediyordu. Eşinin acısına artık dayanamıyor, kendi ecelinin de yaklaştığını hissediyordu. Sonunda servetini kime bırakacağını vasiyet etti. Bu şimdiye kadar görülmemiş çok garip bir vasiyetti. Zira öldükten sonra mezarında kendisiyle birlikte yatacak olan kişiye servetini bırakacaktı. Ancak kimsecikler böyle bir şekilde servete konmak istemiyordu. Ölü birisisiyle mezarlıkta bir akşam yatmak kolay mı sanki?
Hasılı, adam öldükten sonra bir hamal ortaya çıktı ve adamla birlikte mezar çukurunda bir gece kalmayı kabul etti. “Ne olursa olsun her karanlık ve korkunç bir gecenin aydınlık ve berrak bir sabahı vardır” diye düşünmüştü.
Bu adam köyün en fakiriydi. Hiç toprağı yoktu. Geçimini sırtındaki küfe ve iple yaparak karşılıyordu. Onun için ha fakir olarak yaşamışsın ha da ölmüşsün ne fark ederdi?
O akşam ölünün yanında yattı. Gece yarısına doğru iki melek ölünün üzerinde göründüler ve konuşmaya başladılar:
“Bu ölünün hesabını nasıl olsa sonra da görürüz. Şimdi şu diri olan kula birtakım sorular soralım bakalım; onu bir hesaba çekelim.”
Melekler adamı sorgulamaya başladılar.
“Küfeyi hangi parayla aldın? Satın aldığın para helal miydi? Satan kişiyi araştırdın mı? Belki de çalıntı bir küfeydi. İpi nereden aldın? Kaç paraya aldın? İpin parasını hangi yollardan kazandın?”
Bu şekilde sabaha kadar sorgulandı. Adam neredeyse korkudan ölecekti.
Sabahleyin mezarlığa gelen köylüler, adamın yaşadığını gördüler ve onu cesaretinden dolayı kutlayarak, zengin olduğu müjdesini verdiler; ancak adam serveti reddederek şöyle söyledi:
“İstemem, ben sabaha kadar basit bir küfeyle ipin hesabını bile veremedim. O kadar servetin hesabını asla veremem.”
SON SÖZ
Hesabını veremeyeceğimiz o kadar çok şey var ki; Düşünün, bir ipin bile hesabını veremeyecekken, ömür boyu boşa geçirdiğimiz zamanın hesabını nasıl vereceğiz.
Ne demişler, “Boş zaman yoktur boşa geçirilen zaman vardır.”
Vesselam,