Evvela şunu diyeyim.
Yazımın başlığına bakarak bir kasıt aramayın lütfen. Böyle bir kasdim yok ve olamaz da. Zaten anlayana başlık açık ve net, “Diyanet’e neler oluyor?” değil de, Diyanet’te neler oluyor. Yani Diyanet’in kendisinde bir sorun yok. Sorun içeride bazı feraseti kapanmışlarda. Okumaya devam ettikçe meramımı daha iyi anlayacağınızı umuyorum.
Yıllardır söylüyorum, söylemeye de devam edeceğim. Haksızlığın hangisi nerede ve ne şekil olursa olsun, ‘Dilimden tüy bitinceye dek’ anlattım ve anlatacağım. Çünkü inancım bunu gerektiriyor. Çünkü Peygamberim, (s.a.v) “Haksızlığn karşısında susan sağır ve dilsiz şeytan gibidir” diyor.
Dolayısıyla; farklı yer ve mecralardan, kişi ve kurumlardan, duydum ve işittim. Bir değil, iki değil, üç değil, beş değil…
Her ne kadar birileri sussa da, bu lakırdı zaten bir yerlerden illa ki patlak verecek. Ya verecek, ya verecek! İstiyorum ki mağdurların sayısı artmasın. O yüzden taaa buralardan, yad ellerden sesleniyorum.
Yer Gaziantep… (Başka illerde de mevzu bahis olabilir.)
Diyanet’in mülakatlarına giren imam adayları hüzünlü ve üzgün. Küsmüşler artık ‘Diyanet babalarına’. Bir girmişler, iki girmişler, üç, beş, yedi, sekiz… Ağlayarak çıkar olmuşlar artık mülakatlardan.
“Nee! Diyanet’te öyle mi? Hadi canım!” diyeceksiniz.
Ama öyle, maalesef öyle. “Oynamayın ekmeğimizle, kırmayın hevesimizi” diyorlar. Onur meselesi yapanlar dahi olmuş meseleyi. Kendini odalara kapatanlar, hayata küsenler bile var. Hatta haksızlığı ispat için telefona kaydetmek isteyenler dahi olmuş. Ama engellenmişler.
İnanabiliyor musunuz?
Haksızlıklar ve topril işlerinin en en az görülmesi, hatta hiç olmaması gereken kurumda en fazla olduğu söyleniyor. Evet evet aynen böyle söyleniyor. Üstelik; bir kaç gün, hafta ya da aylık mevzu da değilmiş bu zulüm. Bayadır çekiliyormuş.
Ne acı değil mi? İnsanın inanası dahi gelmiyor.
Soruyorlar! “Neler oluyor Diyanet’in mülakatlarında. Diyanet bu ülkenin dinini temsil etmiyor mu? diye.
Diyecekler ki, “Evet! Şüpheniz dahi olmasın.”
Eh madem öyle dine uygun hareket etmek mecburiyetinde değil misiniz be kardeşim. Mecburiyetindesiniz tabi ki. Hatta buna eliniz mahkum, diliniz mahkum, beliniz mahkum. Böyle gördük çünkü biz Müslümanlar böyle işittik, böyle inandık, böyle güvendik size be kardeşim.
Peki, niye böyle?
Çünkü: Diyanet bu ülkenin; dini-imanı, inancı-itikatı, geleneği-göreneği, geleceği ve istikbalidir. Lideri-önderi, müftüsü-vaizi ve imamıdır.
Başındaki “BEYAZ SARIK” ise yüklendiği misyonun sembolüdür.
Sarık ‘beyazdır’ zira saflığı, arılığı ve temizliği ifade eder. Asla ve asla leke kabul etmez.
O halde!
Diyanet’in camiasında yer ve görev alan herkes ama herkes, söylemlerine ve eylemlerine dikkat etmek zorundadır. Haksızlığın değil kendisi, gölgesi bile geçmemelidir kenarında kıyısında. Çünkü Diyanet sıradan bir kurum değildir. Bu büyük camiaya hiç ama hiç kimsenin, ‘Laf söyletmeye’ hele de ‘pusu’ da bekleyip ‘açık’ arayanlara ‘koz’ vermeye hakkı yoktur. Birilerinin vurdumduymaz tavır ve hatalarını “tüm camia” ödemek zorunda olmamalıdır.
Yapmayın hocalarım, etmeyin hocalarım!
Çok şeyden soğudu bu millet. Buzdolabına döndük artık. Ayaza ve buza kesti sağımız solumuz. Soğutmayın bu milleti dininden de, diyanetinden de.
Ben öyle zannediyor ve umuyorum ki bu haksızlıktan üst düzey yetkililerin haberi olmasa gerek. Diyanet İşleri Başkanımız başta olmak üzere ilgili bütün kurum ve kuruluşlara buradan sesleniyorum. Ne olur artık bu insanlara kulak verin. Kulak verin ki iş ehil ellerde olsun. Bir iş ehil ellerde olmazsa neler yaşanacağını sizler bizlerden daha iyi bilirsiniz.
Ben bu yazımı gücümün yettiği yerlere ulaştırma gayretinde olacağım. Bundan imam adayı mağdur kardeşlerimiz emin olabilirler.
O kendinden ve yüklendiği misyondan bi-haber kardeşlerimize gelince, Onlar, ya kendilerine çeki düzen vererek yaptıklarının büyük bir ‘VEBAL’ olduğunu anlayacaklar; ya da yüklendikleri misyonun leke götürmez sarığını başlarından çıkaracaklar.
Bunun başka yolu yok.
Vesselam,