Umduğunu bulamayan misafirler (3 bölüm)

Yayınlama: 17.12.2019
A+
A-

Merhaba değerli kardeşlerim. Allah’ın selamı üzerinize olsun.

Bu yazı dizimizde genç kuşaklarımızın yaşanmış öykülerini sizlerle paylaşacağım.







Bu öyküler; 43 yıllık gurbetçiliğimde, gerçek yaşanmış öykülerden yola çıkacağım ve yeni nesil evlatlarımıza ibret olacak İnşaAllah.







Nasıl ki insan hayatı bir sayfaya sığamaz. Biz de öykülerimizi satırlara sığdıramıyoruz. Bu sebeple her öykümüzü dizi olarak sizlerle paylaşacağız. Ortalama 2  hafta da bir; halkın gazetesi olan, sosyal dertlerimizin rehberi, örnek, dürüst toplumun dili UFUK gazetemizde bu öyküleri takip edebilirsiniz.

***

1970 yıllarında Türkiye’mizin güzel beldesi Karadeniz’in bir köyünden gelir Yunus bey, hanımı Asiye, bir kızı ve iki oğlunu anasına babasına emanet eder düşerek Hollanda yollarına. Bir hemşerisinin arabasında gümrüklerde arabada saklanarak.

Öldüren bir heyecan ve korku.

Hollanda gümrüğüne yakın bir köy yolu üzerinde arabadan iner, çiftliklerin arka yollarından en az 2 km yürüyerek polisler görmesin diye çalıların arasından geçerek hemşerisinin tarif ettiği ana yola zorluklarla çalı çırpıdan elleri yırtılarak çıkar. Tekrar arabaya binerek Rotterdam’a gelirler. Yunus bey bu macera ile Hollanda gurbetçiliğinin ilk zorlu gününü yaşamıştır. Yaşamı boyunca Hollanda’ya ilk girişini hiç unutmadı. Rotterdam’da bir çiftlikte uzun bir zaman çalıştı pansiyonda kaldı. Daha sonra hemşerileri Yunus beyi Arnhem’in küçük şirin bir köyünde iş bularak, yanlarına alırlar.

Zorlu uğraşlardan sonra çalışkanlığı ile patronuna kendini beğendirmişti. Patronu oturma müsaadesini de alır. Böylece Hollanda’ya yerleşmeye karar verir.

Evini tutar hazırlar, eşi Asiye hanım ve 3 çocuğunu da uçakla getirir. Türkiye’de köy hayatından çıkmış kendini Hollanda’da yaşamaya alıştırmaya başlamıştı. Çok hoşuna gidiyordu. Yeri gelince doktor eve kadar geliyordu. Türkiye gibi hemen para almıyordu doktor. Sağlık sigortası hemen karşılıyordu hastalıkları. Bahçe tarla yoktu Yunus bey de. Sabahın köründe kalkmakdan da memnundu. Hollandalıdan ikinci el almıştı tüm evin eşyasını. Renkli değildi ama televizyonları bile vardı. Köyde bu lüksün hiç biri yoktu. Hafta sonları hemşerileri geliyor ya da Yunus beyler çoluk çocuk onlara gidiyorlardı. Yiyip içiyorlar sohbetler ediliyordu, keyifler iyiydi. Ancak Asiye hanım mutlu değildi! Köy hayatını özlüyordu. Bağını bahçesini, koyun kuzu, çay bahçelerini, fındık bahçelerini, komşularını çok özlüyordu. Ama çaresiz gelmişti bir kez! Eri nerdeyse oda oradaydı.

Asiye hanım 10 yaşındaki kızı Fadime ve oğulları 5 yaşındaki Temel ve bir yaşındaki kucağında Dursun’la gelmişti. Tek meşgalesi çocukları idi. Zaten onlara iyi bir istikbal deği miydi gurbete çıkmalarının tek nedeni?

Ve Zaman böylece akıp gidiyordu.

Gel zaman git zaman 5 yıl aktı geçti. Fadime büyümüş 15 0lmuştu. Asiye hanım’da eşinin yanında çalışmaya başlamıştı. Fadime kardeşlerine bakıyordu. Yunus beyin çalıştığı fabrika lastik firması idi. Yunus bey eşini de yanına almıştı ancak Asiye hanım kısa zamanda astım hastalığına yakalanmıştı. Bir süre daha çalışan Asiye hanım hastalığı nedeni ile işi bırakmak zorunda kalır. Yürekleri rahattı. Asiye hanımın hastalık kasasından maaşı devam edecektir. Böylece yaşamları mutlu bir şekilde devam eder. Bu güzel yürekli aile sıcacık ve samimidir. Oğulları oldukça utangaç, terbiyeli, saygılı tertemizdi. Saf ve duru bir su gibiydi evlatları. Köy terbiyesi Yunus beyin atalarından mirastı. Bu düzen Yunus bey ve Asiye hanımın evlatlarını çok titiz yetiştirmelerinden kaynaklanır.

O yıllarda Hollanda’da camii ve diyanet olmadığı için çocuklarını dini bilgileri için komşu çocukları ile beraber merkezden biraz uzak olan bir camiye Kur’an ve dini akidelerini öğrenmeye  gönderiyorlardı. Zamanın nasıl aktığını yaşam telaşından fark etmiyorlardı. Birkaç yıl sonra kızları Fadime 16 yaşına gelmişti, Fadime kardeşlerine baktığı için fazla okula gidememişti. Tombul cana yakın, samimi, hamarat saygılı bir kızdı. Mahalle Fadime’yi çok seviyordu. Sık-sık yakın çevre hemşerilerinden dünürcüler geliyordu. Yaşı küçüktü ama gösterişli bir kızdı Fadime. Hollandaca bilmiyordu. Zaten arkadaşı da yoktu. Annesi babası aklı çelinir, gözü açılır diye Hollandaca dil kurslarına yollamıyordu. Tek meşgalesi, nakış örgü yemek ev işi öğrenmekti. Yunus bey Fadime’nin daha fazla göze batmaması için memleketlerinden akrabaları olan Asiye hanımın kız kardeşinin oğlu İbrahim ile evlendirir.

“İbrahim’de oğulları kadar terbiyeli, saygılıdır, tencere yuvarlandı kapağını buldu” derler. Görücü usulü olmasına rağmen İbrahim ve Fadime neşeli, konuşkan, birbirine uygun bir çift olmuşlardı.

Zaman akıp gidiyordu.

Aileye bir kız bebek daha katılması ile aile daha da büyüdü. Zehra koydu Yunus bey kızının adını. Böylece bu güzel aile mutlu huzurlu yaşayıp gidiyorlardı. Zaman da onlar fark etmeden akıp gidiyordu. Dursun ve Temel delikanlı olmuştu. Temel askerlik parasını biriktirmek için babasının yıllardır çalıştığı lastik fabrikasında çalışıyordu ve evliliğe hazırlanıyordu. Damadını da aynı fabrikaya alan Yunus beyin keyfi iyi idi. Yunus bey Fadime’yi de aldırdı yanına arada;

“Kız Asiye haça uşakları da ever ursak kofumuza bak gayur” der.

Asiye hanım da, “İnşallah Yunus efende, o günlerde gelecektir elbet” diyerek kocasının mutluluğuna katılıyordu.

Dursun henüz 15 yaşındaydı. Sarışın, beyaz tenli, konuşmaya utanan ve futbol delisi bir delikanlıydı.

Babasının da futbolu sevmesi ve Dursun’u desteklemesi Dursun’un futbol hayatının başlaması oldu.

Yunus bey, D”ursun hey uşağım gün gelecek Milli tahkimde oynayacaksan da! Bende gururlanacagum.” Diyerek hayaller kuruyordu. Çocuklarını gözünden esirgeyen Yunus bey evinde sıkı bir disiplin kurmuştu. Gece hayatı yoktu, her yere enişteleri ve ablaları ile birlikte gidiyorlardı. Küçük Zehra ve Dursun okula gidiyorlardı. Her şey güzeldi ancak Yunus beyin tek eksik yanı çocukları ile çok mesafeli olmasıydı.

Dursun’u iyi bir futbolcu yetiştirmekti amacı. Temel’e olan hevesi kırılmıştı. Temel daha çok iş hayatına hevesliydi. Temel ilerde çok büyük iş adamı olmayı hayal ediyordu. Dursun kendi halinde sessiz, durgun, içine kapanık bir gençti. Tek sırdaşı ablası Fadime’ydi. Fadime ara-sıra dursun harçlık verir nazlandırırdı Dursun’u. Dursun’da o gün okulda neler olup bittiğini ablasına anlatırdı. “aba” diyordu ablasına . Bütün çocuklar  “ana” diyorlardı Asiye hanıma. Yıllar bu terimi değiştirememişti. Bir kaç yıl sonra Temel’i nişanladılar.

Dursun süper futbolcu olmuştu ve Fadime’nin de güzel bir kızı olmuştu. Hepsinin hayali bir gün Durusun’un Milli takımda oynaması idi. Ailece tüm maçları izlerlerdi. İzlerken Yunus bey, “he, Asiye. Benim uşağımı da bir gün tüm Türkiye keyif ilen alkışlayacak. Ben de kayyumdan hamsi gibi oynayacağım” der, aile kahkahalar la evi çınlatırdı.

Dursun gülümseyerek; şımararak, nazlı-nazlı fakat bazen bir o kadar da derin-derin bakardı babasının gözlerine.

İnsanoğlu bilse kaderin oyunlarını. Şöyle bir bakabilse kaderin penceresinden. Ah bir bilebilse kaderin neler göstereceğini…

O zaman belki analar-babalar kadere karşı gücü yettiği yere kadar kale olurlardı. Sur örerlerdi etrafında.

Yunus beyin gözünden esirgediği evlatlarını yaşamlarında nelerin beklediğini,

Hangi yönlere savrulduklarını,

iyi mi kötü mü,

Ama hepsini detaylarıyla bir sonraki yazımız da, Yunus beyin evine konuk olduğumuzda öğreneceğiz İnşaAllah.

Bu yaşanmış öykünün devamını takip için siz gönül dostlarımı 2 haftaya kadar ikinci bölüm de bekliyorum.

 

O zaman görüşünceye dek, Allaha emanet olunuz…

17-12-2019

 

Umduğunu bulamayan misafirler 2

Merhaba sayın gönül dostlarım. Evet dizi öykümüz devam ediyor.

Dursun’umuzun spor hayatına bir arkadaş, bir de Hollandalı kız arkadaş girmiştir. Bu Durusun’un çok hoşuna gidiyordu. Dursun çok havalıdır. Babası spor başarısından ötürü, Dursun’u şımarttığının farkında bile değildi. Dursun arada bir diskoya takılmakta. Babası sorduğu zaman, biraz utangaç bir tavırla: “Bubam Hollandalı kız ilen dolaşıyorum” diyerek geçiştiriyordu. Anne: “haça Yunus efendi, ben bu gidişatı hiç beğenmiyorum, bu kızla gezmesi doğru mu da?” Diye arada sorunca, Yunus bey: “uy benim hamsi kadar küçük beyinli görücüm, erkektir da elbette yavuklusu olacaktır. Gençlik var serde” diyerek Asiye hanımı susturuyordu.

İşte böyle; gel zaman git zaman Dursun diskotek çevresinden, biraz Hollandalı biraz Türk arkadaşlar edinmişti. Ara sıra eve arkadaşları ile gelir, odasında imge ve biri Türk biri Hollandalı erkek arkadaşları ile güle konuşa muhabbetler edilirdi. En kötüsü de, çevresinde bütün arkadaşları, sigara içiyordu. Onlara uyarak Dursun’da sigaraya başlamıştı. Hayatı toz pembe görmeye başlamış, spor antrenmanlarını erteleyerek, yavaş yavaş spordan okuldan soğumaya başlamıştı. Oysa Yunus bey Dursun’un okul hayatı ve sporuna o kadar alışmıştır ki, annesinin şikâyetlerine kulak asmıyor, Dursun’a olan güveninden Asiye hanıma devamlı farklı yanıtlar vermektedir. Günlerden bir gün: Dursun İmge’nin doğum gününe davet edilir. Dursun için çok heyecan vericidir. Hediyesini alır gider. İmge has parti vermektedir. Yani gençler evde eğleneceklerdir. Geç saatlere kadar gençler alkol alarak iyice coşmuştur. Dursun bilmediği içkilerden içiyor, eğlencenin zirvesi sandığı, bu ortamda İmge ile romantik danslar yapıyordu. Bir ara Türk arkadaşı Ahmet ve İmge balkona çıkarlar. Arkalarından Dursun’da çıkar. Ahmet elindeki farklı bir sigarayı yakar. Dursun şaşırmış bir halde saf saf sorar: Ula Ahmet o asıl bir sigara. Ahmet bıyık altı gülerek: “oğlum sen daha bebesin boş ver!” Diyerek hafifçe alay eder. Oysa Ahmet 20 yaşındadır Dursun ise 18 yaşındadır. Dursun gocunmuştur. Alkolün verdiği cesaretle, “ayıp olmuyor mu uşağım da!” Diye yanıtlar. Ahmet daha da ileri giderek, “bunu erkek adamlar içer, bu sigarayı içmek cesaret ister” der. Dursun iyice merak eder. Ve birazda kızar arkadaşının aşağılamasına. Sert bir tavırla: “ver bakalım bizde deneyelim” der. İmge Ahmet elini sigaraya uzatırken: “yapma Dursun” diyerek engel olmak ister. Dursun İmge’nin elini iterek, sigarayı ahretin elinden alır. Gözlerini kısarak hafifçe alaycı bir tavırla: “haça bende bakayım nasıl bir civaraymış” diye dudağına götürürken Hollandalı genç arkadaşı, “yapma dursun” der bileğine yapışır. Dursun kızarak, “İmge benden erkek midir Hans” diyerek Hans’ın elinden sinirle elini çeker ve ilk dumanı çeker. Bir sıra daha giderler, derken sigara biter. Dursun neşelenmiştir, ayakları yerden kesilir. Dağıtır iyice. Dans bilmeyen Dursun İmge ile birlikte bütün gece dağıtır. İçki ve esrar iyice dengesini bozar. Gecenin geç saatlerinden bihaber, mutluyum sandığı bu çok yabancı olduğu eğlencenin zirvesindedir. Herkes dağılır. Hans: “hadi Dursun seni eve götüreyim” der. Ama Dursun’da cevap vermeye bile derman yoktur. Koltuğun üzerinde sızmıştır. Dursun’u o halinde bırakıp gider. Hans çok üzülmüştü. Arkadaşının bu ortama alışkın olmadığını biliyordu. Dursun’u nasıl götüreceğini düşünür. Aklına abisi gelir. Dursun’u orada bırakır, hemen döneceğini söyler. Evet, Dursun’un abisini Türk kahvesinde bulacağından emindir.

Semtin Karadenizli kahvesinde bulacaktı. Kumarın çok popüler olduğu bir dönemdir. Maalesef Temel’de burada kumar oynayarak sabahlıyordu. Bunları eşi de biliyordu ama aile büyüklerine söyleyemiyordu.  Kocasının bir gün doğruyu göreceği günü sabırla bekliyordu. Eniştesi de aynı yanlışın içindeydi. Birlikte bu hatayı Fadime’de gelinleri de babalarından saklıyorlardı. Hans bisikletine atlayarak kahvenin kapısına heyecanla gelir, Temel’i bulur. Temel ve eniştesi şaşkın ve endişe içerisinde arabaya  atlayıp İmge’nin evine gelirler. Hans ile birlikte çuval yığını gibi Dursun’u zor güç İmge’nin evinden alırlar. Hans’a teşekkür ederek ayrılırlar. Dursun’u bu halde eve götüremezlerdi! Yunus bey dursun bu halde görse neler olmazdıki.  Tek çare eniştesi eve götürecekti. Zor güç yukarı çıkarırlar, kapıyı açan Fadime telaşlanır. “Uy! Ne oldu uşağıma diye telaş ve hayretle kocasına sorar. Temel: içmiş abam gittik Hollandalının evinde sızmış topladık” der.

“Uy! Ne oldu uşağıma, birinle mi dalaş muştur.” Diyerek söylenir. Enişte: “bağırma la, genç adam içmuş arkadaşlarınla azıcık. Bu gece burada yatsın. Eve götüremeyiz bumbam kıyamadı koparır. İdare ederiz. Gençlik işte.” diyerek Fadime’yi susturur. Oysa Fadime’nin yüreğine çoktan korku, endişe düşmüştü. Fadime türlü endişeli düşünceler içinde sabaha dek uyumaz. Öğle vaktine kadar uyuyan dursun bir baş ağrısı ile uyanır. “Aba! Giz” diye seslenir. Fadime: “zakkum neredeydin dün gecenin bir yarısı? bumban duyarsa vay haline.” diyerek söylenir. Dursun: “ne kızaysan benim tombiğim biraz bira içtim dokundu da. Anama demecesin abacım, Vallahi Billah bir daha içmeyeceğim” der. Fadime kızgın suratını asarak, “demeyeceğim ama bir daha susmam haberin olsun.” der. Fazla dayanmaz yüreği daha kendi çocukken annesi babası işe gittiği zamanlar ne emekler vermişti, ne kahrını çekmişti, elinde büyütmüştü kardeşini.  Kıyamaz, hadi der: “zıkkımlan şu çorbadan gözün açılsın.” Dursun sarılır gıdıklar abasını,”uy kurban olayım sana abuğum” derken, çorbasını kaşıklamaya başlar. İşte böylece Dursun hayatının ilk hatasını yapmıştır. Ahmet o gece kaçmıştır. Ahmet doğu kökenlidir. Ahmet’in abileri uyuşturucu ticareti yapmaktadır. Dursun Yanlış bir arkadaşla hayatına yanlış yerden başladığının, yaptığının büyük bir hata olduğunun farkında bile değildi. Böylece Dursun’un hayatında, beklemediği bir dönem başladı. Temel Hollandalı kız arkadaşı ile sık sık buluşuyordu. Okulu da çoğu zaman asıyordu.

Babası zamanında kendi bir Hollandalı ile macera yaşayamadığı için, Temel’in macerasını hoş görüyordu. Evde sözü geçmeyen Asiye hanım karşıda çıksa Yunus bey: “cahilsin avrat, genç herif haça benim yapamadığım yapay. Ahh ahh! Ben seninle ömrümü harcamışım boşuna, kendimi yakmışım da!” Diyerek biraz espri biraz gerçek kadının kalbini farkında bile olmadan kırıyordu. Temel işten gelince doğru Adıyamanlı arkadaşı Ahmet ile buluşuyordu. Zorla ortaokulu bitirmiş, ben çalışıcım diyerek okulu da bırakmıştı. Ahmet ile daha rahat buluşuyor, daha çok birlikte oluyordu. Artık esrar içmeye alışmıştı. Her gün Ahmet’in abisinden 10 gram alıyor, Ahmetler tenha yerlerde sarıp içiyorlardı. Gözleri kırmızılaşan Temel kafası açılana dek eve gitmiyordu. Böylece 3 ay geçti Evdekiler fark edemiyordu.

Dursun artık serpilmiş, yakışıklı bir delikanlı olmuştu. Uzun boylu, altın gibi sarı saçları ince zarifti. Yunus bey oğlunun yakışıklılığı ile övünür çevresindeki hiç bir Türk kızını oğluna yakıştırmıyordu. Dursun artık hap ile tatmin olmuyor, uyuşturucuyu burnuna çekiyordu. Doğan’dan temin ederek, Ahmet ile tenha yerlerde kendilerinden geçiyorlardı. Artık spor ,iş sorumluluk düşünemiyordu. Artık sık-sık Amesterdam’a gidiyorlardı. Doğan bir yerlere gidiyor, sonra buluşup gün ağarıncaya dek diskotek diskotek geziyorlardı. Sabahın gece saatleri eve geldiği zaman Yunus bey  söylenmeye başlıyordu. Önceleri sesini çıkartmayan Dursun, gün geçtikçe saygısız oluyordu. Babasına: “buba ben artık 22 yaşındayım, çok üzerime gelmeyin bırakır giderim” gibi, ana babayı üzen sözlerle, tehditler savuruyor, odasının kapısını çarparak, kapatıyordu. Bir gün odasından evin içine tuhaf bir koku girince Yunus bey huylanır, “Hani tövbe etmiştun, deyyusun uşağu. Haçan hiç mi bizi düşünmeyesun. Yavaş yavaş çökeysun utanmiyormusin da!” Diyerek çıkışır. Dursun, büyük bir  öfke ile, “Yeter buba yeter da! Beni bunaltma, senden para pul istemiyorum, düş yakamdan, hayatımdan ben sorunluyum, bana karışmayın” deyince Yunus bey artık, bir baba, bir anne ne derece üzülürse teesüüründen, “git ne halin varsa gör deyyus. Senin sonun iyi değildir.” Dese de zavallı adam anlamıştı acı gerçeği ve elinden bir şey gelemeyeceğini. Dursun gecenin bir vakti kapıyı vurup çıkınca! Boğazı düğümlenerek kısık ve ağlamaklı bir sesle: “hadi hanımcığım hakkımızda hayırlısı olsun” der. Zavallı Asiye hanim, “ahh yunus bey. Sen çok yuz verdun bu uşağa, çok yuz verdin.” derken, hıçkırıkları boğazında düğümlenerek, yüreğine amansız bir sızı çökmüştü.

.

Temel iyice uyuşturucu müptelası olmuştu. Artık esrar almıyordu. Burnuna pahalı haplar çekiyordu. Hayat dolu Temel gitmiş saldırgan farklı bir Temel gelmişti. Yunus bey sabrını sonlarına doğru yürüyordu. Bir akşam yine son derece sinirliydi. Akşam yemeğinde herkes tedirgindi, sessizdi. Eskiden akşam yemeklerinde, kahkahalar atılan bu sofrada, korkunç bir sessizlik vardı. Herkes gergin; yine baba oğul kavgası çıkacak diye Asiye hanım ve Fadime diken üstündeydi. Yunus bey kaşları çatık, kızgın bir sesle: “ebe! Temel efende: haça işsiz güçsüz koldun sesumuz çıkmadı? Akili burktun ses etmeduk, sporu bıraktun sustuk, cahildir akıllanur dedik. Olmadı haça şimdi ne olacak da?” Diyerek kızgınca sorar. Temel: “elbet bulaca iş bumba, iş kıtlığı mı var?” Diyerek asık bir suratla cevap verir. Bu sert cevap babayı kızdırır, “Ulan ben sizun içen hayatimu vereyim, oh ne ala sen baş boş gez, abin humarda, eniştemuz öyle. Yeter ula” diyerek elinden kaşığı masaya fırlatır. Temelin zaten uyuşturucu beynine vurmuştu, “Tamam, bumba. Vur kurtulayım da! Benumda bir hayatim varadur. Da!” Diyerek ilk defa babasına karşı konuşur. İyice sinirlenen Yunus bey Temel’i dövmeye yönelir. Bağrış-çağrış; feryat-figan arada ezilen anne abla derken eniştesi Temel’i dışarı atar. Temel iyice dağılmıştır. Evden çıkar doğru Ahmet’in yanına gider. Ahmet ile arabaya binerler ıssız ormanın bir köşesinde uyuşturucuya sarılırlar. Temel uyur. Ahmet uyanınca Temeli uyandırmaya çalışır. Ama Temel uyanmaz. Bir saat uğraşır ama nafile, Temel uyanmaz. Ahmet arabayı korku ile çalıştırır. Hastahaneye sürer. Kapıya gelince sedyeye koyarlar Temel’i. Ahmet korku içinde sendeleyerek hastaneden kaçar. Sabaha karşı Yunus bey uyku sersemi telefonla haberi alır, perişan bir halde hastahaneye ailece korku içinde giderler. Kazamı oldu korkusu ve telaşe içindedirler. Fadime’nin “gardaşum. Uy sarı gardaşum” diyerek feryat eden acılı çığlığı Hastahanenin koridorunda çınlıyordu. Çaresiz anne bir anda bayılır. Yunus bey son derece bitkin bir haldedir. Doktor Temel’in yanından çıkar çıkmaz, Yunus bey son gücünü toparlayarak, titrek bir sesle ve bozuk Hollandacası ile doktora, “oğlum iyi mi?” diye sorar. Doktor: Yunus beyin omuzuna elini koyarak, hanginiz iyi Hollandaca biliyor? Diye sordu. Dursun, “ben biliyorum, kardeşimin nesi var?” Derken sesi titriyordu. Doktor Dursun’a: “kardeşiniz şu an uyuşturucu komasında ve çok tehlikeli uyuşturucu almış, uyanamayabilir.” dedi.

Dursun donmuştu, “nasıl olur?” dedi. Sanki donmuştu. Etrafında ailesinin “nesi varmış?” sorularını duymuyordu. Babasının kendisini sarsarak, “uşağım nesi varmış gardaşunun?” sesi temeli irkiltir. Sandalyeye çöker. Şaşkın ve ve titreyen sesi ile: “bumbam can bumbam Temel benim gardasum uyuşturucu külhaniymiş.”  Yunus bey fısıltı kadar yavaş ama şaşkınlıkla, “sen ne deysun uşağım da ben şüphe indiyumda yakıştıramadım.”  Derken gözlerinden akan yaşların farkında bile değildi ve devam eder: “hela de uşağım? Yaşayacak mu?” Temel dudaklarını büktü ağlamaktan yanıt veremiyordu artık. Yutkundu, yutkundu ve “belli değim üş bumbam” diyerek hıçkırarak babasına sarıldı. Kısık bir sesle: “doktorda bilmiyor bumbam.” dedi. Yunus bey çökmüştü. “Allah’ım yardımcımız ol” diyerek, yeni ayılmış Asiye hanımına: “ağlama hatun bunlar, yine iye güleri muz galiba” der. Asiye hanımın ‘yavrum!’  feryadı ile irkilir hepsi. Yunus bey eşine belki ilk defa böyle şefkatle sarılarak: “dualar edeceğiz Asiye hanimım” derken hıçkırıklara boğulmuştu.

Sabaha dek yoğun bakım kapısında yumak gibi tüm aile dua ederek ağlaşırlar. Sabah doktor Temel’in yanından çıkar. Bu arada verilen izinle  anne-baba-enişte ve Fadime Durusun’un yanına girerler. Dursun ölümden döndüğünün farkında bile değildir. Kısık yorgun bir sesle: “aba gız ben buraya nasıl geldim?” Der. Herkes göz-göze bakar. Fadime ağlayarak atılır:  “yediğin haltı bilmeymişsen sâri hamsa?”  der. Yunus bey: “ula uşağım yemin olsun seni artık vuracağım. Hem kendini hem bizi peruksan ettin da!” Diyerek biraz kızgın ve yıkılmış bir halle söylenir. Temel: biraz kurnaz biraz sevimli bir tavırla: “ha burada yemin ediyorum tövbe ediyorum, bırakacağım der.”

Herkes umutsuzdur. Yunus bey: “doktur ne söyledi uşağım diye heyecanla sorar.” Temel önce Dursun’a kızgın-kızgın bakarak, “başka bir hastahanede tedavi olması gerekliymiş bumbam” der. Temel, arsız, arsız gülerek: “Amma büyüttünüz da, gereği yoktur. Ben artık akildendim da.” der. Ve çaresiz aile Temel’e güvenmiyorlardı. Kader yine yollarını kapatmıştı.  Tekrar gelecek korkusu ile çaresiz yaşamlarına dönerler.

Bir sonraki yazımızda bu öykümüzü sonlandırcağız inşaAllah. O zamana dek hoş ve seda içerisinde kalın.

Umduğunu bulamayan misafirler-3

Merhaba sayın gönül dostlarım. Öykümüzün üçüncü ve son bölümüne kaldığı yerden devam ediyoruz.

 

Ahmet ve abisi artık Temel’e yüz vermiyorlardı. Dursun işini, okulunu, spor hayatını kaybetmişti. Üstelik kız arkadaşını da. Dağılmaya başlamıştı. Uyuşturucu alır korkusu ile babası para vermiyordu. Ahmeti’n abisi arabayı Dursun’un borçlarına karşılık geri almıştı. Temel kol saatine kadar satıyordu ve ablasına yalvarıyordu. Zavallı Fadime dualar ediyor, ağlıyor dayanamıyor, harçlık veriyordu. Dursun gidip uyuşturucu alıyordu iyice müptela olmuştu, çığırından çıkmıştı. Babasına karşı geliyordu. Evden para çalıyordu. Anne baba çaresizdi. Yunus bey sabahlara kadar uyumuyordu. Dursun ablasını çok zorluyordu. Oysa nasılda severdi ablasını. Param yok deyince babasına, annesine Fadime’ye küfürler ediyor, kırıp döküyordu. 6 ayın içinde defalarca hastaneden kaçmıştı. Mutlu günler geride kalmış, aile çok zor günler yaşıyordu. Artık Dursun ablasında kalıyordu, babası ile tamamen arası açılmıştı. Çünkü krizli bir anında babasına el kaldırmıştı.

Bir gün; her gün geç uyanan Dursun yine uyanmış, kahvaltısını yapmıştı. Kardeşinin iyileştiğine inanmasada, Fadime evde şefkatle davranıyordu, kardeşine yakıştıramıyordu. İkisi kâh şakalaşıyor, muhabbet ediyorlardı.

Yine bürgün eniştesi sabah vardiyasındaydı. Saat 2 de geliyordu. Öğlen olmuştu Temel kaskon iki hafta her şey yolunda gibiydi. Doktor her ne kadar artık krizlerin tehlikeli olacağını söylese de, Fadime’nin yüreği hala kardeşini mahzun bir çocuk gibi görmesini engelleyemiyordu. Dursun kahvaltıdan sonra bir sigara yakar. Televizyonu dalgın dalgın izlemektedir. Fadime’de salonu toplamaya başlar.

Dursun seslenir: “abacım Fadime”

“geliyorum ula bağırma!”  der Fadime

Elinde çayla salona girince şaşkınlığını belli etmez ama çok şaşırmıştır.

Dursun’un gözleri kızarmış bir halde: “abuğum hadi bana 50 gulden ver da” Fadime biliyordu, korkmuştu, “eyvah” dedi! Anladı ve hiç belli etmeden,” yok gardsam Vallahi yok! Bir nefes gideyim anamdan alirum” der. Maksadı dışardan acil numaraya telefon etmekti. Dursun’un yüz hatları gerilir, “aba beni kandırma. Sende para olmaz mı? Hadi bak beni kızdırma, hadi ver şu parayı.” der. Fadime: “Vallahi yok gerçekten yoktur. Sen bana inanmıyorsun” demeye kalmaz Dursun ablasının saçlarını eline dolar. Fadime çığlık atmaktadır. Karşı evde annesi duymuyordu. Dursun hızlı-hızlı nefes alıyordu, gözleri kocaman olmuştu. “Yalancı ablacım.” diyerek Fadime’yi dövüyordu. Fadime: “yapma gardsam! Kurban olama yapma. Sarı uşağım bana nasıl kıyarsan?” diyerek feryat ediyordu. Boğuşarak hole kadar gelirler. Fadime’nin ağzı yüzü kanlar içindeydi. artık mecali kalmamıştı. “Demekki ölümüm elimle büyüttüğüm gardasumun elinden olacakmış” diye hem yumruk tokat yiyordu, ağlıyordu ve aklından bunlar geçiyordu. Holde tam artık teslim olmayı düşünmüştü ki, hayal mayal sokak kapısı gözüne geldi. Dursun artık çıldırmıştı, “Seni keseceğim” diyerek mutfağa yöneldi. Fadime nasıl yaptığını anlayamadı ama kapının arkasındaki anahtarı alıverdi. Kapıyı nasıl açmıştı, kendisi de şaşırarak, bir anda kendini dışarı attı. Kapıyı telaşla çekti hemen kilitledi. Panik içerisinde merdivenlerden düşe-kalka indi. Apartmanın kapısında yine düştü. Kocası ona doğru koşuyordu. Demekki bir saat dayak yemişti. Kocası şaşkın: “giz sana ne oldu?” diye sordu. Fadime’nin ayağa kalkacak hali yoktu. Fadime kocasına: “Girme içeri, Dursun delendi.” Dedi. Sesleri çığlıkları duyan üst kattaki Hollandalı komşusu hemen polisi aradı. Dursun içerde kırmadık şey bırakmamıştı. Kapı ve balkon kapalı olunca evin içinde kırılmadık bir şey kalmamıştı.  Fadime eli yüzü kan içinde, koşarak gelen babasına annesine sarıldı. Feryat ederek: “kendine bir şey yapacak anacım.” diye feryat ediyordu. Yunus bey ve asiye hanım yüreklerinde yangınlar yana yana, sarılırlar Fadime’lerine. Dursun cam kapı kırıyordu. Yunus bey ve anne dizlerine vuruyor, feryat ediyorlardı. Sonra Ambulans ve polis gelir ve Dursun’u bayıltarak alırlar. Zavallı Fadime hala, “gardaşım seni bu hale getirenler senden beter olsun.” diye feryat ediyordu. Yara bere içindeydi ama duyup hissetmiyordu. Yüreğindeki yara daha çok acıyordu. Bu olaydan sonra Aile 8 ay Temel’i göremedi. Bir kaç kez hastaneye içeriye uyuşturucu sokmuşlar, Durusun’un tedavisi boşa gitmişti. Bu nedenle çok sıkı disiplin almıştı doktorlar. 9. ayın sonunda doktorlar “Dursun’u Türkiye’ye götürün.” buralardan uzak olsun demişlerdi. Yunus bey o yaz tüm aileyi yıllar önce bıraktığı karatenizin küçük şirin köyüne baba ocağına götürür. Dursun durgun sessiz kendi halinde. Suskun bir halde olunca hayata bağlanması için akrabalardan güzel bir kızla nişan ederler. Yunus bey kaderin sukut ettiğine inanmaya başlamıştır. Asiye hanımda biraz da olsun mutludur. Geriye dönüp bakmak istemezler. Düğün hazırlıkları başlar. Kına gecesi gençler toplanır eğlenir. Aksine Temel durgundur. Sabah düğün günüdür. Herkes heyecanlıdır. Gelinlikler, çeyizler her şey tamamdır. Yunus bey nihayet Temeli evlendireceği için mutludur. İlk defa derin bir uykuya dalar. Sabahın ilk saatleri herkes uyanır. Sofa doğaya bakan ahşap yeşil cennetin içinde yayla evidir. Herkes neşe ile mutlu bir telaştadır. Yunus bey Fadime’ye:  “hadi gazım uyandır bakalım damat uşağımı.” der. Fadime neşe ile, “Temel, kalk uşağım kalk, damat olasun da. Hamsi damat” diyerek kardeşinin odasına neşe ile girer. Fakat Temel yokturdur. Telaşlanırlar, Yunus bey: “ula bu uşak Hollandaya mı gactı!” Diye hayretle söylenirken. Çoban Ali bağırarak, “Yunus ağabey! Yunus ağabey! Gocun, gocun, hele tez gelin” der. Evin tüm ahalisi fındık bahçesine doğru telaşla koşarlar. Nefes nefese kalan Fadime, yunus bey ve Asiye hanımın gördükleri karşısında şaşkın şaşkın feryat ederler.  Gördükleri sahnenin karşısında afallamış bir hale gelirler. Dursun kendini ağaca asmıştı. Yunus bey ve Asiye hanım dizlerinin üzerine çökerler. Dizlerini döverken, Yunus bey, “uy yy uşağım ne yaptın bize uy diyerek” Figan, feryat, çığlıklar damlarına şifan düşmüştür. Fadime çırpınmaktadır.

Her yer ana baba günü olmuş; polisi, doktoru, savcısı bir anda dolar etraflarına. Asiye hanım Fadime perişandır. Yunus bey dizlerine vura vura, “benim yüzümden” diyerek sinir krizleri geçirir. Temel, kardeşi ağaçtan indirilirken kucağına alır. Ana, baba ve Temel çökerler. Fadime perişandır. Yüzünü gözünü öperken: “uy yy sar gardsam, nasıl kıydun hem kanuna hem uda bize? Sensiz aban ne yapacak şimdi? uy yy” diye feryat ederek ağıt yapıyordu.

Doktor uyuşturucu krizinden çıkamayan hastalarda psikolojik bunalım oluştuğunu, intiharın çok sık rastlanan bir vaka olduğunu raporunda belirtir. Dursun’u damat odasına yatırırlar. Evin ahalisi feryat ile ağlamaktadır. Fadime bir köşede perişandır. İçeri giren savcı sorar:  Fadime kimdir? Fadime iki eli ile gözlerini sile, sile hıçkırarak:  “benim efendim” der.  Savcı, elinde bir mektup uzatır Fadime’ye, “bu mektup sana Fadime. Dursun sana veda etmiş. Nesi oluyorsun Dursun’un diye sorar. Fadime hıçkırıklara boğularak: “abusuyum efendim.” Savcı: Dursun seni çok seviyormuş ablası, sana veda etmiş, helallik istemiş senden.”

Fadime: elleri titreyerek mektubu açarken; dudakları, dizleri, tüm vücudu titriyordu.

Nihayetinde açar mektubu Fadime. Bakalım birlikte neler yazıyormuş: “abuğum canimin yoldaşı abacım, sen bana emek verdin büyüttün besledin anam oldun her derdime katlandın.  Abuğum ben sana çok kötülük ettim üzdüm ama bilesin abuğum ne yaptımsa bilmeden istemeden yaptım. Pişmanım, çok pişmanım abuğum. Benim çarem yoktu. Çok çabaladım abuğum. Ağlama ne olur. Keşke bumbam köyümüzde kalsaymış diyeceğimde lakin kader böyleymiş. Ben namussuzların eline düştüm. Bilemedim. Dün gece hep bana nasıl analık ettiğini düşündüm. Kaç defa intihar etmek istedim. Yapamadım. Yoruldum aba. Beni affedin, çok yordum sizi. Ben ölümü hak ettim. Dilerim kimse bu uyuşturucu tuzağına düşmesin abacım. Anam, canım anam. Neler ettim anama. Bumbam, ben nasıl olupta beynimin içindeki bu şeytana uyarak bumbana elimi kaladurdum. Allah’a nasıl hesap vereceğim aba çok korkuyorum. Benim bu büyük yanlışım Hollanda’da tüm gençlere ibret olsun. İsteyerek ölmüyorum. Artık size yük olmaktan yoruldum. İnsanın ailesinden başkası arkadaş olamazmış. Temel abirum eniştecum affeden beni da. Kendi cezamı kendim veriyorum abacım. Arkadaş yokmuş, yalanmuş, hep bana derun da bu eşek kafamdaki şeytana uyayurdum. Bu uyuşturucu beni insanlıktan çıkardı abacım. Beni besledin büyüttün affet ne olur. Hakkınu helal et. Anamın bumbamın ellerinden öperim. Sizlere doyamadan ama sizi severek ölüyorum. Beni affedin.”

Vefasız Dursun..

Umarım gerçek hayat hikayelerinden oluşan bu öykülerimiz bir nerlere; nasihat, mesaj ve tebliğ olur.

Simytech     Sifa