Yasak Aşk Bölüm 8

Yayınlama: 27.03.2023
A+
A-

Ölümle pençeleşen Tayyar Bey bir kez daha hayat mücadelesi veriyordu.

Tufan devam ediyor,







Maria’ya, ’’babamı görebilir miyim?’’ dedim. Maria,’’olmaz. İçerde ameliyat var şu an. Sorumlu cerrah, bize bilgi verecektir. Sakin ol biraz, bak ailen perişan, güçlü ol, onları teselli et, toparlanmalısın’’ dedi.







Lavaboda elimi yüzümü yıkadım, dışarı çıktım, baktım elinde kahve, beni bekliyor. Samimi bir dost, yıllarca arkadaşlık yapmışız, gibi davranıyordu. Kahveyi içerken, bana moral vermek için, birazcık espri kokan, muhabbetleri, mübala etmeden, tatlı, tatlı konuşuyordu. Ben gerçekten samimi söylüyorum, dünya ile, ilişkim kesiliyordu. Annemin yanına gittim. Elini tuttum sarıldım. Abim geldi, kardeşim geldi sarıldık yumak gibi anamıza. Ve ’’Ne olursa olsun, beni sevmesin ama! O benim babam… Atam beni bu boya getirip okutup adam eden babam’’ diyerek yürekten hayata dönmesi için dualar ediyorduk. Biz ağlaşırken yoğun bakım odasından doktor ve asistanları çıktı. Kardeşlerimle koştuk, ben hemen atıldım, ’’babam yaşıyor mu?’’ diyerek telaş ile sordum? Doktor elini omuzuma attı, ’’siz Tufan mısınız?’’ diyerek sordu?  “evet’’ dedim. Doktor, ’’ben babanızın doktoruyum. Bir yıl oldu himayemde tedavilerimizin, en modern olanını ve hastalığını 100/100 ciddi bir kontrole aldık, yetinmedim İngiltere’den, profesör bir arkadaş 1 hafta araştırmalarını, yaptı. Maalesef kalbine giden yolda, yoğun pıhtılaşma oluşmuş. Ben aylar önce,vakkum ile alalım kurtul” dedim ama kabul etmedi. Üstelik elimi İncil’in üzerine koydurarak yemin ettirdi, ’’katiyen ailemden hiçbir ferdin asla haberi olmayacak’’ dedi.

Ben,’’bunu nasıl kabul edersiniz? Babamın yaşaması mevzu bahis nasıl yaparsınız’’ diyerek kızgınlık ile sordum?

Doktor, ’Tufan Bey “aksi takdirde gelmem tedaviye yazarım bir dilekçe beni tedavi etmiyor derim. Zaten öleceğimi biliyorum. Sen sormadan ben söyleyeyim: bize memlekette………derler. Hollanda’da şükür çevremiz hatırlıdır. Benim ailem beni hep güçlü, koca bir kartal gördüler. Heybetim, otoritem, sert yapım sadece ailemin örflerimiz, aile kurallarımız, yaşam tarzımız bozulmasın istiyorum. Biz atadan bugüne kadar, bu kurallar ile yaşadık.

Asırlardır yürüyen geleneği bozdu. Asla affetmeyeceğim’’ dedi.

Ve elindeki zarfı bana uzatırken, “yine de bu anlattıklarımı benden duymuş olmayın lütfen, mesleğimden olurum babanız ile aramızda Jale hemşiremiz bize tercümanlık yaptı. Babanız şimdi baygın ayılınca gidin yanına elini tutun” diyerek elimi sıkarken “elimizden geleni yaptık, ama zamanımız az” dedi üzgün bir halde gitti.

***

Maria’nın gözlerine baktım, bana baktı, ilk defa ellerimi tutuyordu! Heyecanlandım. Bir an kalbim ısındı.

Bir anda Bilana yanımızda belirmez mi. İkimizde fark etmemiştik. Maria ellerini çekerek, ’’tekrar geçmiş olsun biz zaten ilgileniyoruz’’ diyerek, telaş ile gitti! Bilana gözlerime gözlerime çöl kaplanı gibi bakarak, ’’rahatsız etmedim umarım’’ diyerek ağır bir sözle sitemini belirtmişti. Ben,’’Bilana şu an tartışacak halim yok, babam çok ağır hasta. Üstelik elimi senin anlamak istediğin anlamda tutmadı’’ diyerek zaten üzgündüm biraz sert çıkıştım. Ve devam ederek, ’’sen yanımda olmalısın, mümkünse sakince çok ihtiyacım var’’ dedim.  O sırada hemşire geldi sakin bir ses ile, ’’ Tufan Bey babanız ayıldı ama lütfen sakin olun. Babanız çok kritik durumda ben doktorumuza haber vereyim’’ dedi.

***

Plastik elbiseyi giydim maskeyi taktım yoğun bakım odasına girdim. Babamın elleri kolları bedeninde bir sürü aletlere bağlıydı. Kalbime sanki, kocaman bir hançer saplandı. Babam yatıyordu. Benim ayaklarım titriyordu. Babamdan hala korkuyordum. Korku üzüntü yıkılmamak için, kapıya tutundum. Durdum bir an, karyoladan sarkan eli ile yavaşça gel işareti yaptı. Çok heyecanlandım. Yürüdüm yanına, yüzüme baktı ve  yavaş yavaş kısık bir sesle, ’’yurum ne diyim. Maria’nın senin hikayenden habarım çok soradan oluk. Maria’nın babası Türk’müş ben bunları çok soradan duyukum. Bu gelenek silinmeyik. Bu birliktelik olmuyıktı. Ben öyle görüküm.  Öyle  biliyim, öyle yaşadım. Bana çok kızıksın biliyim.  Jale hemşire  bana her şeyi anlattı. Ama ne edim yurum biz kez karar verikim başka bir şey gelmiy elimden. Sana hak versem de olmayıktı.’’dedi.

Sandalyeyi aldım oturdum yanına, yutkunamıyordum. Baktık birbirimizin gözlerine uzattı elini bana hemen tuttum elini heyecanla öptüm. Ben, ’’babam! baba! babam yorma kendini, ben sözünden çıkmadım senin. bitti cahillik ettim babam’’ dedim.  Babam, ’’hadi” diyerek, ’’ ben biliyim yumrum biliyim’’ dedi. Ve devam etti, ’’haydi anana kardeşlerine seslen hele’’ dedi.  Ellerinden öptüm mutlu olmuştum ama garip bir hüzün vardı içimde. Annemle kardeşlerimle konuştu, torunlarınla konuştu.

Babamla barıştığımıza annem kardeşlerim çok sevindiler. Kaynaştık bir an sonra annemle helalleşti. Derin, derin baktı anneme “kıyamadığım kar çiçeğim, özü sözü bir, sadakatli, kanaatkâr hayat arkadaşım” derken babamın gözleri dolmuştu. Annem eğildi elini öptü, ’’iki cihanda erim ahirim, zahirim ben senden çok memnun kaldım’’ derken, saçlarını okşadı babamın.

Annem yutkunmakta zorluk çekiyordu. Babam kardeşlerimle helalleşti.  Herkes bir kenara çekilmişti. Annem ve ben başındaydık. Babam, “Tufan dedi” kısık bir sesle. Tuttum elini, annem için için ağlıyordu. Ben, ’’babam yanındayım” dedim, elini sıktım iki elimle. Başını yavaşça çevirdi, ’’yurum hakkını helal edesin Tufan’ım’’ dedi.

Babamın eli birden buz gibi olmuştu. Gözleri kapandı yüzü sarardı. Gözlerimi babamdan alamıyordum. Etrafımda annemin çığlıklarını yengelerim, abilerimin ağlamalarını duymuyordum. Babamın eli elimdeydi ve kaskatı olmuştu. Kocaman bir ömürde ‘yurum’ dan öte adımı seslenmeyen babam bana “Tufan’ım demişti. Hayatımızı karartan, beni uyuşturucu çukurunda beş sene süründüren, sevdiklerimi, iş hayatımı her şeyimi baba ocağımı kaybettiğim gece. Maria’nın “bitti” dediği sabah kahvaltısı, hepsi bir bir gözlerimde canlandı. Tekrar yaşadım. Ayıktığımda babamın elini elimden ayırıyordu erkek hemşire! Ağlamıyor! Ağlayamıyordum. Taş gibi olmuştum. Çevremle ilişkim kesilmiş gibiydi.

Babamı morga bıraktık ve eve geldik. Dolup taşmıştı her yer. Eve giremiyordum ayaklarım gitmiyordu. Hava artık serinliyordu. Bir arkadaşım vardı, adı Hamit. Ne gariptir ki biz Hamit ile Ramazan’dan, Ramazan’a arkadaş oluyorduk. Öyle böyle değil. Teravilere gitmeler, nasihat dinlemelere gitmek, sahuru bile bazen beraber yiyorduk. İftarlar zaten iki bekar bazen dalıyorduk restoranlara. Çok cömert mert adam gibi adamdı. Baktım elinde ceketle bana doğru yaklaştı yanımdaki. İçeri girmem için bana ısrar eden, konu komşuya iri cüssesi pala bıyıkları, bir doksan boyu Adanalı Hamit. Babası annesini çok sevince evlenince hanımının memleketine taşınmış, hanımı Gaziantepliymiş ama, gocunmazdı esprilerimize Hamit. Neyse yavaştan daldı komşuların içinden yanıma, başladı, ’’sevgili komşularımız, acımız taze mevta sahiplerini üzmeyelim taziyelerinizi anneye diğer abilere sununuz. Tufan bey acısından kaynaklanan rahatsızlığı nedeni ile biraz dinlenecek yemek arka bahçede açık büfe dualarınızı eksik etmeyin hadi siz buyurun arka bahçeye’’ diyerek beni bahçe de tenhaya aldı. Ceketi omuzlarıma attı, ’’hayat mevsim gibidir. Kardeşim yaprak dökümü gibi, birileri doğarken hayata, birileri yüce Allah’ın emri ile, hayata veda eder. İşin zoru o. Gerçek güzel bir hayata giderken, bizler çok üzülür özleriz. Ben seni anlıyorum kardeşim. Ama bak hayat devam ediyor. Biz babalarımızdan neler beklemiş isek, ailemiz de bizden onu bekliyor. Bekleyecek ta ki bize de emri vaki olana kadar’’ derken ben ağladığımı fark ettim.  Bu güzel muhabbet sonrası babamı memlekete götürdük, yerleştirdik Mevlüt, okundu yemekler yendi. Ben dağılmıştım. Kalktım bindim babamın arabasına, çok severdi. Oturdum içine kaç saat oturduğumu bilmiyorum bu araba da, ne anılarımız olmuştu. Artık iyice kötüleşince başladım hüngür hüngür ağlamaya. İndim arabadan annem karşımda! Sarıldım anama: ağladım, ağladım, ağladım.  Sabah yeni bir hayat başlıyordu. Annem yalnız kalmıştı. Ev mülkümüzdü. Babam ilk beş yılda ev almıştı. Biz küçüktük. Bilana çok isteyince anneme taşındık. Çok iyi olmuştu. Onur anneme iyi gelmişti. Okula götürüyor, yemek yediriyor, çok ilgileniyordu. Benim içim çok rahattı.

Fakat Bilana ile sanki gün be gün uzaklaşıyorduk. Son zamanlarda Maria ile sık sık karşılaşmamız ve bizi el ele gördüğü günden aylar geçmesine rağmen evde soğuk hava esmeye devam ediyordu. Bir akşam Bilana ile soğuk soğuk cümlelerden, yüzündeki suçlama ifadesin den iyice sıkılmıştım, anneme, ’’anacım ben çıkıp hava alacağım, bir isteğin var mı’’ diyerek sordum? Sonra döndüm “eve bir şey lazım mı?’’ diye sorarak Bil ana’ya duyurdum. Ses gelmeyince, kapıyı çarptım bir öfke ile çıktım.

Yürüye, yürüye kendimi sahilde buldum. Yürürken neler neler düşündüm ki sahile nasıl geldiğimi anlamadım. Denize baktım uzun, uzun yaktım. Bir sigara tam o sırada, yanımda genç ben akranlar, bir bayan. Amsterdam da bunlar normaldir. Aldırmadım, ’’bir çakmağınız var mı?’’ diyerek sordu? Verdim baktım iki dakika da sardı sigarasını ve derin, derin çekti. Dumanı savurduktan sonra bana baktı. Ve uzattı sigarasından bana, şöyle bir baktım sigaraya bir bilse benim böyle bir gecede savrulduğumu. Yıllarca sevdiklerimden uzak mutsuz yaşadığımı. Gözlerimin önünden film gibi bir anda aktı hayatım

Başımı iki yana salladım. İçti sigarasını kafayı buldu, denize bakıyordu hafiften başını çevirdi bana, ’’sevdiklerini kayıp etmeden, onlara sıkı, sıkı sarıl’’ dedi…

Bilmiyordu, benim neler yaşadığımı, neleri kaybettiğimi. Dağılmış ve hala dağınık hayatımı ne bilsin, ’’başımı olur anlamında öne eğdim. Tebessüm etti, ’’ben seni tanıyorum senin düğününe gelmiştik. Babam, ’’Gaziantepli Tayyar Beyin oğlu evleniyormuş, dükkâna çağrı bırakmışlar, güzel düğün olacaktır tabi ki. Zengin adamlar’’ demişti. ’’ bizde biz de bu mana ile senin düğününe gelmiş olduk. Bak istersen yaparım sana torpilli bir sigara tanıdık çıktık. Kurttan korkan darı ekmez’’ dedi. Arslan gibi yüreği vardı kızın.

Ben onu incitmemek için dikkat ederek, ’’sağ ol zamanında çok kullandım, sen dedin ya. “Sıkı, sıkı sarıl sevdiklerine” İşte ben sarılmadan ellerimden köpük misal kayıp gittiler. Şimdi hesap soranların hangisinin mahkemesinde bana açtıktıkları, manevi davalarında, kendimi nasıl müdafaa edeceğimi düşüne düşüne kendimi denizin karşısında buldum. Ah be bacım! Herkesin kaderi ayrı bir senaryo değil mi’’ dedim. Başında ki kapüşonu arkaya iterek, elindeki sigarayı uzatırken, ’’hadi! çek iki duman dertleşiyoruz şurada. Bak kahvemde var” dedi. Çok uzun zamandır bu sigaranın kokusunu bile unutmuştum. Sigarayı elime aldım bir an sanki dünya durdu. Kıza baktım sanki, Maria’yı gördüm. Zaten benim hayatımın başlangıcı da sonu da Maria değil miydi?  Sigarayı geri uzatırken, ’’arkadaşlık dostluk için neden kahvenin kırk yıl hatırı varken, şu koca okyanusun haşmetini, görmezden geliriz. Bak ay vurmuş denize, yıldızlar yağmış denize. Koca okyanusu nasıl romantik bir tabloya dönüştürüyor.   Sahile vuran beyaz köpüklerin hırçın hırçın sahili dövmesini nasıl görmez den geliriz de bu uyuşturucunun tuzağına düşerek hem hayattan hem de sevdiklerimizden kopuyoruz!

Kaybediyoruz onları. Bak güzel kız. Her ne kaderdir, bilinmez seninle şurada tanıştık, dertleştik. Ben her çeşit hangi cins uyuşturucu dersen aldım. Büyük zaafımın bedelini çok acılar çekerek ödedim. Senin yaşında başladım üç yılda artık a sosyal işe yaramaz bir insan olarak, her şeyimi aşkımı savunamadım. Koruyamadım. Sahip çıkamadım. Hiç farkında olamadan çaresizliğimden, çaresizliğime sığınmışım. Gerçeklerden kaçarak mutlu olamayız. Kendimizle yüzleşerek, yaşamla savaşmalıydım. Uyuşturucu ile yalancı hayal dünyasında, bir saat mutlu olmak, gerçeklerden korkmak ileriye dönük yalnızlığa teslim olmak değil midir? Ve yaşlılığımızda el ayak tutmayacak. Velhasıl yaşayacak isek adam gibi neden yaşamayalım. Belki Allah beni sana ibret gönderdi’’ dedim.

Adını bile bilmediğim bu kızcağız sessiz sessiz ağlıyordu.’’ Benim kimsem yok abi’’ dedi. Ve devam etti, “Sıkılmazsan anlatırım’’  ’’anlat hadi bakalım ama bir tas kahve verir misin?’’ diyerek sordum? Hemen kahveyi verdi. Kahveden bir yudum aldım yaktım bir sigara, “ebe anlat bakalım’’ dedim.

Sildi gözyaşlarını burnunu çeke, çeke, ’’abim ben Siirtliyim. 13 yaşındaydım, beni kocaya verdi kahpe babam. Kırk bin Gulden’e sattı. Yaşımı büyüttüler, nikah yaptılar. Getirdiler Hollanda’ya. Sabahın körü kuşlar uyanmadan kalkıyordum gece yarısı yatıyordum. Evlendiğim adam zil zurna sarhoş gelir hırsından döver, döver, döverdi. Şikâyet hakkım yoktu. Dayak eziyet küfür ile dört yıl geçti. Çocuğum olmuyor diye, türlü, türlü koca karı ilaçları yaptılar. Şiddetli bir karın ağrısı ile korkularından beni doktora götürdüler. On altı yaşında idim. Doktor henüz daha bu çocuk, kadın olmamış, dedi. Anladım ki Hollanda’da ahlak yoktu. Türkiye’ de olsaydım reşit olmadığım için devletim hakkımı arardı. Üstüme kuma geldi. Paralı bir avukat ben mahkemeye gitmeden beni adamdan boşadı. Kumaya nikah yaptı. Artık mutfaktan çıkamıyordum. Küçük bir oda da kalıyordum. Sevindiğim tek şey artık odama o azman gelmiyordu. Hatta beni sormuyordu bile. Artık dışarıya ayak işleri bakkala pazara gönderiyorlardı.

Yaşlı bir teyze pazarda tanıdık çıkmıştı bana, “falanın geliniydi” diyerek, tanıştırıyor sonra da bu garibin uşağı olmadı, olmayınca üstüne kuma getirdiler. Vah guzum vah yavrum diyerek, bana güya üzülüyor. Rezil, rüsva ederek. Bu neden ile ona rastlamamaya çok dikkat ediyordum. Hayatım düşe kalka devam ederken, kuma ile gelen oğul bana âşık oldu. Azman anladı. Beni bir güzel dövdü. Oysa benim zerre kadar oğlana ilgim yok gibi gariban babası ölmüş, gidecek yeri yok. İnanamazsın bir ay içinde oğlanı evlendirdiler. Düğün gariban düğünü oldu. Bunlara sık gelen sosyal görevli Lale abla vardı hikayemi biliyordu. On sekizime bir ay kala Lale mutfağa yanıma geldi, ’’hazır ol. Seni on sekiz olduğun gün seni kanunen buradan çıkartacağım’’ dedi.

Afallamıştım ama, gerçekten on sekiz olduğum sabah. İçimde bir umutla uyanmıştım. Her zamanki gibi vazifelerime başladım. Kahvaltıyı toparlarken, görümcem kapıyı söylenerek açtı. Lale abla, elinde paketle güler bir yüzle, beni kutladı, ’’Hadi çabuk giy. Sen beceremezsin üzerine olmaz ise iade edeceğim’’ dedi. Kahve yaptım o, kahveyi içerken, ben gittim, elbiseyi giydim. “Aynadaki kız ben miyim?” diye ilk defa güzelliğimin farkına varmıştım. Ben dışarı çıktığımda Hollandalı bir avukat ile Lale abla aileye tercümanlık yapıyordu. “Görümceme yaklaştım, usuldan, ’’ne olmuş? kim bu adam?’’ diyerek sordum? Görümcem,’’güler yüzle ama sinir ile hadi hadi yaşadın kız. Sana ev neyin bulmuşlar. Para verecekler, iş verecekler. Biz dedik yok imkânsız gitmez bizim kızımız, onun evi yurdu bu ev gitmez dedik. Birileri bizi şikâyet etmiş gözü kör olalar. Neysem sen artık bizi tepeleyecek, vefasız değilsin’’ dedi.

Lale abla gözlerime baktı, tatlı tatlı tebessüm ederek, iki gözünü “kazandık” anlamında kırpınca, kalbim hop etti. Avukat bana Lale abla aracılığı ile anlattı. Büyük kaynım olacak müthiş ana dili gibi, Hollandacası vardı. Azmanı bıraksalar, beni yerlerde sürüyecek, kumadan bir bebek büyüttüm onlara. Hem hizmetçi hem dadı oldum. Bir sokum ekmeğe, sıcak bide yatağa muhtaç ettiler. Dayağa, tacize, lafa küfür duymaya artık tahammülüm yoktu.

Lale abla,’’hadi canım, çok kıymetli olan senin için bir eşyan varsa al. Başka bir şey alma’’ dedi. Annem, ablam, babam ve abim bir resmimiz vardı, ben babamı keserek, resimden çıkarmıştım. Bir tek onu aldım. Teker, teker helalleşmeye çalıştım, ekmeklerini yemiştim. Ama bende yedi yıl zulümlerini çektim. Sonra evim oldu, işim oldu sosyalleştim. İşte Enver namussuzu ile tanıştım. Beni kandırdı. Onu çok sevdim, çok inandım. Güvendim. Kredi çeke çeke yüz bin Gulden borçlandım, kumarcılar evimi bastı. Omuzumdan yaralandım. Omuz aşık kemiğimi parçalamış aylarca askıda kaldım. Bebeğimi düşürdüm hastanede.  Hamile olduğumu bile bilmiyordum.

Ben hastanede perişan bir halde iken Enver’i bir daha görmedim. Beş yıl yüzbin Gulden’i çatır, çatır ödedim. Enver bana bazı keyifli oldum mu ot içiriyordu. Öyle öyle alışmıştım. Ondan sonra hayatımda hiç bir erkeğe yer vermedim. Ama gördüğün gibi, daha karnımda yeni yeni canlanan dört aylık bebeğimi trafik kazasında kaybettim. Bakma öyle! İntihar etmedim. Geldi koca tır lambalarda freni patlasın. Ben altı ay ölü gibi yatmışım. Arayan yok soran yok. Babam beni sattığı kırk bin Gulden ile, Bursa’dan daire almış. O da depremde yıkıldı başına çöktü. Bebeğimin    acısını çok çektim. Hiç bir şey çare olmadı, hatta bu zehir bile. İşte böyle dağıldım’’

Kızın bu anlattıklarından sonra hayretten donmuştu. Meğer ne acılar varmış. Bakalım bundan sonra ne olacak. Sahildeki bu kız Tufan’ın başına bir çorap örecek mi? Yoksa Tufan mı ona doğru yolu gösterecek? Haftaya birlikteyiz İnşaAllah.

Simytech     Sifa