Almanya’nın Solingen kentinde 4 katlı binanın çatı katında çıkan yangında 29 yaşındaki baba, 28 yaşındaki anne, üç yaşındaki çocukları ve 5 aylık bebekleri yanarak hayatlarını kaybettiler. Bild Gazetesi’nde yer alan habere göre, uzmanlar tarafından savcılığa bildirilen raporda yangının bir kundaklama olduğu ifade edildi. Yıllar önce 29 Mayıs 1993 yılında yine Solingen kentinde bir Türk ailenin oturduğu ve aileden 5 kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan kundaklama sonrası, yine Solingen kentinde kundaklama olduğu iddia edilen yangında Türk aileden 4’ünün hayatını kaybetmesi yaşanan acıları tekrar ve tekrar hatırlattı. Daha önce de benzeri bir haber olan; Bir anne ile 7 çocuğunun cesedinin çıkarıldığı harabe yangın yerinden gurbetçilerin on yıllardır değişmeyen dramı çıkmıştı.
Ölüm acıdır ve can acıtır ama diri diri yanarak can vermek yürek yakar. Ateş ise, her ne kadar üzülsek de en çok düştüğü yeri yakar.
Hepimiz biliriz, ölüm bir dramdır ama bir anne 6 aylık yavrusunu kurtarmak için ateşlere dalmış ise ve sonra ona sarılmış olarak yanmışsa bu acının yakmayacağı yüreğe yürek denmez.
Yaklaşık 60 yıl önce çalışmak amacıyla Almanya’nın yolunu tutan gurbetçiler ilk kez ırkçı bir motivasyonla yapılmış saldırı ile 1982 yılında karşılaştı. 32 yıldır çeşitli kentlerde ve çaplarda yapılan Türklere yönelik saldırılarda şimdiye kadar 70’ın üzerinde Türk hayatını kaybetti, yüzlerce ev, işyeri, cami ve dernek zarar gördü.
Almanya’daki Türklerin kundaklama sonucu öldürüldüğü yönündeki şüpheler, Neonazi cinayetlerini tekrardan ve tekrardan yine akıllara getirdi.
Bilindiği üzere 2000-2006 yılları arasında 8 Türk’ün, gizli faaliyet yürüten “Nasyonal Sosyalist Yeraltı” (NSU) adlı Neonazi terör grubu tarafından öldürüldüğü ve Alman devletinin cinayetleri görmezden geldiği yıllar sonra ortaya çıkmış basın bunu net şekilde deşifre etmişti. Okuduk gördük.
Soruşturma kapsamında gözaltına alınan 5 kişiden 3’ünün serbest bırakılması ise kuşkuları artırmıştı.
Alman devletinin Neonazi cinayetleri konusunda ihmalkar davranması, Almanya’da başta Türkler olmak üzere yabancı kökenlilerin Alman güvenlik makamlarına duyduğu güveni özellikle o dönemde büyük ölçüde sarsmıştı.
Umarız bu son yangın bahsedildiği üzere ırkçı bir saldırı değildir. Zira bu ihtimal yürekleri bir kat daha ağır yakacak ve sadece bedenler değil bu defa yürekler acıdan kararacak…
Benzer saldırıların az da olsa Hollanda’da görülüyor olması ise bu ırkçılık hastalığının yaygınlığını göstermesi bakımından oldukça ilginçtir.
Almanya’da bu gibi felaketler yaşanırken Hollanda’da her şeyi bir yana bırakan bazıları ise Wilders’tan çektiğimiz yetmezmiş gibi, her ihtimali kullanarak yabancılara yönelik akla gelmedik iftira ve karalama kampanyaları ile adeta bu ırkçıların ekmeğine yağ sürüyorlar.
Yıpratmaya çalıştıkları kişilerin ortak özelliklerinin Türk kökenli olmaları bu kampanyanın sadece dürüstlük adına yapılmış bir propaganda olmadığını gösteriyor. Ayrıca vergi dairesi başta olmak üzere Hollanda İşsizlik Ödeneği Sosyal Yardım Takip Kuruluşu (UWV) ve en son da Eğitim Yürütme Hizmeti’nde (DUO) yaşanan ve Hollanda basınına yansıyan haberler biz Türkleri oldukça endişelendirmekte ve “biz bunlara ne yaptık da bireylerin yaptığını topluma mal ediyorlar?” sorusunu sürekli beynimize kazıyorlar.
Bakanlık izniyle PwC danışmanlık şirketinin araştırmasına göre 2012 ve 2023 yılları arasında yaklaşık 26 bin 800 öğrenciye kontrol amacıyla ev ziyareti gerçekleştirilmiş ve ziyaret sonras 10 bin’e yakın öğrenci, “öğrenci kredisi” dolandırıcılığıyla suçlanmış.
PwC soruşturması, algoritmaya dayalı sonuçların sağlam temellere dayanmadığı ve gerçekten de dolaylı ayrımcılığa yol açtığı sonucuna varmış. Ayrıca PwC, DUO yetkililerinin ayrımcılıkta bizzat rol oynadıklarını belirtierek, “Önyargı özellikle masa başı araştırmasında manuel ön seçimde ortaya çıktı” diyor ve ekliyor, “Sonuç olarak, müfettişler, örneğin, göçmen kökenli sakinlerin nispeten fazla olduğu mahallelerde daha fazla ev kontrolü yapıyorlardı.”
Konu ile ilgilenen Bakan ise, PwC araştırmasının sonuçlarını benimsediğini belirterek özür diledi ve şunları söyledi; “Özellikle, göçmen kökenli öğrenciler de dahil olmak üzere belirli gruplar için ev ziyaretinin orantısız riskinden dolayı özür dilerim.”
Bana göre özellikle dikkat çekmek isterim ki; Onlar biz Türklere saldırdıkça ve ayrımcılığın boyutlarını skandallara çevirdikçe bilmiyorlar ki biz daha çok okuyoruz, daha çok kenetleniyoruz ve daha da çok mesafeler kat ediyoruz.
Şüphesiz hidayet Allah’tandır ve iman kendisinden önce işlenmiş tüm günahları silen büyük bir olaydır. Biz de Allah bu tip insanlara hidayet versin demekten ve tüm gayretimizle örnek insan olmaya çalışmaktan başka ne yapabiliriz ki?