Böyle cennet olur mu?

Yayınlama: 18.07.2019
A+
A-

Vallaha ben de bilmiyorum olur mu? Yazının devamında bu sorunun cevabını daha iyi anlayacağız galiba.

Yeryüzü Allah’ın insana bir emanetidir. Bu emanetin doğal denge çerçevesinde korunması, geliştirilmesi ve imar edilmesi ise zaruridir.







Yeryüzünü bitki örtüsü ve bütün canlılarıyla insana emanet eden Yüce Allah ise, elbette insandan bu nimetlerden usulünce yararlanmasını ve korumasını da istemiştir.







 

Dikkatinizi çekerim KO – RU – MA – SI – NI !…

 

Bir dikkat daha!

 

Ahiret gününde hesaba çekileceğimiz ağır yüklerin başında kul haklarının yanısıra; bize emanet edilmiş canlıların hakları da gelmektedir. Bu anlamda çevre kirliliği de başta gelen kul haklarındandır diyebilir miyiz acaba?

 

Deriz elbette!

 

Neden denmesin ki?

Zira gelecek kuşaklar da dahil olmak üzere, insanların istifade etmesi gereken nimetlerin yok edilmesi, bana göre kul hakkının ihlalinin önde gelenidir. Her hak ihlali ise ahirete taşınan ve orada hesabı verilecek olan ağır bir yüktür. Toprak, su, hava ve ateş; her canlının muhtaç olduğu temel unsurlardır. Bunlar olmadan canlılar yaşayamaz. Bunlara verilecek zarar ve hasarlar, hayatı bunlara bağlı olan başta insan olmak üzere, bütün mahlukatın hakkına teceavüz demektir.

Bir ayet-i kerimede yüce Allah şöyle buyurur; “İnsanlardan öyleleri vardır ki, iş başına gelince yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip, nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez” (Bakara – 205)

Allah’ın sanatı dengeli, kusursuz ve çok mükemmeldir. Bu dengeyi bozucu faaliyetlerin hepsi hak ihlalidir. Yeryüzünde yaşayan mahlukat içinde insanın dışında bu dengeyi ve nizamı bozan başka bir canlı var mıdır?

Maalesef yoktur.

 

Toprağın, havanın ve suyun sanayi atıkları ve şehir çöpleri yüzünden kirlenmesi, bitki örtüsü ve denizlerin zehirlenip yok olması, insanlara yararlı bir çok hayvan türünün giderek yok edilmesi, insanların sağlığımızı hiçe sayarak gelip geçtikleri yollara, altında gölgelendikleri ağaçların dibine, su kenarlarına, mahalle aralarına büyük ve küçük abdest bozması ve buna bağlı olarak çeşitli hastalık türlerinin ortaya çıkması, ormanların yakılarak yok edilmesi, doğal kaynakların aşırı ve bilinçsizce kullanılması, erozyon ve çölleşmenin önlenememesi, eksoz gazı artıkları, küresel ısınmanı artması, iklimlerin değişmesi ve nihayetinde ozon tabakasının

delinmesi…

 

İşte bütün bunlar; insanın, bulunduğu çevreyi atıklarla doldurup, yaşanmaz hale getirerek bindiği dalı kesmesinden başka bir şey değildir. Bir başka anlamda bu vaka, dolaylı olarak intiharın ta kendisidir. Oysa çevre mevcut olan tüm değerleriyle korunması gereken bir bütün değil midir?

 

Yazık!

 

Yüce yaratanın bütün ikazlarına rağmen, tabiat için koyduğu dengeyi bozan insanoğlu, maalesef önce kendini kirletmiş (günah işlemiş) sonra da çevresini mahvetmiştir. Dünyayı adeta yaşanmaz hale getirmiştir. Çevreyi gelecek kuşakları düşünmeden hep kısa vadeli emeller için kullanıp, bu yönde sürdürülen tahribatla, felaketi de beraberinde getirmiştir.

 

İnek, kendi sütüne su; arı, kendi balına şeker katmasını bilemezdi. Bunları meydana getiren hep insanoğlunun sinsi ve kurnaz emelleridir.

O halde şunu da rahatlıkla söyleyebiliriz zannederim. Kişi, çevreyi arındırmadan önce kendini arındırmalıdır. Mülkiyetin esas sahibi sırayla önce ‘Allah’, sonra ‘toplum’, sonra da ‘kişi’dir.

Dinimiz İslam çevrenin güzelleştirilmesini, özellikle de yeşillendirilmesini ibadet kapsamında değerlendirmektedir. Peygamberimiz (s.a.v) bir hadislerinde, “Bir müslüman ağaç diker, ya da ekin ekerde, ondan; insan, kuş veya bir hayvan yerse bütün bunlar onun için sadaka yerine geçer” buyurmuştur. Bir başka hadislerinde ise, “Kıyametin kopacağını bilsende elindeki fidanı dikmelisin” şeklinde buyurmuşlardır.

 

Ayrıca atalarımızın “Yaş kesen baş keser” vecizini de unutmamak lazım…

Lazım da… Her nedense bırakın yaş kesmeyi, insanlık bu zamanda kana doymuyor. Kaldı ki ağaçlardan, yeşillikten bahsedelim. Halbuki müslüman tertip-düzen ve temizliği ile kendini göstermelidir. Giyim-kuşamında, evinde, işinde ve çevre ile olan ilişkilerinde temiz, tertipli ve imtiyazlı olmalıdır.

 

Çevre duyarlılığı ve kültürü, yeşil tutkunluğu, temizlik hassasiyeti herkesten çok müslümana yakışır oysa.

O halde biz müslümanlar tabiata, toprağa iyi muameleye mecbur değil miyiz?

 

Onu bize Allah’ın bir nimeti ve emaneti olarak kabul ederek; sorumluluk hissetmemiz gerek miyor mu?

 

Kaldı ki vatan ve toprak bizim kültürümüzde kutsaldır değil midir?

Kutsal olduğu gibi, biz vatanı aynı zamanda cennet olarakta nitelendiririz değil

mi?

 

Peki siz hiç; yeşili olmayan, pislenmiş, dağıtılmış ve dahi kuşları ötmeyen cennet duydunuz mu?

Duymadınız değil mi?

 

O halde sorumluluklarımızı üzerimize alalım. Kaldı ki çevre sorunu artık mahalli, yöresel ve bölgesel değil evrensel bir boyut kazanmıştır. Çevre hepimize yüce Rab’bimizin bir armağanı ve hayatımızı idame ettirdiğimiz bir yer olduğuna göre, ona zarar verenleri durdurmakta tüm insanlığın görevi olmalıdır.

 

Nerede ve nasıl yaşamak isteriz?

 

Yeşille, toprakla dost ve kardeş olarak yaşamayı mı? Yoksa masmavi göğü kirletip, yeşilleri kurutup, ağaçları kesip, tabii çevreyi ve ekolojik dengeyi bozarak, hayatımızı karartmayı mı isteriz ?

Bu kararı acilen vermek durumundayız…

 

Hele de Anavatan’a yapacağımız şu izin döneminde. Temizlik ve trafik başta olmak üzere bütün kurallarına neredeyse harfiyen riayat ettiğimiz Avrupa’dan Anavatan Türkiye’ye yolculuk esnasında ve orada!…

Ya hakkaten halen anlayabilmiş değilim.

 

İnsan kendi vatanına girince neden bir anda öyle değişir ve kurallaraı çiğnemeye başlar ki?

Biri bunu bana izah edebilir mi acaba?

Vesselam,

Simytech     Sifa