O gün; Evet o gün,
Paris’te Charlie Hebdo dergisinin kana bulanmasının ardından saldırganlardan haber var. Bir markette ve matbaadalarmış, ellerinde rehineler varmış ve polis operasyon başlatmış.
Tabi bizler Hollanda’dayız.
Bir Cuma namazı sonrası gazetemizin de yazarlarından olan bir arkadaşla beraber pür-dikkat o haberleri izliyoruz.
Arkadaş soruyor bana, “Ya! Murat bey, bu kadar polis ve böylesine bir operasyon, bunu anladık da. Bu canlı yayın neyin nesi oluyor?”
Evet, hakikaten neyin nesi bu canlı yayın?
Saldırganların takibinden marketteki rehine operasyonuna kadar; her nefes, her hareket, hem de bütün çıplaklığıyla dünyanın gözü önünde canlı yayında.
Arkadaşa cevabım, “Devlet kendisinin ve polisinin gücünü dünya ya göstermeye çalışıyordur herhalde.” şeklinde olsa da. Gerek operasyonun gizliliği, gerek saldırganların canlı yayın sebebiyle birbirlerini takip etme ve bölgeye destek gelmesi ihtimali nasıl olur da dikkate alınmaz kafam hala basmıyordu. Bu kafa basmamalarla eve kadar geldim. Tabi o kanaldan bu kanala canlı yayına devam…
KONUŞTURMAK VARKEN ÖLDÜRMEK NİYE?
Kanalların kameraları marketin kapısına odaklanmış, polis ise pusuya yatmış saldırganın teslim olmayıp şehit olmak istediğini söylüyor. Bu kadar kamera ve 81 bin kadar polis, sanki aksiyon filmi izliyoruz ağzına yanayım…
Derken market saldırganı kendini dışarı atıyor ve polisler zanlıyı sağ ele geçirp konuşturmak yerine üzerine mermileri boşaltıyor.
Vay anasına, ne film ama değil mi?
Kuş beyinli bir insan dahi; bu olayın arkasında kimler var, derinliği nereye uzanır, bağlantıları kimlerdir? diye merak eder değil mi?
Peki şimdi bu durumdan sonra saldırganların, “Teslim olmayacağız, şehit olmak istiyoruz.” demelerine nasıl inanacağız. Nereden bileceğiz bu söylemi polisin uydurmadığını, bazı entrikaların dönmediğini ve geride şahit bırakmak istemediklerini.
Her iki yerde de bu kadar rehinelere rağmen bu kadar dikkatsizlik, umursamazlık ve bu kadar ölü.
Tuhaf! Hem de çok tuhaf…
Ara verdim biraz canlı yayına!
Durumu bir de internetten haberlerden takip edeyim dedim ki! O da ne?
Bir de ne göreyim! Meğer olayı gerçekleştirirken, “Allah-u Ekber.” diye naralar atan bu saldırganlar önceleri bir kaç kez de hapse girmiş çıkmışlar ya. Hem de uyuşturucu kullanma suçundan.
Gel de şimdi sorma,
“Uyuşturucu ile alakaları olup hapislere girip çıkan bu insanlar nasıl oluyor da ‘Allah-u Ekber’ naralarıyla İslam dini adına terör estirip insan katlediyorlar?” diye…
Bununla kalınsa iyi, şimdi bir de şu habere bakın.
Meğer polis saldırganları arabada unuttukları bir kimlik sayesinde tespit etmiş… MİŞ.
Bu kadar azılı, acılı ve zalimce bir terör olayını gerçekleştirebilecek kişiler kimliklerini araçta unutacak öyle mi?
Ya saldırı sonrası saldırganların davranış ve tutunmlarına ne dersiniz? Normalinde bu denli vahşi bir saldırıyı yapan akıllı hemen bir an önce tüymeye bakar değil mi?
Ya kardeşim!
Saldırı bitmiş adamlar arabanın üzerinde silah değiştiriyorlar. Konuşuyorlar, sohbet ediyorlar. Hiç de aceleleri yok. Tınlamıyorlar herifler. Bir tek çay kahveleri eksik.
ŞİMDİ BİR DE MİLLETİN KAFASINDA Kİ ‘ALGI’YA BAKALIM
Millet bu olayı şimdi, ‘Karikatürlerle, Hz. Muhammed’e (sav) yapılan çirkin saldırı’ sebebiyle ve şeklinde algılıyor değil mi? Ama aynı derginin Hz. İsa ile alakalı yayımladığı karikatürler de var. Yanılmıyorsam protestanlar olacak 12 kez mahkemeye vermişler dergiyi. Yani hıristiyan dünyası da rahatsızmış benzeri karikatürlerden ve dergiden. Yani bu durumu nereye koyacağız şimdi?
VE HAYRETE DÜŞÜREN O HABER
Küçük dilimi yutacaktım neredeyse.
Diyor ki haberlerde, “Paris’te Charlie Hedbo dergisine yapılan terör saldırısını araştırmakla görevlendirilen 45 yaşındaki başkomiser intihar etti. İntiharın sebebi ise depresyon.”
Tam da;
“Hoppalaaaa! Bu da neyin nesi şimdi. Acelen neydi be adam. Daha cenazeler bile defnedilmedi. Yoksa bilinmemesi gereken bir şeyler biliyordun da açıklarsın diye mi korktular?” diyecektim ama …
Daha bir şey demiyorum.
Demiyorum çünkü bu kadarı yeter.
Demiyorum çünkü Paris’te şaibe tavan yapmış. Fransa’da hava puslu.
Kurtlar, çakallar, belki de hainler kol geziyor. At izi it izine iyice karışmış durumda. Bana sorarsanız Allah (cc) hakikaten yardımcıları olsun. Reva mı bu ha? Filsitin’in tanınmasına böylesine destek veren bir ülkeye?
Ne dersiniz?
Anlamış mıdır acaba merkez?
Vesselam,