Bu gün sanki ocağıma ateş düştü. Çünkü yandaki kapı komşumun evi yanıyordu. Yanan kapı komşunun evi olunca, ister istemez yangının dumanını da, isini de ciğerlerinize kadar soluyorsunuz.
Uykudaydım! Saat gecenin 3:00’ün de kapımı döve döve ve zilimi ağlata ağlata kaldırdılar beni. Braaand, braaand (Yangııın, yangııın) diye sesler geliyordu kapıdan.
Bu dakikadan sonra ilk aklıma gelen, sevdiklerime ulaşabilmek için telefonumu yanıma almak ve bir an önce kendimi dışarıya atmaktı. Öyle de yaptım zaten. Telefonumu alıp, üzerime aldığım bir ceket ve ayakkabıyla hızla dışarıya attım kendimi. Ve her ne kadar bazılarına ulaşamasam da sevdiklerimi aradım o can havliyle. O andaki koşuşmaları ve çığlıkları duyacaktınız. Sonrası ise malum. Polis, itfaiye vs…yangını söndürme çalışmaları derken, aynı apartmanın sakinleri 3 saat kadar, (biraz da yağmur altında) dışarda beklemek zorunda kaldık.
İşte gazete baskıya girmezden bir kaç gün evvel ben bunları yaşayıp, dışarıda söndürme çalışmalarını beklerken, sık-sık, Van’daki depremde göçük altında kalanları ve yardım bekleyenleri hatırladım. Orada yaşananlar; oradakilerin çektikleri, ulaşabildikleri-ulaşamadıkları, sevindikleri-sevinemedikleri, sevdikleri- sevmedikleri.
Sevmek kavramı;
İnanın bana bu kelime çok ayrıcalıklıdır. Üzerine belki de bir ansiklopedi yazarsınız. Çok gizli ve ehemmiyetli cevherler barındırıyor içerisinde. Hele de ateş ocağa düşünce, bir daha başka manidar oluyor bu kelimenin anlamı.
Sevmek ya da sevebilmek! Arkadaşlık-dostluk, kardeşlik-vatanperverlik. Ne kadar önemli bir duygu bunları yaşamak ve yaşatmak biliyor musunuz?
Ama tabii vicdanlar pas tutmamışsa, kendinizi egoizmin pençesine bırakmamışsanız, sırtınızı Allah’a dönmemişseniz, Müslümanlığı Allah’sız yaşamıyorsanız, içinize şeytani nefisler dolmamışsa, dünya sizi de bütün güzelliği ve ihtişamıyla hakimiyeti altına almamışsa.
Var mı sevmek gibisi ya!
Sevmek ve sevebilmek. Bir dostu, bir arkadaşı, bir sırdaşı, bir kardeş gibi sevebilmek. Dahası; anayı, babayı, evladı, kardeşi bir de yari sevebilmek. Hepsinden daha da önemlisi Yunus’un deyimiyle, “Yaradılanı yaratandan ötürü sevmek”.
Örneklendirecek olursak mesela; öyle mi oldu Van’daki depremde?
Kendini bilen veya bilmeyen, sözüm ona ünlü veya ünsüzlerin abuk-subuk konuşmaları…
Olabilir! Belki de Yüce Yaratan’ın bir tecellisiyde orada ki yaşananlar. Ama bizlere düşen, “Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” diyerek yara sarmak mı? Yoksa, “Bırakın daha beter olsunlar diyerek” ırkçı bir anlayışla kin gütmek mi?
Unutmayalım! Müslüman kindar olmaz, dindar olur!
Zira Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) yaşamına biraz bakınca işin doğrusunu ve ehemmiyetini ziyadesiyle zaten anlayacağız. Ve diyeceğiz ki: Acaba Peygamber (s.a.v) olsaydı oradakiler için ne düşünürdü? Neler yapardı?
Bakın, demek istediğimi anladınız işte. Taif’i hatırladınız birden değil mi? Taif’te kendisine zülmeden halkın helak olacağını ve lanetini hatırlatan Cebrail’e (a.s) , “Ben lanet peygamberi değil, rahmet peygamberiyim” deyişini ve bu helaka mani oluşunu hatırladınız. Ya da Hz. İbrahim’in, Allah’ın nimetini bir ateşpereste vermeyişini ve rüyasında Allah (c.c) tarafından, “Ben onun ateşperet olduğunu bilmiyor muydum da şimdiye kadar yedirdim, içirdim, giydirdim. Neden benim nimetlerimi benden habersiz ondan esirgedin” deyişini hatırladınız…
Umarım bu yazdıklarımdan okuyan herkes bir şeyler anlar. Anlarlar da birbirlerini evvela Allah rızası için daha çok severler. Severler de birbirlerine girmezler, birbirlerini dövmezler, birbirlerine sövmezler, birbirlerini vurmazlar. Birbirlerinin haklarını yemezler. Kendi elleriyle kendilerini ateşe atmazlar. Ellerini şöyle bir ateşe uzatırlar da, o acıya dayanabilecekleri kadar günah işlerler. Cennet ve cehennem boşuna yaratılmadı keza.
Bendeniz de ateşi yakından gördüm ya bu yangınla, ondan diyorum zaten. Ondan diyorum, yüze karşı Müslüman gibi yaşayıp arkadan işler çevirmeyin diye. En kötüsü de bu ya; riyakarlık, sahtekarlık, düzenbazlık. Boşuna demiyor Hz Mevlana, “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diye.
Unutmayalım! Bu demeler boşuna değildir. Sevip sevilmek varken dövüşmek niye olsun? Beş kuruşluk dünya için değer mi ya ?
Değmez elbette, değmez de, Tabii bütün bu anlattıklarım birer vicdan meselesi. Ayakkabı köselesi değil yani! Vicdanlarını ayaklarındaki köselenin altına alanlar duymayacaklar beni ya da bizleri.
Onlar; gülmelerine, lakırdılarına, takırdılarına, zevk-i sefalarına, eğlencelerine hiç bir şey olmamış gibi devam ederler elbette. Bilmezler ki o ateş bir gün kendilerinin kapısını da çalar. Gerek bu dünya da, gerek se ahir zamanda. Ne diyelim. Biz görevimizi yapalım da. Devamında, “Mevlam neyler, neyler se güzel eyler”
Vesselam,