PIKNIK

Uygarlık adına…

Yayınlama: 05.10.2005
A+
A-

“ Cesur askerdiler ama hiç kültürleri ve uygarlıkları yok”

Malesef bu söz Türk ulusu, yani bizler için, Türk uluslarına iftira etmek için ellerinden geleni yapan batı tarihçileri tarafından söylenmiştir değerli dostlarım.







Oysa tarih ya da tarih şuuru denince geçmişten günümüze, tarihin akışı içinde kendi milletine ait ve günümüze kadar uzanan zincirin halkaları gelir aklımıza. Her ne kadar tarih şuuruna sahip olmak için tarih hakkında bir takım malumata sahip olmak gerekli ise de, her tarih bilgisine sahip olanın “tarih şuuruna” sahip olduğunu da söyleyemeyiz.







Türk ulusu, dünya ve islam uygarlıklarına, Selçuklu, ve özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde, uygarlığın en güzel örneklerini fazlasıyla göstermiştir. Bilim, sanat ve endüstri alanında önemli aşamalar kaydedip, görgü ve ahlaki değer çerçeveleri  içerisinde zamanın kültür düzeyi yüksek milleti olmuşlardır.

Türk ulusunun kültür ve sanat adına özellikle Ortadoğu’da çok büyük katkıları olmuştur. Egemenlik kurdukları topraklarda ilim, kültür, mimarlık, el sanatları noktasında etkin unsur olmuşlardır. Emevi, Selçuklu, Atabeylik ve Osmanlı mimari sanatının en güzel örneklerinin sergilendiği birçok Türk-İslam eserleriyle dolu Şam Milli Müzesi bu örneklerden sadece bir tanesidir. Anadolu Coğrafyası dışında Gayr-i Müslimlerin yoğun olarak yaşadıkları çeşitli ülkelerde de Osmanlılar, tarihte eşi görülmedik bir “hoşgörü ve uzlaşma” kültürü üretmişlerdir.

Güzel Anadolu’muz ise geçmişten günümüze binlerce yıllık tarihiyle insanlığın farklı tecrübelerini, geleneklerini, değer ve anlayışlarını bağrında barındıran ve bunları nesilden nesile taşıyan, adeta insanlığın kültür tarihiyle özdeş tarihi bir mirasa sahiptir. Milletlerin sahip oldukları değer yargıları; başta din ve ahlak kuralları olmak üzere kendine ait tarih, kültür, sanat, edebiyat, mimari, musiki… gibi değerlerden oluşmaktadır.

İslami terbiye ile yetişen ve yüce dinimizin güzel kurallarına içtenlikle bağlı olan şanlı ecdadımız da asırlarca; çeşitli din, dil ve ırktan olan insanları bir çatı altında huzur ve güven içerisinde yaşamalarına imkan tanımıştır. Kimsenin malına, canına, dinine, diline dokunmamışlardır. İnanç ve kültürel değerler açısından farklılıkları da koruyarak ve zenginlik sayarak, barış içinde birlikte yaşayan Türk toplumu bu ve benzeri iftiraları kesinlikle hak etmemiştir.

On dört asırlık İslam kültür medeniyetinin özü sevgi ve hoşgörüye dayanır. “ yaratılanı yaratandan ötürü sevmek”  Tük medeniyetlerinin harekat noktası olmuştur. Bizim tarihimizin şanlı sayfalarında Mevlana’nın fikri, Yunus’un kalbi, Katip Çelebi’nin ilmi, Sinan’ın sanatı, Baki’nin edebiyatı, Dede Efendi’nin musikisi, Fatih’in adaleti, Yavuz’un cesareti, Kanuni’nin haşmeti, Abdulhamid’in zeka ve siyaseti, Atatürk’ün devlet adamı ve askeri liderlik vasıfları vardır.

Ancak hal böyle iken maalesef bazı batılı tarihçiler ne hikmetse Türk uluslarına halen uygar değil de, barbar gözüyle bakmaktadır.

Hiç kuşkusuz böyle bir ortamda batılı toplumlarda yaşayan biz Müslüman Türk toplumuna, Türk göçmenlere önemli görevler düşmektedir.

Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşayan soydaş ve kardeşlerimiz birer sevgi, kültür, medeniyet elçisi olmalıdır. Çünkü inanç, kültür ve temel değerlerimizi, yaşadığımız bu ülkelere en iyi şekilde ancak, biz Avrupalı Türkler taşıyabiliriz.

Karanlıkta yürüyen insan, elindeki kandil sönmesin diye nasıl onun üzerine titrerse, bizler de; ilim, kültür sanat ve uygarlık alanlarında bilimsel araştırma ve çalışmalar da başarı gösterip, batılı hasımlarımıza örnek teşkil etmeliyiz. Bizim başkalarından öğreneceklerimiz olduğu gibi, onlara da sunacağımız pek çok güzelliklerin olduğunun farkında olmalıyız.

Baş döndürücü teknolojik değişimlerin yaşandığı günümüzde, diğer bir anlamda “İbret ilmi” diye vasıflandırdığımız tarihten, pek fazla ibret aldığımız söylenemez herhalde. Tarihten ibret almadığımız içindir ki “ermeni meselesi”, “şark meselesi” gibi bir çok meseleyi en zayıf anlarımızı kollayarak  önümüze getiriyor batılı dostlarımız.

Bu hakikatlerden yola çıkarak, günümüz dünyasında milletler arası areneda, büyük bir milletin temsilcisi olarak yerimizi alabilmek için; ilimde, fende, teknik ve teknolojide yarış içinde olmamızın kaçınılmaz olması yanında, sahip olduğumuz manevi ve kültürel değerlerimizi de daima ön planda tutmamız gerekmez mi ?

Irmak gürül gürül akarken kenardaki tarlalar susuzluk çekmemelidir. Elbette böyle bir dünya da fırtınalar kadar meltemlere de şans tanımak lazım. Biz birkaç asırdan beri kasırgalarla kavrulmuş bir millet olarak saba beklentisi içindeyiz. Ve kış faslını bitirdiğimizi ümit ederek, baharı beklemekteyiz. Demem o ki; Bu teknoloji bilim dünyasında bizlerde nasibimizi almalıyız yani.

Bunun içinde: Benliğin ve medeniyetimizin bir parçası olan bilim ve teknoloji sahasında geçmişteki büyüklüğümüzü batılılara hatırlatarak, “Her şey Batı’da vardır ve her büyük şahsiyet bilim ve keşif adamı Batı’da çıkar” diyen, Batılı’nın inadına bizler; El-Kindi, Biruni, Farabi, gibi filozofları yetiştirdiğimizi İbn-i Sina, Pir-i Reis ve İbn-i Haldun gibi dehalara sahip olduğumuzu;  Bununla beraber bilimin kimsenin tekelinde olmadığı, bütün dünya milletlerinin ortak malı olduğu, ona kim çok çalışırsa ancak onun sahip olabileceği, hatta bu günkü batı medeniyetinin temelinde de yine Türk-İslam bilim ve teknolojisinin yattığını her fırsatta  anlatmalıyız.

Geçmişle olan manevi ve kültürel bağlarımızı kestiğimiz an, millet olarak hayat damarlarımızdan birini kestiğimizin bilincinde olmalıyız. Tarihi şuurda bunu gerektirmektedir.

Bir millet geçmişi, geleceği ve içinde bulunduğu zamanı ile bir bütündür. Bir ağacı bile ayakta tutan, toprağa bağlı olan kökleri değil midir?

M. Kemal Atatürk şu veciz sözleriyle gerçekleri dile getirmiştir.

“Bunlar hep beni övüyorlar. Türk Milletinden, Türk Milletinin büyüklüğünden, insanlık değerinden dörtbin yıl boyunca cihanın her tarafında bıraktığı medeniyet izlerinden hiç bahsetmiyorlar. Onu hala nereden çıkıp geldiği bilinmeyen, dili yok, kültürü yok, tarihte yeri yok bir aşiret sanıyorlar. Ve öyle görmek istiyorlar. Türk Milletini bu su-i zandan kurtarmak, onu medeniyet alemine gerçek hüvviyetiyle tanıtmak kutsal bir görevdir.”

Milli şarimiz M. Akif Ersoy ise ;

“Bir zamanlar biz de Millet, hem nasıl Milletmişiz:

Gelmişiz dünyaya milliyet nedir, öğretmişiz !

Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyettin,

Nur olup fışkırmışız, ta sinesinden zulmetin”

Kalemlerin doğru yazdığı, tarihlerin doğru söylediği günlerde ve sayfalarda yeniden buluşmak dileğiyle.

 

Vesselam,

Simytech     Sifa