PIKNIK

Yasak Aşk Bölüm 3

Yayınlama: 20.02.2023
A+
A-

Neyse kahramanlarımız, kahvelerini yudumlarken, Maria, ’’Beni ailen istemiyor değil mi?” diyerek sorar? Tufan’ın gözlerine bakıyordu. Bir tık bile gözlerini ayırmadan devam etti, “Ben zaten tahmin etmiştim. Bu mudur sebep? Saatlerdir sıkıntılarda idin. Sen sanıyorsun ki ben aptalmışım, anlamıyormuşum, aylardır babana açılamadın, bugün açıldın ve red cevabı aldın.

Hollandalı olmamı sanki büyük bir günahmış gibi, algıladı baban. Beni insan olarak görmedi. Ama olsun Tufan, ben seninle büyük sihirli çok güzel bir aşk yaşadım. Biz ikimiz aşkımızı, kalbimizde saklarız, yaşarız.’’ derken gözleri dolu, doluydu. İki elini masadan uzatarak, Tufanın ellerini tuttu ve “Yaşadık ve bitti. Tufan ben üzülmüyorum, bedenlerimiz yasaklandı, kalbimizi kimseler yasaklayamaz. Seni sonsuza dek seveceğim ama asla umutlanmayacağım.” diyerek ellerini ellerinden çekti. “Elveda.” derken çok sakin bir şekilde kahvaltı salonunun çıkışından son kez dönüp, son bir kez onun yüzünü görmek için canını verirdi ama umutlanmayacağına ve kendine söz vermişti. “Çünkü onun ailesi beni insan olarak, tanımaya bile tenezzül etmediler, beni gelin ederler mi?’’ dedi kendi kendine ve daha karışık duygularla bir yanını kaybetmiş gibiydi.

Arabasına binerken hıçkırarak ağlıyordu. Tufanın halini anlatmak ise çok zor. Naif kişiliği sanki onu taş yapmıştı. Hala Maria’nın kalktığı sandalye ye dalgın-dalgın bakıyordu. Tek kelime edememişti.  Orada saatlerce oturdu. Halini anlayan garson, ’’Bir kahve daha alır mısınız?’’ deyince derin bir uykudan uyanmış gibiydi. Yerinden zor kalktı. Bedenini arabaya öylece attı ama öyle ağlıyorduki gözleri yolu seçemiyordu. Kendini Orhan’ın kapısında buldu. Kapıyı açan Orhan çok korkmuş bir halde sorar, ’’Oğlum bu ne hal lan? Evdekiler iyimi? Ne oldu kazamı yaptın?” diyerek telaşlanır.

Tufan sessizce kapıdan girer, Orhan meraklı gözlerle onu takip ederken, hala telaşlıydı. Tufan kendini koltuğa atar. Perişandır, gözleri şişmiş, rengi sararmış, iki elini başının altına koymuş, tek bir laf etmiyordu.

Orhan, ’’Arkadaşım anlatmayacak mısın? Hayırdır ne oldu?’’ diyerek sorar? Ama yok ses. Orhan sarar bir sigara yakıp eline verir. Hayatında ağzına koymamıştır. Ama çeker de çeker! Bir saat sonra, Orhan’’ hadi bakalım anlat ne oldu’’ diyerek sordu?

Tufan başını kaldırdı, sanki omuzlarında kocaman dağlar vardı. Yüreği çok acıyordu. Bunu Orhan’ın tam olarak anlaması imkansızdı. Yaşamadan bilemezdi.   Bu nedenle başını kaldırdı, sigaradan çekti ve dumanı üfürürken arkadaşına döndü, ’’Bitti kardeşim, bitti. Altı ay bulutların üzerindeydim. Şimdi karanlıklar içindeyim. Daha iki saat önce ellerimi tuttu, daha beni terk etmeden unuttu. Zaten benim umudum yersizmiş. Terk etti beni.’’ dedi. Orhan kahve yapar içerlerken, Tufan iyice kafası dağılmıştı. Kafayı bulmuştu. Biraz öfkeli, biraz sitemli bir ses ile, ’’Oh be! Vallahi şimdi Nazik Hanım hiç vakit kaybetmeden bulur kendine gelin.’’  derken birden kısık bir sesle, ’’Ama kızcağız bir ölü ile evlendiğini nerden bilsin.’’ der.







Orhan, ’’Olmaz! Olmaz öyle arkadaşım, sen elin kızını yakamazsın.’’ diyerek keser hızını Tufan’ın. Böylece sarılır çocukluk arkadaşına, ’’Hadi kalk mecnun, uzan biraz. Sabah iş var.” diyerek, sarılır can dostuna ve, “Hadi dertlenme oğlum ya! Dermansız dert yoktur. Acısı geçmeyen yara yoktur.” Şeklinde arkadaşını teselli eder.

***

Aradan 3 ay bir zaman geçer. Zaferi kazanan Tayyar Bey, o geceden sonra, bir daha mevzu etmemiş ve sormamış evde, abilerde her şey eskisi gibiydi. Bir kişi hariç, Tufan…

İşten çıkmak zorunda kalmıştı. Çok düzensiz bir hayata girmişti. evden  Geceleri barlara gidiyor veya ot alıp eve kapanıyordu. Orhan evlenmiş Tweente bölgesine taşınmıştı. Arada görüşürlerken, Tufan arabayı satınca, daha az görüşüyorlardı. İş gitmişti, araba gitmişti.







Tufan üç aylık gibi kısa bir zamanda, büyük bir değişim yapmıştı. Annesi Nazik Hanım günden güne eriyordu, narin bedeni çok acı çekiyordu. O son gece Tufan işten ayrıldığını söyleyince, üstelik çok alkollüydü.

Tayyar bey o kadar sinirlenmişti ki  Tufan’ı evden kovmuştu.  Tufan’da  bir daha baba ocağına gitmemişti. Nazik Hanım bunları hatırlarken, yaşıyor kahroluyordu. Nasılda özlemişti oğlunu, “Askerliğini ödesin oğlum,  üzülmesin.” diyerek altınlarını euroya çevirir. Tufan’a parayı zevkle verir ama bir isteği vardır, ’’Bak gadasını aldığım parayı teslim ettin mi? Biliksin ki sen eskerliği yapıksın, bitiriksin. Borç ikimizin oğul.’’ Demişti. Ana oğul gayretle güzelce borçlarını ödemişlerdi.

Nazik Hanım bunları düşünürken boncuk-boncuk yaş döküyordu. Birden çok sakin bir şekilde, ’’Ana olmak ne kadar güzel güzel amma çok da zor! Çok zor’’ diyerek hala ağlıyordu. Evladından uzak yaşamak ona çok acı veriyordu.  Tayyar Bey, ’’Avrat eğer seni, o züppenin ayağına gidik olursan Vallahi avrat seni boşıyım.’’ demiş yasaklamıştı. Büyük abisi, yeni evli küçük abisi gitmişler ama fayda etmemiş, Tufan dönmemişti. Nazik Hanımın aklı-fikri yavrusunda elleri daima dua ile açılıyordu.

**

Zaman bu ya! Bir üç ay daha geçmiş ve kış iyice basmıştı. Keskin bir soğuk vardı. Tufan uyuşturucu ve alkolü karıştırmış, ince bir kışlık ceket ile boynunda bir şal, bir elinde sigara, bir elinde içki kendi-kendine, sallana-sallana bitkin, aylardır sokaklarda perişandı. Konuşarak geliyor,  annesinden bahisediyor, ’’Ah! Ah! Be Nazik Hanım, neden her mevsim hayatıma karışıyorsunuz? Senin neyine gerek anam ya! Benim dolabıma gir. Bana şal, ceket falan bul.  Of ya ne diyorum ben ya? Kadın ne bilsin ki bu şal Maria’nın hediyesidir. Bir an başı döndü, gözleri karardı. Galiba artık ölüyorum. Yanlış doğru neler yaşadık. Demek zamanı geldi.’’ diyerek söyleniyordu.

Oda kiraladığı, binanın önüne gelmişti.  Soğuğu sanki hissetmiyordu. Çok ateşi vardı. Binanın önünde yine başı dönmüştü. Kendini kaybetmemek için çabalıyordu. Oturdu merdivene soğuğu hissetmiyordu, uyumak istiyordu. Gözlerini kapattı. Donmak üzereydi. Bunu bile-bile bütün gece Amsterdam’ı dolaşmıştı. Gözlerini kapatır kapatmaz önce anacığı gelir önüne,’’Kuzum, yavrum, hadi gel evimize gidelim. Çok özledim seni canım oğlum oğlum.’’ derken annesi uzaklaşmaktaydı. Tufan! Tufan diyerek uzaklaştı. Tufan, ’’Anne, anne gitme.’’ diye haykırıyordu, ama annesi duymuyordu. Abilerini gördü. Çok mutluydular. Uzaklardan el sallayarak kayboldular. Sonra çatık kaşları ile Tayyar Bey bağırıp çağırıyor, ’’Yorum sen yoldan çıkıksın, çaran yoğtur. Ben besmeleyi unutup elin gavırını gelin diye getiren adamı evime istemiyorum.’’ dedi.

Tufan zaten bundan sonrasını duymuyordu. Tayyar bey bağırıyordu! “Senin imanın yok olmuş.” diye bağıra-çağıra uzaklaşmıştı.

Bunlar rüya mıydı. Birden kendini Gaziantep’ in içinde buldu. Karşıyaka Şahinbey semtindeydi. Çocukluğunun en güzel anıları buradaydı. Akraba bireylerinin de evleri yakın semtlerde idi. Birden hemen kendini kavaklık, mesire yerinde gördü. Eski adı ile adına münazır, Alleben mesire parkı… İnönü caddesinde Çulcu oğlu et lokantası oh! Mis   ve bir  samsa baklava.  Sonra birden yeniden karanlıktadır. Hiç kimse, hiçbir yer yok! Sadece karanlık var. Tufan   bağırıyor, bağırıyor  ama duyan yok.

Tufan, ’’Tamam artık ölüyorum.’’ düşüncesine kendini teslim etmişti. Böyle dalga-dalga dağılan gece uzaklaşırken sabahın erken saatlerinde, kendini kahvaltı için durdukları Restoran’da buldu. Yine babası, annesi tüm aile oradaydı. Uykuda rüya gördüğünü biliyordu. ’’Ben öldükten sonra, kim ne derse desin.’’ düşünceleri ile kendini ölüme hazırlıyordu. Çeşmeyi gördü. Gitmeye çalışıyordu, gök yüzü çok güzeldi. Güneş pırıl-pırıl, bulutlar mavinin en güzel tonuydu. Tufan yüzünü yıkadı o an. Elini yüzünden çekmeye korkuyordu! Ya Maria karşıma çıkarsa?  O an kalbine bir ağrı girdi, ’’Tamam ölüyorum.’’ Kelime-i Şhadet getirdi. Sonra kendini bom boş ama cıvıl cıvıl kuş sesleri ile o boşluğa bıraktı.

Yürüyordu, şaşkındı ilerde şelale vardı yürüdü hızla yürüdü-yürüdü-  yürüdü. Bir adım kalmıştı ki arkasından bir ses. Maria’nın sesiydi. Hemen tanımıştı. Dönerken heyecanı zirvedeydi. Tüm bedeni titriyor. Kalbi duracak kadar çarpıyordu. Döner dönmez, ’’Maria canımın parçası Maria.’’ dedi. Ama ulaşamıyordu. Ayaklarını boşuna adımlıyordu. Sanki boşlukta yürümeye çalışıyordu. ’’Gelemiyorum!  Maria gelemiyorum!  Ama ölürsem şunu bil. Seni tanıdığım o güzel günden beri kalbimin en nazlı yerindesin.’’ derken, çaresizliği en acı şekilde yaşıyordu. Tekrar baktı hasretle. Maria hamileydi. Maria parmağıyla karnını gösterek, “Bizi nereye bırakıp gidiyorsun Tufan’’ diyerek seslendi.

Tufan bu kez kalbindeki başka bir heyecanla,’’Geliyorum Maria bekle beni.’’ dedi ve derin bir uykuya daldı.

Karanlıklar-kabuslar arada bir vücudunu hissetmiyordu. Çirkin-çirkin mahluklar kırbaçlarla dövüyor  uçurumdan atıyorlardı kendisini. Karanlıklar içinde koşuyordu bazen. Sonra şelale  son noktasına geliyor ama atlamadan yine kabuslar arada bir çok naif bir ses duyuyordu uyanmaya çalışıyordu.  ’’Bay Tufan!  Bay Tufan beni duyuyor musunuz?” diyerek, kendini çağıran bir ses. Tekrar şelaleye baktı. Maria’nın hayali geldi. Maria hamile olabilir miydi? Düşünüyordu ki tekrar aynı ses çağırmaya başladı. Tekrar düşündü, ’’Ben Maria’dan başkasının sesine dönmem. Biliyorum şu şelaleden atlarsam artık ölüyorum.’’ diyerek şelaleye koştu, koştu, koştu. Tufan koşuyordu ama şelale uzaklaşıyordu. Nefesi iyice daralmıştı. Ve yine o ses ama Maria’nın sesi yakından geliyordu. Başını çevirdi. Evet Maria tek kolunu uzatmış bir şekilde, denizleri kıskandıran yosun gözleri, sevgi ve aşkla bakıyordu.

Ben neredeyim? düşüncesi ile etrafına baktı. Hayretler içindeydi, ’’Hayal görüyorum! Şükür olsun Rabbim son kez can Maria ile görüşmeyi nasip etti.” diyerek, hüzün ile başını eğdi, Şahadet getirerek ’’ Allah’ım sana teslim olurum her halimle Sana merhametine sığınırım.’’ der.

Anlamıştı ölüme yakın olduğunu. Arkasını dönüp baktığında, kendini hendeğin dibindeymiş gibi gördü Ya şelale! Tufan ellerini uzatırken, bunları o kadar kısacık bir anda nasıl düşünüyordu? Allah ile kul arasına girilmez.

Tufan Maria’nın elini, tutarken, ’’Allahtan başka ne isteyebilirdim ki.’’ derken Tufan anlatılmaz mutluydu. Yukarı çıktılar. Maria elini yavaşça çekti. Tufan, ’’Dur gitme Maria! Bebeğimiz! Maria.’’ diyerek sayıklıyordu.

Ellerini yüzüne kapattı, ’’Of! Maria Of! Maria.’’ derken kendini her yeri beyaz boyalı bir odada buldu. ’’Burası hastane olmalı.’’ diyerek gözlerini açtı. Odadan bir hemşire çıkıyordu.  İçeriye giren hemşire, ’’Merhaba ben Jale hemşire, hayata hoş geldiniz bay Tufan, nasılsınız? Bizi çok korkuttunuz.’’ diyerek yanına geldi. Koluna tansiyon aletini takarken Tufan, ’’Ben hastanede miyim?’’ diyerek sorar?

Jale hemşire, ’’Evet altı ay oldu  oldu misafirimizsiniz, burası Amatem  hastanesi. Kapınızın önünde donmanıza ramak kalmış. Hayatınızı bir vatandaşa borçlusunuz.” dedi. Tufan, ’’Kendisine teşekkür etmek isterdim, tanıdık mı acaba?” Gözlerini kapıdan çevirmeden sözlerine hüzünlü bir sesle, “Sağ olsun hayatımı kurtardı. Gerçi keşke kurtarmasaydı, yaşanacak kadar hayat güzel değil.’’ dedi…

Jale hemşire kapıya bakarak, ’’Sizi buraya getiren de hemşire.’’ diyerek tebessüm ile, Tufanın yastığını düzeltir ve söze başlar, ’’  Tufan Bey sizi buraya Maria getirdi. İki hafta sabahlara kadar, başınızdan ayrılmadı.’’ diyerek sandalyesini yatağa yaklaştırır. Tufan’ın elinin üstüne elini koyarak ve devam eder, ’’Maria siz normale dönünceye kadar, sizi bırakmadı.  Ama dün gece eşi ile evlerine döndüler.

“Buraya gezmeğe gelmişler beni görmek istemiş, işte hastaneye gelirken.’’ derken sesi çok kısılmıştı. Sustu! Sustu yavaş bir ses tonu ile devam etti. ’’Sizin caddeden geçmek zorunda ya! Tesadüf seni görmüş sonrası malum.’’ derken çok konuşmuş, yorulmuş da. Derin bir nefes alarak, ’’Oh be! zor oldu ama başardım’.’ dedi.

Tufan inanamıyordu, ’’Maria asla evlenmezdi! Nasıl kıyardı bu aşka madem evlendin! Neden beni çağırıyorsun? Bebek! Evet bana karnını gösterdi. Bizi bırakma dedi. Neden   beni çağırdın? Ah! Maria ah!’’ diyerek yastığına vurdu. “İyi olacağım İnşallah Jale hemşire.” derken, yüreği  balyoz yemişten beterdi. Çok acıyordu, her nefes alışında, nefesi sanki, yüreğinde kanayan yarasını deşiyordu.

Gece gündüz krizleri bir olmuştu krizler ile ölüme gidiyor geliyordu. Ve kalbini çok acıtıyordu. Daraldı. Nefes alamıyordu. Bağırmaya başladı. Gözleri kararmıştı. Kulakları tıkanmıştı.  Komada iken kaç kez yaşamıştı bu anı.  Artık duymuyordu, görmüyordu. Derinlerde kaybolmuştu, bir boşlukta koşuyor koşuyordu. Sol yanına baktı ki  elinden tutmuş Maria ile koşuyordu. Maria konuşmalarını duymuyordu. Kendi sesini duymuyordu. Kâh karanlık bir tünelden geçiyorlardı el ele, kâh!  güneşli bayırlarda, deniz kenarında kumsalda koşuyorlardı. Tufan bu sessiz dünyada   teferruatı olmaksızın, çok ama çok mutluydu.  Anlatmak ile anlatılmaz bir duygu, yaşanması gerekiyordu.  Bir Müddet, bu mutlu anları yaşadı.  Sonrası zor karanlıkların içerisinde, verdiği savaşlar. Artık öldüğüne inanmıştı. Bırakmıştı kendini siyah beyaz akıntılara. Yine zorlu bir karanlık gecede çamurlu bir yolda yüzlerce örümcekler kovalıyordu.

Birden bir yol açıldı.

İşte bu yola hep birlikte bir sonraki bölümde devam edeceğiz gönüldaşlarım o zamana dek esen kalınız.

Simytech     Sifa