Yasak Aşk Bölüm 4

Yayınlama: 27.02.2023
A+
A-

Karanlık gecede çamurlu bir yolda yüzlerce örümcekler kovalarken birden bir yol açılmıştı Tufan’a Deniz ile güneş sanki birleşmişti. Hiçbir şey düşünmeden o tarafa koşarda koşar. Yorulmuş, yere çökmüştü. Ellerini yere sürünce, çimenleri hissetmişti. Başını kaldırınca uçsuz bir düz bayır yeşilin en güzel en nazlı tonu. Rüzgâr vurunca kâh koyu, kâh açık renklere bürünüyordu. Güneşi elini uzatsa tutacakmışçasına yakındı.

Yürümeye devam etti. Yürüdü! Yürüdü! Yürüdü… Deniz ve kumsal hemen karşısında şaşırmış bir halde idi. Fakat artık kabul etmişti iyiyide kötüyü de.  Yavaş, yavaş kumsalda yürümeye başlar. Arada elini denizin kıyısına savurur yürüyüşüne devam eder. Deniz sanki dinlendiriyordu onu







Kumlara uzandı, ayaklarına deniz vuruyordu Güneş gözlerini yakıyordu.   Gözlerini kırpıştırarak, yavaş yavaş açtı. Aynı hastanede uyanmıştı. Ama bu kez tek kişilik bir yatak, kitaplık, masa, sandalye vardı. Oldukça küçük bir oda.  Gözlerinin ilk açılışında karşısında yine  Jale hemşire vardı. Yorgun, bitkin bir sesle, ’’Merhaba jale hemşire.’’ dedi. Jale hemşire tebessüm ederek, ’’Tekrar merhaba Tufan Bey.’’ diyerek gülmeye başladı. Tufan’ın dermanı yoktu ama gayri ihtiyari gülmeye başladı. Tufan bir an durdu. Ve söze başladı, ’’ Jale hemşire seni tanımak istiyorum.’’ dedi. Jale hemşire gülmeye devam ederken, ’’Anlatırım, hele bir kahve içecek hale gelin muhabbet ederiz.’’ dedi.







Bu uyandığı sabah, yine mutsuz bir sabahtı. Ama en azından ölümün eşiğinde tanıdığı bir melekti Jale hemşire. Tufan için zor geceler, zor gündüzler bitmiyordu. Geceleri kabuslar, gündüz  kabuslar.  Usanmıştı, artık. Aradan kocaman bir altı ay geçer.  Hastane Tufan için evi gibi olmuştu. Çok zor günleri, geride bırakmıştı. Çok zor geceler, zaten gündüzleri uyuyordu.  Evet çok acımasız bitmeyen günler yaşamıştı bu hastanede. Kabuslar yüzünden kaç kez intihara teşebbüs etmişti. Ölebilirdi. Velhası şükür evvel “ALLAH’’ sonra sağ olsun Jale hemşire çok destek olmuştu. Sohbetler ediyorlardı, bazen mevzu Maria’dan açıldığı zaman, kurnazca kaçıyordu. Ama bugün kaçamazdı. Çünkü onu yemeğe davet edecek kadar sağlığına çok şükürler olsun Rabbimize   kavuşmuştu.

***

Devlet sinir hastası olarak malulen maaş bağlamıştı. Sinir hastası olmasını sağlayan etken, maalesef aşırı ağır, uyuşturucu ve alkoldü. Hastaneye bile  bir tek büyük abisi bir iki kez gelmişti. Neyse kötü günler geride kalmıştı. Yaşam için umut hiç bir canlı varlıkta bitmez.

Kahramanımız Tufan şu sıralar ev bekliyordu. Evine yerleşmesinden altı ay sonra şayet sağlığı sosyal hayatı düzgün olursa, iş yeri tekrar dönmesini, kabul etmiş. Tufan kendini yeniden, hayata dönmüş hissediyordu. Maria yüreğinde, derinlerde kanayan yarasıydı, acısı hiç bir zaman geçmeyecekti. Ama hayat umut etmeğe değerdi.

Kendi evinin kapısının önünde kendini ölüme terk etmişti. Bunu bile-bile yapmıştı. Bunları düşünmekten vaz geçmeli yaşama sarılmalıydı.

Giyindi, hazırlandı aynaya bir baktı şaşırdı! Ne kadar zayıflamıştı. Hemen, hemen altı ay olmuştu. Ne yediğini ne içtiğini kimliğini hatırlamıyordu. Son krizden uyandığında, Jale hemşireye, ’’Canım kahve istiyor demişti. O günden sonra kahvesini bazen yalnız, bazen Jale hemşire ile içiyordu. Günden güne iyileşmişti. Doktoru üç hafta sonra, ’’Bay Tufan artık normal yaşamına dönebilirsin.’’ demişti. Tufan utana utana doktoruna, ’’Sigara içebilir miyim? çok canım çekiyor.’’ deyince  doktor Tufan’a şöyle bir baktı, tebessüm ederek, “Aşırı olmamak şartı ile olabilir.’’ dedi.

***

İlk dışarı çıktığı gün, biraz şaşkındı! Aylardır topluma girmiyordu. Önce bir sigara alır, sonra sahilde biraz yürüdü, ilerde bir Türk kahvesi vardı, zaten canı mis gibi, kahve çekmişti. Denize baka-baka deniz havasını içine çekiyordu. Türk kahvesi ile sigarasını çok hayatı çok özlemişti. Bir sürü gazete almıştı. Her gün spordan sonra, saatlerce gazete okuyordu. Annesini çok özlemişti. Hastaneye bir kez gelmiş ama Tufan görmemiş.   Çünkü verilen ilaçlardan baygındı. Sonrası yok! Ailesinden, kimseler arayıp sormamıştı. Aynaya baktı yine geçmişe dalmıştı. Anlaşılan maziden kurtulmak kolay olmayacaktı.

Eline losyonu aldı   saçına sürerken, aynada   Arkasında Maria!  Maria sarılmış boynuna tatlı tatlı gülüyordu! Tufan bir an hayranlıkla baktı, baktı sonra sanki hiç umurunda değilmiş gibi saçını taramaya başladı. Saçını tararke, ’’Hadi Maria! Hadi Maria!  Çekil aynadan benimle alay etme.’’ diyerek esprili bir şekilde kendini hayal görmekten kurtarmış koyu lacivert ceketini sandalyeden alır ve havalı bir şekilde giyer. Aynaya bir daha bakar, kendini ilk defa beğenmişti.  Ve gerçek payı yüzde yüzdü.  Çok yakışıklı olmuştu. Çok eski yıllarda: çocuk yaşlardan başlamış olan, lise ve üniversite arkadaşları yakışıklı artist diyorlardı.

Tufanda çok genç ya. Bu hitap çok hoşuna gidiyordu. Hala aynanın önünde, duruyordu. Ama aklı nerelere gitmişti yine. Aynaya bakarak, ’’ ayna sana bir sır vereyim mi?’’ Hayata yeniden dönmek çok güzel.’’ der ve keyifle kapıdan çıkar.

Henüz otomobili yoktu. Tramvaya bindi, Amsterdam’a bakarken, uyuşturucuların telaşesini, içenlerin sefaletini izleyerek, ’’vay be!” dedi ve devam etti. Kısacık gördüğü metraj hayatın bir parçası idi.  “Peki ben nerede idim? Neyse ya, ama Amsterdam sana kendimi yedirmem’’ dedi.

Tramvaydan indi bir süre yürüdü.  Jale hemşire: “ben gelir seni alırım.” demişti ama Tufan bir kadının arabasına hiç binmemişti. Maria hariç.  Bir de Amsterdam’da biraz gezmek istediğini kibarca belirtmişti.

Ne gariptir ki bu altı ay çok mesafeli bir dostlukları oluşmuştu.  Ama iki tarafta hiç bir elektrik almamıştı. Duygusal mevzularda bile olmamıştı.  Oysa Jale hemşire çok alımlı çok güzel kadındı. Melez güzeliydi. “Neyse Allah sahibine bağışlasın. ’Bu akşam yemekte, jale hemşiremize tabi ki!   bazı sorularımız olacaktır.’’ düşünceleri ile lokantayı buldu. Daha içeri girdiğinde insanlar Tufan’a bakıyordu. Tufan “aldırmayım.” derse de, ’’ acaba görüntüm, çok mu kötü?’’ düşünceleri içinde, ama yüzünde mutlu adam ifadesi ile yürüyordu…  Masaya ulaştığında rahatladı. Henüz Jale hemşire gelmemişti. Denize karşı olan lüks Türk restoranın son derece hoş bir atmosferi vardı.

İçerde oturanı dışarısı görmüyor ama, içerdeki müşteriler denizi dört mevsim gösteriyor.  Işıklandırma ile muhteşem… Birazdan Jale hemşire göründü son derece şıktı. Dekolte narin pembe elbisesi dizden aşağı, kumaşı satenden yaldır yaldır, kızıl saçlarını toplamış, elbise dekolte üzerinde yine saten dar bir ceket, manken yürüyüşü ile masaya yaklaşır. Tufan ayağa kalkar, sandalyesini çeker, otururlar. Hoşbeşden sonra, balıklarını sipariş eder sohbetle yerler. Tatlılar gelir ve nihayet Türk kahvesi. Orta şekerli kahvelerini yudumlarken, tebessümleri aslında sahteydi.

Çünkü Jale hemşire biliyordu ki bu akşam mümkünü yok Tufan ille de Maria diyecek. Düşündü düşündü ve gerçekleri bu gece Tufan’a anlatmaya karar verdi. Tufan bunu anlamış gibiydi duyguları o yönde yoğundu. ’’bu gece artık her şeyi öğreneceğim.’’ Düşüncesindeydi.

İlk başlayan Tufan oldu. ’’sevgili Jale hemşirem Hollanda lisanı konuşuyorsun, adın Jale! Bana lütfen söyler misin?  Melek gibi bir kalbin var altı ay bitti. Sen hala elimi bırakmadın.  Kimsin sen?… Ben seni tanımak istemekte haksız mıyım?’’ diye sordu?

Ve hemen devam etti, ’’ ale hemşirem içecek ne alırdınız?’’ Akabinde garsonu çağırdı. Jale hemşire kaysı veya limonata gibi organik meyve sularını beğeniyordu.

Tufan’da zaten düzgün yaşam terapisini, Jale hemşirenin doğal ilgisinden almıştı. İkiside en pahalı balığı yemişlerdi ama en ucuz meyve suyu içmişlerdi. Jale hemşire espri ile gülerken birden durdu ve, ’’ tamam otur karşıma, sana herşeyi anlatacağım, artık taşıyamıyorum.’’ dedi ve devam etti, “evet adım Jale. Babam Türk. Hatay’lı. Ben Hollanda’nın Rahnem kentinde, hastanede doğduğumda, annemin yanında, babam, amcam, anneannem varmış. Çünkü dedelerimin benden haberi yok. Dedelerim zavallı annem babama çok eziyet etmişler!…

İyi ki dedemle hiçbir zaman bir araya gelmemişler! Ama herkes kendi evladına, kan kusturmuş.

Çok çok baskı yapmışlar! Annem bir hastanede baş hemşire idi. Defalarca beni aldırmak için teşebbüs etse de, kıyamamış bana. Hollandalı baba kızını döver mi?  Döver!… Neyse zaten babamın kültürü belli. Babam perişan! Kavga gürültü ben doğuyorum! Annemden başka sadece anneannem gizli geliyor dedemden seviyor beni. Babam gelemez. Mahkeme kararı bekliyor. Derken adalet, anne ve babanın 18 yaşına kadar mesuliyeti paylaşmak zorunda olduklarını, mahkeme kararlarına uymayan tarafın cezası, çocuğu görememek şelilnde oluyor… Neyse bir sürü kavgalar sürerken babam annemi ve beni alarak Türkiye’ye kaçarlar gezer, tozar, eylenirler.

Fakat annemin babası, annem dönmediği takdirde, babamı şikâyet edeceğini, hatta annemin de mahkeme kurallarını suistimal ettiği için şikâyet edeceğini, bir seçim yapmasını söyler. Doğum günümde annemle babam hep geldikleri yerde kutluyorduk. Her tatile gidişimde oraya giderim. Belen tepesi muhteşem bir yer.  Babamla, annem buluşup akşam güneşinin nazlı, nazlı batışını izlerlermiş. İlk doğum günümde, mutluluğun zirvesinde olan annem, babam ve bu güzel aşkın meyvesi ben. Tabi annem haberi alınca olanlar olmuş! Babam, “kal, yerleşelim bende dönmem.” demiş ama annem babamı kaybetmek beni kaybetmek istemiyordu. Ve babam, ’’ gidersen evlenirim.’’ Diyor anneme…

Böylece ben doğum günümde babamın soy ismini aldım ama babamı kaybettim. Aradan aylar geçiyor. Biz anneannemlerde yaşıyoruz. Annem hamile. Eyvah! Annem çok geç kalmış bebek büyümüş. Aile koyu Hristiyan. Ama, inanamayacaksın annem babamla tanışınca, nasılsa babam ikna etmiş. Annemde söyleyen değil, yaşayan Müslüman olmuştu. Dedem çok kızmıştı. Neyse!… İşte ben tüm Müslümanlığın en ince noktalarını annemden öğrendim. Dedem annemin hamile olduğunu duyunca bizi annemle evden atmış.  Gece yarısı annem taksi çağırıyor, biz Anemik teyzeye gittik. Sonrası belli. Annem sosyal geliri ile evini ayırıyor. Dedemle küsüyor. Babama dönemezdi. Babam evlenmişti.   Allah günah yazmasın ama annemin babası vefat edince aile pek de fazla teessür göstermemiş. Galiba dedem ölmüş, bir ay sonra Maria doğduğunda ben iki yaşındaymışım.’’ dedi.

Çok sakindi. Tufan büyük bir şaşkınlıkla, ’’Maria, hangi Maria? Yoksa.’’ dedi hayretle. Küçük dilini yutar gibi olmuştu.

Bakalım bu Maria Tufan’ın kalbine gömdüğü Maria’mıydı yoksa bir tesadüf mü olmuştu. Birlikte haftaya göreceğiz gönül dostları.

Simytech     Sifa