PIKNIK

Azrail’in tokmağı

Yayınlama: 25.06.2007
A+
A-

Dinin temeli Allah’a iman ve tevhid ilkesidir. Allah’a iman da insanın kendisini bilmesi, neden ve nasıl geldiğini; nereye ve niçin gideceğini anlamasının ifadesidir. Aslını ve gayesini bilen insan, herşeyden önce yaratıcısını tanıyarak ve ona inanarak teslim olmak mecburiyetindedir.

Öyle ki; Yüce Allah (c.c) bizleri en güzel surette yaratmıştır. Melekleri bize secde ettirmiştir. Üstelik bununla da kalmayıp, başımızın üzerine güneşi lamba, ayı bir kandil yapmıştır. Havayı ve suyu yaratmıştır. Arz’ın dengesini kurarak nizam ve intizamı yerli yerince oturtmuştur. Öyle ise bütün bu nizam ve intizamın bir gün adaletle tecelli ederek bizden hesabı sorulmayacak mıdır? Allah, “Kulum bak ben sana yeryüzünde yaşaman için ve yaşarken ahiret hayatını kazanman için neler verdim. Peki sen neler getirdin?” demeyecek midir?

Diyecektir elbette;

Öyle bir gün gelecek ki, dünyada ki hiç bir makam, hiç bir mevki, hiç bir zenginlik fayda vermeyecektir. O vakit gelince; yani ayetin de açıkça ifade ettiği gibi nefis ölümü tadınca, Azrail kapımıza gelince tek muhattabımız sadece ve sadece Allah (c.c) olacaktır.

Onun için bugünkü yaşantılar bizi aldatmamalıdır. Hayatın her anı filme alınıyor ve her film bir gün mutlaka gösterime girecektir. Hesaplar hesabın tutulacağı gün içindir. Mahkeme-i Kübra’da davalı insan, davada sorulacak şey de, “dünyada ne yaptın” olacaktır. O gün dillere kilit vurulup vücut konuşacaktır. Herkesin azası kendine şahitlik edecektir. O yüce mahkemenin avukatı, savcısı ve tek hakimi Cenab-ı Allah olacaktır.

Değerli kardeşlerim;







İnsanoğlu inişli çıkışlı hayatta yaşıyor. Her şeyin bir zıttı var; iyilik-kötülük, gece-gündüz, sıcak-soğuk, gençlik-yaşlılık, güzel-çirkin, yaşam ve ölüm. İşte tam da burada sormak gerek; Madem herkes o saati, o dakikayı görecekse o halde bu büyük mahkemeye hazır mıyız? diye.

Salon çiçekleri misali yaşamasına rağmen, arzu ve ihtirası dinmeyen 20. yüzyılın bazı insanları olarak, Asr-ı Saadetin örnek insanlarından

örnekler aldık mı? diye.

Dahası aslında şunu sormak gerek, “yeryüzünde saltanat sürmek vacip olsaydı bunu en çok nebilerin sultanı hak etmemiş miydi” diye. Nitekim kendisine mal- mülk, para- pul, ev-bark, kadın ve saltanat teklif edilmemiş miydi? Peki ne demişti o kutlu nebi?, “Bir elime güneşi, diğerinede ayı verseniz yine de davamdan vazgeçmem”







Peki şimdi biz neyimize güveniyoruz?

Sahabe-i Kiram’ın, Allah dostlarının, nebilerin bile titrediği o günde, azıcık bir amele veya bir fakire verdiğimiz on kuruşa, ya da kıldığımız bir-iki rekat namaza mı?

Yooo olmaz, olmamalı ve unutmamalı!

Allah kimsenin boyuna posuna bakmaz; kimin oğlu, kimin kızı olduğuna bakmaz, suretlerine şekillerine bakmaz, kaşının karalığına, gözünün elalığına bakmaz, tahsiline, diplomasına, müdürlüğüne bakmaz, malına-mülküne bakmaz, istediğimiz kadar zengin olalım Karun kadar da olamayız ya. Her kim olursak olalım Allah bizim ancak kalplerimize, et parçası kalplerimizin günde kaç kez Allah diyerek attığına bakar. Amelimize bakar, İslam’ı bilip bilmediğimize, İslam için yaşayıp var olduğumuza veya yok olduğumuza bakar. İman, takva sahibi olup olmadığımıza bakar.

H.z Peygamber (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde buyuruyorlar,

“Allah’ın yanınızdaki değerini anlamak istiyorsanız, dönün bakın Allah’ın değeri nedir yanınızda. Allah’ın yanınızdaki değeri ne ise bilinki, Allah’ın yanında da değeriniz odur.”

Diğer bir hadislerinde de, “Emel ve ecel insanoğluna bir çizgi kadar yakındır. Emeli beklerken ecel aniden geliverir” buyurmuşlardır.

Değerli okurlar,

Ömür kandilinde yakıt her an bitebilir, her an hayeller suya düşebilir, ölüm meleği hayallerimizi her an alt üst edebilir. Kapınızı her an çalabilir. Madem ki ölüm öldürülmüyor, kabristana sevkiyat durdurulmuyor, mezar kapısı kapatılmıyor, gençlik mademki sabit kılınmıyor, mademki amansız dertlere çare bulunmuyor, ihtiyarlık durdurulmuyor. Madem ki azrail kapının tokmağını vururken, “Kimse yokmu girebilir miyim?” diyerek, o gün için  izin ve müsade istemiyor.

O Halde;

İşte o gün gelmeden, dizler çökmeden, gözlerin feri sönmeden, nefesler tükenmeden, dudaklar kapanmadan, dişler mısır taneleri gibi topraklara saçılmadan, kabre izzetle gidebilmek için muhasebemizi iyi yapalım. İşin neresindeyiz, Allah’ın isteklerinin kaçta kaçını yapıyoruz, gerçekten Muhammed’in izinde miyiz? bunun hesabını yapalım. Kur’an’a bakarak boyumuzun ölçüsünü alalım.

Alalım da, ancak;

Bir insana; Allah, Kur’an, din, iman, İslam, Peygamber, ezan, namaz tesir etmiyorsa, gönüllerine birşeyler ekmiyorsa, fazilet vermiyorsa, gideceği yer de bellidir!

ATEŞ!

Ateşten korkalım ve günahlarımıza ağlayalım. Zira cehennem ateşini söndürecek şey gözyaşıdır.

Vesselam,

Simytech     Sifa