Merhaba değerli gönül dostlarım.
Bir kez daha kimi insana hüzün, kimi insana mutluluk getirerek olanca hızı ve haşmetli rüzgârı ile ürperten bir sonbahar, “Ben geldim.’’ diyerek kendini aniden gösterdi.
***
Herkes kış telaşesine kapılmaya başladı. Tabi ki fakir fukaranın yani orta direğin telaşesi yok, çünkü ele geçen maddiyat belli yemekler her mevsim aynı. Artık Avrupa’da’ da zengin fakir ayırt edilebiliyor. 1973 yıllarında Hollanda’da ünlü isimli zenginler parmak ile gösterilecek kadar azdı. Toplum tamamen egosuz, tamamen mütevazi iyimser şeffaf idi. Hollandalılar, Alman harbinden sonra ekonomileri endüstrileri bir kaç yıl, iyice kötüleşince ve Alman harbin de bombalandıklarında çok erkek Hollanda vatandaşı vefat etmişti.
Türkiye’ den gelen işçileri bando ile karşılamışlar. Ben gerçek çekim filmi gördüm ve izledim. Türkler içinde birkaç kendini bilmezlerin dışında, Türkler ve Hollandalılar arasında yıllardır büyük bir sorun olmamıştır. Kanunlar çerçevesi içerisinde, yardım sever ve dini vecibelerimize karşılıklı saygı duyarız. Hollanda her konuda yabancılara yapıcı olmuştur. Şimdi herkesin muhabbetinde eskiler yeniler mukayese mevzu olunca, “Nerde eski neslin hoş görüsü, nerde?” diyorlar. Bu söz beni şaşırtmadı çünkü eski dedikleri nesilde insandı melek değildi ama kanaatkardı.
Türkiye-Hollanda benim çok iyi izleyebildiğim naciz iki ülke. Ama medyadan televizyondan izlenimlerimden anlayabildiğim eski nesil insanlar, her ülkenin toplumu o yıllarda atalarından kalan manevi mirası örf adetlerini saygı çerçevesi içerisinde bıkmadan-usanmadan onları takip ederek, atalarının kuralları ile yaşıyorlardı. Bankalarda, iş yerinde, komşuluk-arkadaşlık, anne-baba olmak, evlat olmak, gibi değişik her ortamda böyle güzel manevi duyguları yaşayarak mutlu oluyorlardı.
Hollanda’ ya ilk geldiğimde yıl 1973 aylerdan Şubat. Acemiliğim geçerken Hollanda’nın gerçekten sosyal bir ülke olduğuna inanmış, gözlerim ile göre-göre yaşayarak ikna olmuştum. Yaşantının içindeki gereksinimler vatandaşın en rahat edebileceği şekilde planlanmıştı. Yabancılar gelene dek Hollanda’da kurallar gereği bir hapishane varmış.
Müsaade ederseniz biraz benim canım ülkemden, Türkiye’ den; doğası tarihi, mevsimi, her şeyi ile bir harikalar diyarı olan güzel Türkiyemle biraz dertleşmek istiyorum. Öncelikle istemeden sürçü lisan edersek af ola. ’’Haddimizi bilsek de, dilin kemiği yok.’’ der atalarımız. “Mesele memleket ise, gerisi teferruattır.’’ İşte Türk büyüğümüz Atatürk vatanımızın önemini bu güzel sözler ile vurgular iken, bizim ülkemizin güzelliği, özelliği sizlerin de bildiği gibi kitaplarda, televizyonlarda, medyada anlatılmakla bitmiyor iken kendimize, biz-bize bu zulümler neden acaba?
Türk insanının doğasında var olan güzellikleri sergileyen dostluğumuz, misafir perver komşuluğumuz, akraba tutkumuz ve ince noktamız muhafazakâr bir karaktere yaradılış olarak sahip oluşumuzdur. Kadın-erkek fark etmez. Eşimizi, sevdiğimizi gözümüzden kıskanırız. Bize ait olsun olmasın millet olarak daima koruyucuyuz.
Değerli gönül dostlarım: Anlayamıyorum bize ne oldu?
Biz ne zaman bu hale geldik, televizyonu açıyorum gerek haberlerde, gerek Türk dizilerind gündüz kuşağı programları bu faaliyetler, arkadan gelen nüfus artışından, haberleri yok mu? Koşarak gelen nesil ebeveynlerinin yaşam şekillerini takip ederek, beklemekte olan yarınlar kimi çok genç heba geçen yıllara teslim olacak.
Bu mutsuzluğa kim nasıl yanıt verecek? Koşarak gelen nesil nasıl bir eğitim ile aile olacak? Okulda başarılı, evinde zulüm yaşıyorsa; saygı, sevgi, edep yoksa, baba veya anne yoksa, bir kız çocuğu nasıl zorluklarla yetişiyor evlenmiş bile olsalar, zorluklar bitmiyor aşılması zor aşamalardan geçiyoruz.
Bazı anneler babalar kızını oğlunu evlendirirken kurban kesiyor, ’’Kötü yollara düşmeden şükür yuvasını açabildik.” düşüncesi ile. Kültürümüzün yozlaşmasına sebep olan egolarımız, hırsımızdan kendimiz olamıyoruz.
Oysa hepimiz dört metre kefenle toprağa girmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Bir ecnebinin yaşamına kendimizi benzetmeye çalışırken, elimizi verirken kolumuzu kaptırıyoruz. İşte bizim Avrupa ile burada fikirlerimiz bir Avrupalı gibi düşünemeyiz, Avrupalı aile kızı kocasından ayrılınca, üzülmez. Onlar için ön planda olan sadece maddiyattır. Çünkü bir müddet bile olsa kızına bakamaz. Biz üzülürüz, hatta utanırız. Evladımızın yuvası yıkıldığı için çektiği acıyı beraber çekeriz mesela. Hele çoluğu-çocuğu var ise evli bile olsa illa elimizde bir file ile gideriz. Eli boş gitmeye utanırız. Manevi değerlerimizin artık kaybolmaya yüz tuttuğu günümüzde, toplum olarak ah! çekerek eski insanların huzurlu yaşamlarını eski neslin eski örf adetlerini ’’Ah! sizi nasıl özledim.’’ diyeceğiz galiba.
Bazı televizyon programlarında, sokak röportajlarında, Türkçemizin toplumun genç kitlesini katlettiğini izledim. Anlamadığımız ek yabancı kelimeler arasında Türkçe kelimelerin mağduriyetine üzülüyorum. Diziler de çocukların aklını, gençlerin aklını karıştıran yeni çağın dizileri ergenlerin beyinlerinin kıpır-kıpır oynadığı her şeye çabucak inandıkları kandıkları zamandayız. Ailenin yemek sonrası televizyon keyfi var. Çoluk çocuk ya aşk dizisi yada mafya dizisi izliyoruz. Televizyon, akıllı telefon, tablet ,artık hayatımızın bir parçası oldu. Herkesin elinde telefon ve sosyal medya, misafirlikte, sokakta, artık sosyal medya ile yüz göz olduk.
Ben teferruata hiç girmeyeyim. Bütün toplumun malumu bayramlarda tebrikler yazıyor postaya atıyorduk. Şimdi her şey telefon ve bilgisayar ile hallediliyor. Gazete okuyanlarımız, kitap okuyanlarımız artık çok ama çok azaldı.
Çekirdeği, çerezi alıp millet koşuyor dizilere. Taze beyinler çocuklarımız, ergenlerimiz dizilerden gördükleri hayatlara imrenerek, onlar gibi yaşamak, onlara benzemeye çalışırken, biz fark edemiyoruz bile.
Ama çocuklar cahil, hani bir ata sözü vardır, ’’Ağaç yaşken eğilir.’’ diye. Artık o durum da öyle değil maalesef. Ebeveynler, çevreden korkuyor. Artık çocuk evden sabah çıkıyor, genelleme yaptığımız zaman çocuk eve sağ salim dönünce aile şükür ediyor. Çünkü: yolda herhangi bir maganda kurşunu rast gelebilir, kaçırılabilir uyuşturucular kandırabilir.
Velhasıl Türkiye’ de tesadüf yaşıyoruz dedirten bir duruma gelindiğinin en doğru kanıtı değil mi?
İş bu halde iken evladımız evladına ne verecek, hangi manevi mirası bırakacağız? Acaba bizler yavrularımızı, yeteri kadar eğitebiliyor muyuz?
Günümüzde sanki Türk toplumu başka bir evrene girmiş. Başka bir gezegende. Türkçemiz katlediliyor, anlamadığımız yabancı kelimeler ile tüm cazibesi bozuluyor umrumuzda bile değil. Oysa imrenilen o yabancı kelime, güzel Türkçemizin yanında ne kadar da kaba kalıyor.
***
Mutfaklarımız Avrupa yemekleri ve tuhaf isimler ile çağ atlıyor. Çoban salatası dururken, mayonezli salata yiyoruz. Hani dedik ya muhafazakar yapımıza milletçe sahibiz diye. İşte en acınacak halimizde burada ortaya çıkıyor. Avrupa bize kucak açacak sandık, niyetimiz iyi ya zina kanununu ve idam kanununu kaldırdık. Güya Avrupa Birliği’ne de hala giremedik. Çok da güzel oldu aslında. Ama eyvahlar olsun ki topluma prangadan çıkmış misal abartılı bir serbestlik geldi.
Toplum olarak ‘eks eşim’ kelimesine kulağımız seksenlerden sonra kısa zamanda alıştı çoğaldı. Onunla kalmadı, ayrılan eşler, yakışmayan entellik, doyumsuzluk, kısa yoldan zengin olma hevesi ile karanlıklarda yok olmak ya da hesapsız zenginlik. Bunlar bizi bozan şeyler, bedenimize dar gelen bir elbise oldu Avrupalılaşmak. Yüreğindeki muhafazakar kişiliği tüm duygularından baskın olan bir erkek eşinden boşanmış bile olsa, kıskançlık duygularını asla bastıramaz. Muhabbetimizin en başında mevzu bahis etmiştim.
Bizim Türk toplumunun fıtratında var. Kadın, erkek, hatta çocuklarımız, ergenlerimiz eşine olan tutkusu bitmez. Velhasıl bu boşanan eşlerden kadını başka bir erkek arkadaş ile duyan ya da gören koca kıskançlık krizlerinde eşini öldürüyor, buna benzer cinayetler abartılacak derecede çoğaldı. Adam genç kızı otele götürüyor sonrada isminin duyulmaması için öldürüyor. Buna benzer hatta daha vahşice aklın mantığın alamayacağı dehşet dolu cinayetler. Uyuşturucu aldı başını gidiyor, artık 11 yaş çocuklara kadar ulaştı. 15-16 yaş çocukların hayranlıkla izledikleri mafya dizileri, lise aşkları aile nasıl dağılır, üstelik dizinin kahramanlarını örnek alarak, şortlarla okula gelen kızlar.
Kravatları göğüslerinde bütün gençlerin. Eskiden orta okul öğrencilerinin kravatları her sabah tırnak saç olmak üzere kontrol edilirdi. Saygı en etkili yaşam kurallarının en önünde geliyordu.
***
Yaşamın her köşesinde, Türkiye’nin her kişisinde ve her yöresinde kendilerine ait, şivelerini kullanıyorlar ve atalarımızdan gelen saygı altı yaşında çocukta bile mevcuttu. Ahlak kurallarını ihlal etmek çok zordu bedelleri çok ağır olmakla beraber, zaten hayatları boyunca pişmanlık içerisinde kanunların acımasız cezaları suçluyu belki binlerce kez tövbe kar ediyordu.
Ya canı ile, idama mahkum oluyordu ya da müebbet alarak, bitmeyen yıllar ile cezasını çekerdi. O yıllardaki hapishane yaşam şartlarını da düşünecek olursak, hapishaneden sağ çıkması mümkün değildi. Ama günde on tane kadın çeşitli yöntemler ile öldürülmüyordu.
Toplum yaşam kurallarını eksiksiz yaşıyordu. Dedesinden-babasından anne-annelerden gördüklerini; anneler,-kayınvalideler, gelinlere, kızlara örf adetlerimizi, leziz eşsiz mutfağımızın, Türk kadının ev kadınlığının ne kadar önemli olduğunu, inceliklerini, kızlarımıza nakış, nakış işlemişlerdi.
İşte nesilden nesi e günümüze kadar gelmiş. Artık günümüzde isimleri yabancı hazır yemekleri insanlar sipariş ediyor. Anlayacağınız haberleri izledikten sonra, tansiyon hapı alıyorum. Öfkemden Haberlere bakmayacağım diyorum aklım haberlerde kalıyor. Akşam haberlerini izlerken, eşimle birlikte ülkemize dönme hevesim kırılıyor. Ülkemizde son yaşımı yaşayalım düşüncesi ile dönüş düşünüyorum ama korkuyoruz. korkumuzun çok nedeni var.
Günümüzün insanın da akrabalık, dostluk, kardeşlik, ana baba saygısı sevgisi, evlat ilişkileri, evliliğin manevi değerleri, ne yazık ki maneviyatın çok azaldığını, kültürümüzün başkalaştırılmaya çalışılması, mesela okullar, öğretmenler, sanatçı ve modacılar, yazarlar, aslını neslini neyse onu sergilemeli tanıtmalıdır.
Göz önünde olan toplumun önemli bireylerinin yaşam şekilleri, ergen gençlerimizin büyük bir kısmını haddinden fazlası ile etkiledi. Ülkemizde bugün görüntü bu.
Dizilere bakıyorum hayretler içinde kalıyorum. Başrol yıldızların kıyafetleri gecelik gibi. Kuş sütü eksik olmayan yemek masaları, vay ki vay dahası var. Türkiye karakolları öyle şeffaf olmuş ki bu kapıdan gir arkadan çık olmuş. Amerika gibi Türkiye’de herkesda silah var, en iyisinden takır takır internetten alıyor millet. Otomatik silah ile adam keyfine göre sıkıyor tarıyor.
Kökenden gelen, bizi biz eden, Osmanlı imparatorluğu sonrası Türkiye Cumhuriyetimize, kültürümüze, çoğunluk Müslüman olan bir toplumun günümüzde ne hallere geldiğini üç ihtilal yaşayan Türkiye Cumhuriyeti’ nin sade vatandaşı olarak naçiz yüreğimi derin bir hüzün kaplıyor ve çok üzülüyorum.
Muhakkak ki benim gibi üzülen vatandaşımız çoktur ama üzülmekten başka ne yapabiliriz. Soygunlar, tacizler, sapıklar, her gün çoğalan katiller. Bayramlar yazlıklarda yurt dışlarında tatil köylerinde kutlanıyor. Oysa eskiden sabah namazından sonra; önce aile, sonra konu-komşu, hısım-akraba üç gün gelirler giderler. Büyüklere de küçükler gider ellerini öperek, hayır dualarını alırlardı.
Baklavalar, sarmalar, börekler, çörekler çaylar kahveler içilir, tatlı tatlı büyükler sohbet ederken, biz küçükler, üç çocuk annesi babası da olsak da onların sözlerini kesemeyiz, her bir cümlelerinden yüzlerce ders çıkartarak biz küçükler dinliyorduk.
Tekrar istirham ederek müstesnaları her zaman olduğu gibi tenzih ederim. Nesilden nesile her beş yılda, ayrı kültürlerin yapmacık, bize yakışmayan değişimi. İnce belli çay bardağından vaz geçtik büyük fincandan çay içiliyor. Noel bayramlarına o kadar güzel hazırlanıyoruz ki gerçek bir Hristiyan’a taş çıkartacak kadar teferruatlı süsler, yemekler, ama Ramazan Bayramı Kurban Bayramı yazlıklarda otellerde kutlanıyor. Sosyal medyadan kutlanıyor hatta, taziyeler bile sosyal medyadan oluyor. Evlere ziyaret bitti, camide son görev yapılınca bitiyor. Eskiden bir ay taziye evine ellerimizde yemekler ile gider, çaylar-kahveler, paket-paket gidiyordu.
“Dünyayı ben mi kurtaracağım?” diyerek köşemize çekilirsek, bir gün olup kendimizi bile tanıyamayacağız. “Ben bu muyum?” diyeceğiz.
Zira bizim göremediğimiz, ya da yaşamadığımız neler yaşanıyor neler? En azından herkes ailesine, komşusuna, arkadaşına sabırlı hoş görülü olabilir. Bu küçük bir başlangıç neden olmasın. Boşuna mı demiş büyüklerimiz, “Tatlı söz yılanı deliğinden çıkartır.” diye. Biz agresif bir yaşama neden teslim oluyoruz? Şimdi içinizden kardeşlerim bana abartıyorsun diyebilir. Dünya karışmış zaten diyebilir. Ama ben naçizhane, “Hayır.” Diyorum. Neden biz onlara benzeyelim? Onlar bize gıpta etsin imrensinler istiyorum.
Sokaklarda çatışmalar hemen-hemen her kentimizde kargaşa-döğüş yazık değil mi ölene? Ve dahi de hapis yatana. Zaten vatanımızı dört bir yandan kıskanılıp kışkırtılmaya çalışılıyorsa da, biz milli irademiz ile vatan hainlerine cevabımızı 15 Temmuz’da verdik. Vatan hainleri onlar ömür boyu karanlık dört duvar arasında hayatları bitecek. Bir yanda PKK derdi bitmiyor, virüs gibi Mehmet bir dağı temizliyor öbür dağa koşuyor. Allah Devlete millete zeval vermesin dostlarım, vatansız koymasın bizleri. Öyle bir hale geldi ki adam sokakta zevk için, tanımadığı bir kadını kılınç ile doğruyor. Karısını rahatlık ile sokakta vuruyor. Hangi derdimizi konuşsak da çare bulsak bu halimize?
Hollanda devleti öyle bir düzen koymuşki arabada, kesici alet ekmek bıçağı bile yasak. Silah konusunda çok titizler. Velevki silah yakalattın, çok daha derin araştırmalar, sorgular üstüne kayıtlı ise işin daha da zor. Kendini aklayana kadar üç ay yatarsın. Cezalar ağır çok ağır ve caydırıcı. İğneden ipliğe ağır cezaları buraya sıralasam, aman bu kadarda olmaz diyeceksiniz.
Neden Türkiye’nin cezaları caydırıcı değil? İdam kanunu kabul edilsin, Türkiye’de çıt olmayacak. Çünkü can tatlı ve öldürürse ölecek. Nasıl deli diye rapor alarak serbest kalıyor. Hangi vicdanla doktor ona deli raporu veriyor. Gelsin zina kanunu bakalım ahlak kurallarını ihlal etmeye cesaret edilebilir mi? Kırk beş yıl oldu Hollanda’da ikamet ediyorum, Hollandalıları çok iyi tanıyorum. Hollanda’da daha işkence kalkalı yirmi yıl oldu. Benim ülkemde bu kaos varken tuzum kara diyerek, vatanımda yaşanan üzücü olayları cinayetleri, uzaklardan sorumsuz bir vatandaş gibi seyir etmekten hicap duyarım.
Hiçbir iktidarın yapamadıklarını yapan devletimiz, iktidarımızın siyasetinde kim dost kim düşman belli değil. Herkes ayrı-ayrı cahilce düşünmeden eleştiriyor. Ne kadar üzücü! Oysa bizler toplum olarak ailemizi yönetemezken, iktidarın seksen beş milyonu nasıl idare ettiğini takdir etmeliyiz.
Sayın Menderesten sonra, ilk defa Türkiye’ye dürüst, çalışan, dünyanın saygı duyduğu ve çok korktuğu bir lider geldi. Şimdi Türkiye için yaptıklarını takdir etmezsek nankörlük etmiş olmaz mıyız?
Değerli gönül dostlarım: sizler ile paylaştıklarımı her gün hüzünle düşünüyorum. Güzel vatanımızın her şeyi çok güzel, bir tek huzuru eksik. Hani bir söz vardır, ’’Kuru ekmek ile soğan yiyelim, yiyelim de yeter ki yuvamızda huzurla mutlu olalım.’’
***
Eskilerde fakirlik var ya kadınlar kocaları üzülmesin diyerek bu sözleri sık sık telaffuz ediyorlarmış. İşte bizlerde, en yakınımızdan eşlerimiz ile, egomuzu değil, özverimizi ön plana alarak, aramızda gerginliğe fırsat vermeden muhabbeti tatlıya bağladığımız zaman bu huzurdan evlatlarımız da etkilenecektir. Evlatlarımıza uygulayacağımız otoriteyi şefkate döndürmekle onları da sevgi ile eğitmiş olacağız. Belki zaman alacak ama ülkemizin aileleri topluma büyük bir hizmet vermiş olacak ve geleceğe aileler ile sorunsuz yürüyecek.
Umuyorum ki toplumumuz daha fazla can kaybı vermeden her ailede başlamasına geç bile kaldığımız; iyimserlik, sabır saygı ve özverimiz bizlerin, çocuklarımız ve gelecek nesil için atılacak en güzel adım olur.
Hayatımızın inişli çıkışlı yollarında dayanacağımız, duvarımız olmalıdır. Hoş görü ülkemizde nadiren değil üzüntüsü sıkıntısı derdi olan, kötülük gören, hatta canına tak eden bir insan o an düşünmelidirki insan canı almak Allaha büyük ihanettir. Zaten bunu düşünemeyenin aklı uçmuştur. İnsan canı almadan konuşarak medenice olmuyorsa, hukuk çerçevesinde hakkını aramalıdır. Sabırla hakkını savunmalıdır. “Doğru yolda yürüyen tökezlemez.’’ Ş
Şimdi aranızda, “Ohoo.” diyen kardeşlerim olacak. Ama olsun. Hayatta istedikten sonra, gerçekleşmeyen hayal yoktur.
***
Değerli gönül dostlarım ne demiş Yunus Emre, ’’Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı, Söz ola agulu asi, bal ile yağ ede bir söz.’’ biz de gönlümüzden geçenleri sizlerle, kah derin hüzünle, kah gururum zirvede ülkem için, en güzel yaşamı huzuru hak ettiğini haddim olmadan, eleştirerek, derin, derin düşünerek asla Türk insanın bir birini, din, dil, ırk, ayırımı yapmadan kardeşçe yaşayabileceğini en samimi duygularım ile, siz gönül dostlarım ile nacizhane paylaşmaya çalıştım.
Sizlerin yüreklerinize hitap edebildim ise, sizleri biraz düşündürebildim ise ne mutlu bana. Umarız bir gün silahların rast gele patlamadığı, kadınların, genç kız ve çocukların taciz edilmediği, ölümlerinin bittiği, keyfi için can alan magandaların cezasını çektiği, para hırsının bittiği, kötülerin, vatan hainlerinin barınamadığı güzellikte, bereketi harikalar ile dolu, doğasına ve manevi değerlerine layık bir Türkiye’de olabiliriz.
Sürçü lisan ettikse af ola. Tekrar bir başka sohbette görüşmek üzere huzur sağlık mutluluğunuz daim olsun.
Saygılarımla