Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve bilgi fırtınasının ortasında kalan sıradan insanlar olarak, hemen her -aklımıza ve ortamımıza- esen konuda bir şey söylemeye kendimizi mezun, memur ve hatta mecbur hissediyoruz.
Bir de kemikleşen sorunlarla ilgili sabitlerimiz var ki, benim diyen uzman bilgisi ile kabullerimizi değiştiremiyor, fikrimize etki edemiyor. En çaresiz kaldığımız noktada bile “öyle ama” diye bir kaçış yolu buluyoruz.
Bunların başında, son bir asrımıza damgasına vuran Filistin meselesi ve son on yılımıza damgasına vuran Suriye meselesi geliyor.
Hayatında hiçbir çatışmaya katılmamış, evi bombalanmamış, çocuklarının ya da sevdiklerinin cesetlerini yerden toplamak zorunda kalmamış insanlar; sonu kesin ölüm görülen ve hatta cinnet eylemleri denilen bazı saldırıları tabii ki anlamayacaktır. Ailesinin erkekleri kırımdan geçirilmiş bir dedenin torunlarını toplayıp bir odaya sığmak zorunda kalacakları bir hayata kaçmasını anlamak için neler yaşamak gerekir ki?
Toprakları işgal edilmiş, halkı katliamlarla sürülmüş, kalanlar her gün devam eden sistematik aşağılama, işkence, hakaret ve zulme maruz bırakılmış Filistin halkının, arada bizim gibi keyfi yerinde hayatını devam ettiren ve yumuşak koltuklarından analizler kasan Müslümanlar tarafından yapılacak yorumlara ihtiyaçları olmadığı muhakkak!
İslam fıkhını, savaş hukukunu, işgal durumunda gösterilecek tepkileri, sair insani durum ve duruşları bilen ve buna dayanarak o insanlara da nasihat eden ilim ve hikmet ehlinin onların aralarında olduğundan emin olabiliriz.
Şartların eşit olmadığı iki ayrı durumdaki insanların birbirlerinin davranışları hakkında yorum yaparken diğerinin halini anlamaya çalışmasına empati diyoruz. Yani ben onun yerinde olsaydım ne yapardım sorusunun cevabıdır bu.
Hariçten gazel okumak diye bir deyimimiz var, laf edebilen hepimizin bildiği ve sıkça ne anlama geldiğini bizzat ortaya koyarak anlamlandırdığımız bir deyimdir bu. Öyle olmasaydı, ölüm korkusunun ya da her şeyin bittiğini düşündüğü anda bir insanın neler yapabileceğini biraz tahmin edebilirdik.
Oysa çok da zaman geçmedi Antep Muhasarasının üstünden ve unutulmadı henüz ablukaya alınan, bombalanan ve aç bırakılan bir şehir halkının ne gibi tepkiler verebildiği! Yani en azından öyle olduğunu tahmin etmek istiyorum.
Yoksa siz işgalci Fransızlara neler ettiğimizi, onlara yardım ve yataklık hatta askerlik eden dünkü komşularımız Ermenilere neler yaptığımızı bilmiyor musunuz?
İnsanı hayata bağlayan ve insanlık şeref ve onurunu sağlayan, gerektiğinde uğruna ölümü göze aldığı birtakım değerler vardır. Her birimizin kırılma noktası farklı da olsa ortalama bir insan için; can, mal, nesil ve din gibi değerler, uğrunda yaşanılacak ve ölünecek şeylerdir. Vatan bu denklemin neresinde diyecek olursanız söyleyeyim. Vatan, bu değerlerin muhafaza ve müdafaa edildiği yerin adıdır. Zeminsiz ayakta durması mümkün olmayan her bir değerli şey için zemin olan yer vatandır. Bu bazen birkaç metrekarelik bazen de milyonlarca kilometrekarelik toprak parçası olabilir.
Gelelim sıcak başlık ya da cevapları hep malum ama soruları hep tumturaklı konulara.
Suriyeliler savaştan kaçtı mı, eğer öyleyse orada şu an hala bombalanan ve rejime karşı savaşanlar nereli?
Suriyelilerin savaşanları mı makbul kaçanları mı? Çalışanları mı iyi dilenenleri mi? Kiracı olup her istediğimiz rakamı verenleri mi yoksa servetini yatırıp bir ev alanları mı güzel geliyor?
Peki Filistinlinin hangi modeli makbul? Kaçanlar mı savaşanlar mı? Direnenler mi teslim olanlar mı? Şerif Hüseyin’le birlikte Osmanlı’ya karşı savaşanlar mı, yoksa İzzeddin Kassam’la Osmanlı’nın intikamı için canı pahasına kavga verenler mi? Kola içenler mi makbul yoksa bir mutfak bıçağıyla tam teçhizatlı bir işgalcinin üstüne saldırıp şehadet şerbeti içenler mi?
Aç kalıp yardım bekleyen Filistinli mi istesiniz, yoksa eline geçirdiği her tür imkân ve silahla hürriyet kavgası uğruna havadan ve karadan işgal edilmiş topraklarını kurtarmak için çırpınan Filistinli mi?
Hangisi sizi memnun eder? Ya da neden sizi memnun etmek zorunda bu insanlar?
Olaylara bütün etkisi sosyal medya hesabından yazdığı birkaç satırdan ibaret olan birinin onaylamasına kim, neden ihtiyaç duysun?
Gönüllü Siyonizm elemanlarının açıktan katıldığı bir kavgaya dilinin ucuyla bile destek vermekten korkan birinin tanklara kafa tutan insanlara hangi dersi verebileceğini zannediyoruz acaba?
Gerek Suriyeliler ve gerekse Filistinliler yurtlarını, evlatlarını ve hürriyetlerini kaybetmiş insanlar, bir saldırı ya da harekât neye mal olur, hangi hesaba yarar, sonuç ne olur gibi hesaplamaları yapacak zamanı çoktan geçtiler. Sıkıştırılmış bir halkın bilinçli patlaması yaşanıyor oralarda.
Bize düşen anlamadığımız ve hakkında bilgimiz olmayan konularda ileri geri konuşmaktan kaçınmak olmalı. Hiç değilse dilimizden emin olmalı bu insanlar.
Eğer bir duruş sergilemek gerekirse ki duruşu olmayan yani yere gölgesi bile düşmeyen bir insan hatta bir ağaç ya da taş bile düşünülemez! Bizim duruşumuz mazlumların ve ezilenlerin yanı olmalı. Bütün değerleri yağmalanan insanların yanı olmalı. Ağaçların ve taşların konuşacağı günün umudundayız elbette.
Suriyeli ya da Filistinli tek tip insan olmadığını, her toplumda her çeşit davranışın ortaya konabildiğini unutmadan, bunların da normal insanlar ve halklar olduklarını hesaba katarak düşünmeli ve konuşmalıyız. Herhangi bir fabrikadan, otomatik makinalarla üretilmiş ve çok sert kalite kontrol standartlarından geçmiş bir ürün değil; Allah’ın her birini farklı fıtratlarla yarattığı ve her birine doğru ve yanlışı seçme yetisi verdiği, neticede bizim gibi varlıklarla karşı karşıya olduğumuzu unutmamalıyız.
Bir de köşeye sıkıştırıldığında en sevecen kedinin bile vahşi yanını ortaya koyarak üstümüze atlayabildiğini de unutmamalıyız.
Çocuğu kurşunlanıp sonra da ölünceye kadar tıbbi müdahale yapılmasına izin verilmeyen bir ortamda bir baba, bir kardeş, bir anne neler yapabilir diye düşünmek lazım.
Bir akşam ailecek muhabbetle oturup sıcak sohbetler ettiğiniz ortama bir bombanın düştüğünü hayal edebiliyor musunuz? Gülümseyerek elini size uzatan bebeğinizin parmaklarını molozların arasından toplamak nasıl bir duygu olabilir, tahmin edebilir misiniz?
Tabii mutedil olsunlar, adil davransınlar, savaş hukukuna uysunlar. Bence de yani bütün bunları yapsınlar ama bizim bunları söylememiz gerçekten hariçten gazel okumak olmuyor mu?