PIKNIK

Dedem çağla yemiş de torunu Nejat’ın dişi mi kamaşmış?

Yayınlama: 24.08.2024
A+
A-

Dedem Mustafa Sarı Dayı, haram lokmaya el sürmeyen, dürüst bir insandı. Haram çağla ve koruk yemek onun için asla söz konusu olamazdı. Onu tanıyanlar iyi bilir; kötü alışkanlıkları olmayan, bir ömür boyu çalışarak altı çocuğunun karnını helal yoldan doyurmak için mücadele eden, eğilip bükülmeyen, hırsızlıkla zengin olmayı asla hayal etmeyen bir Anadolu köylüsüydü.

Gençlik yıllarında tarım işçiliğinin yanı sıra, “çerçilik” dediğimiz gezici tüccarlık işi de yapmıştı. Okuma yazması olmadığından eğitimini sürdürememişti ama Niğde ve Aksaray’ın çeşitli köy ve kasabalarında çerçilik yaparak bu insanlarla dostluklar kurmuştu.

Son yıllarını hatırlarım. Kısa boylu, eşeğiyle ve iki çuval çemeniyle birlikte Ahmet Ağa, Tanrı’nın misafiri olarak yılda iki ya da üç kez dedeme misafir olurdu. Dedem kendi odasını onunla paylaşır ve onu en güzel şekilde ağırlar, surat asıklığından hiç hoşlanmazdı. Göre Kasabası’ndaki evimize yüz metre yaklaştığında, Çemenci Ahmet Ağa’nın bize geldiğini hemen anlardık. Çünkü evimiz, yüz metreden çemen kokardı. Giderken biraz çemen ve çocuklara inci-boncuk dediğimiz süs takıları bırakırdı. Yıllar sonra, Çemenci Ahmet görünmez oldu ve ardından Allah’ın rahmetine kavuştuğunu duyduk. Haliyle üzüldük.

Nereden nereye?

Bu günler nerede kaldı diyoruz bazen. Şimdilerde gerek bizim gerek Türkiye’deki hemşehrilerimizin, geçmiş yıllara göre neleri neleri oldu. 1940 ve 1950’li yıllarda kıtlık, kuraklık, açlık ve sefalet gören Anadolu insanının torunları, şimdi bankalarda gülden, marktan, dolardan ve eurodan geçilmiyor. Apartmanları, hatta villaları bile oldu.

Peki bu zenginlik ve varlık, insanımıza mutluluk ve huzur getirdi mi? Cevap ‘hayır’ ise, istisnasız kendimizi hesaba çekmeliyiz. Zira, “Sahip olunan bu kadar para-pul ve malda birilerinin hakkı mı var acaba?” diye soruyor insan kendi kendine.







Kimlerin kimde hakkı var?

Sizi bilmem ama ben kendimi sık sık hesaba çekerim ve kazancımda fakir fukaranın da hakkı olduğunu düşünürüm. Kim bilir, belki de bu sadece bir tesellidir. Ancak şunu da söyleyeyim, tıpkı dedem gibi benim de hiçbir zaman çalıp çırpmayla zengin olma hevesim olmadı. Çalma ve çırpmanın, yani hırsızlığın, evrensel insanlık değerlerine ters düştüğünü düşünürüm. Kolay ve haksız kazancı gelenek haline getiren ailelerin, helalinden kazanan diğer insanlara nazaran çok daha fazla sıkıntı yaşadıklarını gözlemledim. Hele de bir Hıristiyanın hakkı yenmişse…

Ben şahsen gelenekçi olamasam da, bilgili ve erdemli insanlar olan dedelerimizin söylediklerini de yabana atmadım. İyi bir insan ve Müslüman olarak yaşamaya rehberlik eden, bu sözler değil mi zaten?

İşte onlardan biri:







Ne yazık ki, haksızlık ve adaletsizliğin doruğa ulaştığı, paranın her türlü değerin önüne geçtiği bir dönemde yaşıyoruz. Tüketimi kışkırtarak kazanç elde eden Batı kapitalizmi, haksız ve uyanık insan modelini başarılı ve üstün zekalı yetenekler olarak tanıtıyor. Ancak unutulmamalıdır ki, “Buz üzerine yapılan bina, buz eriyince yıkılır.”

Sonuç olarak, mutlu bir yaşam için adaletli ve ölçülü, bölüşümü sağlayan sistemlere ve helal kazançlara her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Tabi birbirimize alttan alta vurmadan, kuyusunu kazmadan.

Öyle ya; dedesi çağla yemiş de, torununun dişi mi kamaşmış?

Bu anlamda son olarak şunu diyebilirim: “Nereden gelirse gelsin” zihniyetini asla kabul etmeden, alın teriyle bolca kazanmaya devam etmeliyiz.

Saygılarımla,

Simytech     Sifa