PIKNIK

Başka söze ne hacet!

Yayınlama: 26.12.2013
A+
A-

O tartışma ki bir aydan fazla Türkiye’nin gündemini kasıp kavurdu. O tartışma ki kamuoyunun bir kısmı ‘Bu dershaneler neden alel acele kapatılıyor?’ derken, bir kısmı da Başbakan Erdoğan’ın yıllar önce dile getirdiği argümanlar üzerinden kapatılmayı destekleyen haberler yapmaya devam etti… Ve sonrasından yapılan operasyonlar, kasetler, manşetler,… Vesaire, vesaire. 

Uzun yazacağımı affınıza ve sabrınıza sığınarak şimdiden söylemek istiyorum…

Bilmiyorum hatırlar mısınız Ömer Seyfettin’in şu  ünlü Diyet hikayesini. İşte evvela onunla başlamak istiyorum.

 “İşlemediğ ve alakası olmadığı bir hırsızlık olayında suçu, ustalığı ile nam salmış ve demircilik yapan Koca Ali adında birinin üzerine atarlar. Ve cezaya çarptırırlar Koca Ali’yi. Cezası çok ağırdır, zira ‘kolu kesilecektir’ Koca Ali’nin. Mahalleli ve askeri süvariler kılıçlarını neredeyse bedavaya O’na bileylettirdiklerinden hep beraber seferber olurlar ve yörenin zengin bir kasabı olan Hacı Mehmet’i Koca Ali’nin kolunun diyetini ödemeye ikna ederler. Ve kolun diyetini öder Hacı Mehmet. Koca Ali hesapta kurtulmuş gibi gözükse de bu diyet işi aslında onun mahkumiyetinin başlangıcı olur. Hacı Mehmet, Koca Ali’nin kolunu kurtarmak için verdiğinin karşılığı misliyle geri almak niyetindedir. Koca Ali’yi kölesi gibi çalıştırır, bütün işlerini ona gördürür, dinlenmesine dahi izin vermez. Koca Ali’nin alnından ter, sırtından yük eksik olmaz. Hacı Mehmet’in Koca Ali’ye sürekli ”Ben kolunun diyetini vermeseydim, sen çolak kalacaktın. Hizmet et, durma, uyuşuk, tembel” gibi sözleri Koca Ali’nin çok ağırına  gitmektedir. Ne yapsa memnun edemez Hacı Mehmet’i, ne yapsa kurtulamaz ‘borcu’nun yüzüne vurulmasından, başına kakılmasından. Bir gün, iki gün; üç hafta, beş hafta derken… Gün gelir sabır taşı çatlar ve düşünmeye başlar Koca Ali…Ve günlerden bir gün… Kasaptaki koyunların etlerini kesmek için kullandığı baltalardan birini bileyleme işlemini yapmak için eline aldığında aniden Kasap Hacı Mehmet çıkagelip te, “Sen neden boş duruyorsun tembel.” diye bağırmaya başlamaz mı. Koca Ali artık dayanamaz. Sağ eline aldığı baltayı kaldırır. Sol kolunuda etleri parçaladığı kütüğün üstüne koyar ve Hacı Mehmet’in ödediği diyet sayesinde kurtulan sol kolunu tek hamlede keser kopartır. Hacı Mehmet şaşırmış ve küçük dilini yutacak dereceye gelmiştir. Koca Ali ise kopardığı kolu Hacı Mehmet’in önüne atar ve şu kelimeler dökülür dilinden: “Al şu diyetini ödediğin kolumu.”

Hikaye bu ya, şimdi her yöne çekilir. Bazen de zaten çekilsin diye yazılır… Ancak işin aslını mutlaka Allah bilir.

Nasıl bir savaştır bu böyle ya! Bir dershanedir tutturuldu taaa nerelere geldik…







Kin, nefret, nifak, planlar, operasyonlar, iç ve dış mihrakların oyunları.

Nedir bu böyle Allah aşkına?

İnanın bana bütün bu olanların içerisinde her şeyi anlamaya çalışıyorum ancak bir zamanlar yüzüne bakılmayanların o ekranlarda bir anda ‘en ulvi’ dost kesilmeleri yok mu?

İşte bunu kendime yediremiyorum.







El ele, kol kola neredeyse nikah masasına.

Aklım almıyor ya.

Midem kaldırmıyor.

Diyecek kelime bulamıyorum. Dilim tutuluyor, bir şey diyemiyorum.

Zaten dememize de gerek yok.

Adamlar diyor ya ha keza, “Düşmanımın düşmanı benim dostumdur” diye.

Başka söze ne hacet…

Vaay be! “Gerekirse mezardakiler bile oy kullansın” dan buralara gelmek…

İnanın bana az düşünmedim bu satırları yazarken. “Olur da birilerinin hakkına girersem” diye az didinmedim kendimle. Olur da saygıdan kusur ederiz diye kaç sefer oturdum şu bilgisayarın başına da, kaç sefer sildim-sildim yeniden yazdım şu satırları inanın hatırlamıyorum.

Taaaa ki aşağıdaki şu iki isim şu iki yazıyı kaleme alıncaya kadar.

Hizmet hareketinin sevilen isimlerden olan Prof. Dr. Ahmet Akgündüz konu ile alakalı kaleme aldığı yazılarında her ne kadar iki tarafa seslense de, hizmet kanadına daha detaylı uyarılarda bulunuyordu. Yaşanan dershane tartışmalarının büyük bir oyun olduğunu vurgulayan Hoca, dış mihrakların bu olaya çok sevindiğini belirterek, “Eğer ehl-i iman ve bu vatanı seven insanlar, nazlanarak yahut dış ve iç mihrakların tahriklerine kapılarak birbirlerine düşerlerse, Yüce Allah bu konuda Müslümanları açıkça tehdit etmektedir.” diyerek Kur’an-ı Kerim’in şu ayetlerine dikat çekiyordu: “De ki; O, size üstünüzden ya da ayaklarınızın altından azap göndermeye veya sizleri düşman gruplara ayırarak size birbirinizin hıncını, birbirinizin terörünü, acısını tattırmaya kâdirdir.” En’am Suresi… “İman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir) Asr Suresi.

Hizmetin önemli yayın organlarından biri olan Zaman’da yazan Leyla İpekçi Gülen grubuna ve Zaman Gazetesi’ne sert eleştiriler yönelttiği ‘Yar yüzüne bakarken’ başlıklı yazısında, “Nefret ederek hak aramak bizi adaletli davranmaktan uzağa düşürüyorsa“… diyerek, nefret eden yüzlere artık bakamadığını vurgulayıp uzun süredir yazdığı gazetesi ile yollarını şu son sözleriyle ayırıyordu:

“Nefret ederek hak aramak bizi adaletli davranmaktan uzağa düşürüyorsa…Hak arama hakkımızı nefretin yayılmasını engellemekten öteye koymaya başlamışsak… Her şeyi bu uğurda kırıp döküyorsak… Hakikat üzere ittifak etme gayretimiz nefsin sınırlı terimlerine hapsolmuşsa… Hakka giden yolu tıkayan ‘İsmail’lerimizi bir bir kurban etmemiz gerekiyor olabilir… Nefret eden yüzlere bakamıyorum ne zamandır. Yüzümüz Hakkı temsil ettiğinin şuurunu yitirmiş sanki. Birbirinden nefret edenler, kalp katliamı yaptıklarını fark edemez haldeler. Nefret ettiğimiz sürece kalbimizdeki nur parıldamıyor. Yüzleri aydınlatamıyor. Benden buraya kadar. Hakkınızı helal edin ”

Ne diyelim; ‘Neyin ne kadar helal olduğunu’, ‘Hakkın nasıl aranması gerektiğini’ asilzadeler daha iyi bilirler elbette. Zira nasihat bizim ne haddimize.

Ancak illaki bir nasihat gerekirse işte onu da Karacaoğlan’dan dinlemek gerekir diye düşünüyorum. Öyle bir nasihat etmişti ki şair…Kendini bilmezlere, haddini aşanlara, günaha koşanlara, dostunu satanlara, yüksekten atanlara, kötüye satanlara …vs, vs

NASİHAT

Dinle sana bir nasihat edeyim
Hatırdan gönülden geçici olma
Yiğidin başına bir iş gelince
O’nu yad ellere açıcı olma.

Mecliste arif ol kelamı dinle
El iki söylerse sen bir söyle
Elinden geldiğince eylik eyle
Hatıra dokunup yıkıcı olma.

Dokunur hatıra kendisin bilmez
Asilzadelerden hiç kemlik olmaz
Sen iylik etde o zayi olmaz
Darılıpta başa kakıcı olma.

El arifdir yoklar senin bendini
Dağıtırlar tuzağını fendini
Alçaklarda otur gözet kendini
Katiyen yükseklerden uçucu olma.

Karacaoğlan söyler sözün başarır
Aşkın deryasını boydan aşırır
Seni bir mecliste hacil düşürür
Kötülere konup göçücü olma.

VE EN GÜZEL ADIM

Ben yazımı gazeteme gönderdiğim sıralarda cemaatin en yakın isimlerinden olan Hüseyin Gülerce’nin yeni yazısı yayımlanmıştı. Gülerce’nin ‘Bu yangın söndürülebilir mi?’ başlıklı yazısını mutlaka okumanızı salık veririm. Benim şahsen çok ama çok hoşuma gitti. Yazısında, “İnsanlar telefon açıyorlar, önünüzü kesiyorlar. “Ne olur bir şeyler yapın. Bize ne oldu? 40 yıllık çileler, sıkıntılar, omuz omuza yürümeler, tam da düze çıkıyor iken bize ne oldu? Ne olur seyretmeyin, ne olur, Allah aşkına bir şeyler yapın” diye gözyaşlarıyla feryat edenler var” diyen Gülerce ilk adımı da kendisinin Ak Parti’ye oy vererek atacağını söylüyordu sanki. Mevlam neyler, neylerse güzel eyler. Haydin hayırlısı…

Vesselam,

Simytech     Sifa